Levent Köker yazdı: Kritik seçim döneminde HDP sorunu ve demokratik gelecek

Cumhuriyet tarihinin kritik seçim dönemlerinden biri daha geldi çattı. Bu seçimlerin kritik önemi birkaç açıdan anlatılabilir. Bir kere, 27 yıllık CHP iktidarına son veren 1950 seçimlerinden sonra, şimdi bir kez daha 20 küsûr yıllık AKP iktidarına seçimle son verme imkânı belirmiş durumda. 1950’deki iktidar değişimi, hem Türkiye hem de modern dünya tarihi bağlamında, diktatoryal tek-parti yönetiminin “barışçı” bir süreçle el değiştirmesi gibi ilginç ve benzeri pek olmayan bir örnek. Şimdi, 1950 seçimlerinin 73. yıldönümünde, 20 küsûr yıldır girdiği her seçimi kazanarak iktidarını korumuş ama özellikle son on yıldaki icraatıyla, seçimli çok partili hayatı anlamsızlaştıracak uygulamalarıyla otoriterlik dozunu iyice artırmış bir iktidarın yenilgiye uğratılması söz konusu.

Otoriterliğin faşizan bir düzeye tırmandığı mevcut durumdan çıkış bakımından, HDP’nin ve Emek ve Özgürlük İttifakı’nın (EÖİ) cumhurbaşkanı (CB) seçimi için aday çıkarmayacaklarını açıklaması hayâtî önemde bir gelişme. Açıkça isim zikredilmese de HDP’nin 2021 Eylül’ünde açıklamış olduğu tutum belgesinde ve sonra da EÖİ’nın çeşitli açıklamalarında üzerinde anlaşılmış olan CB profilinin tanımından, seçimde desteklenecek adayın Millet İttifakı’nın (Mİ) CB adayı Kılıçdaroğlu olduğu belli oluyor. Tekrar etmek gerekir mi bilmem ama, kamuoyu yoklamalarının ortalamalarına göre, Mİ da Cumhur İttifakı (Cİ) da kendi adaylarının ilk turda kazanmasını sağlayacak oy tabanına sahip değil. EÖİ’nın desteği bu bakımdan “anahtar” niteliğinde ve öyle görünüyor ki “aday çıkarmama” kararı ile birlikte Kılıçdaroğlu’nun CB seçimini birinci turda kazanması ihtimâli bir hayli yükselmiş durumda.

Ancak seçimlerin bir de TBMM ayağı var. TBMM’nin seçimlerden sonraki sandalye dağılımı, Türkiye’nin geleceği açısından büyük önem taşıyor. Burada da HDP’nin ve EÖİ’nın seçimlerden sonraki süreçte “anahtar” konumda olmayı sürdüreceklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir diğer deyişle, HDP ve EÖİ’nın bu anahtar konumu, seçimlerden sonraki bâzı temel yasal ve anayasal değişikliklerin TBMM tarafından gerçekleştirilmesi sürecinde belirleyici olacak. Bugün EÖİ içinde yer alan ama Türkiye siyâsetindeki “anahtar” konumu bundan çok öncesine dayanan bir siyâsî hareketin temsilcisi olarak HDP’nın durumunu ayrıca ve yeniden değerlendirmek gerekir.

HDP üzerindeki baskı ve dışlayıcılık

Öncelikle, şu noktanın altını çizmeliyiz. HDP’nin Türkiye siyâsetindeki anahtar konumu, partinin varlık nedenlerinden en önemlisini oluşturan “Kürt sorunu”nun barışçı ve demokratik çözümünü hedefleyen güçle bir siyâsî hareketin son temsilcisi olmasından kaynaklanıyor. Bu cümleyi şöyle de kurabilirdik: Kürt sorununun barışçı ve demokratik çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesi bakımından o kadar merkezî önemdedir ki bu çözümü amaç edinmiş olan bir parti olarak HDP’nin anahtar parti konumuna gelmesine şaşırmamak gerekir. Buradan devamla, şu hususu hatırlatmak da konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Hatırlanacağı üzere 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra AKP, TBMM’de hükûmet kurmaya yetecek çoğunluğu elde edememiş ve Türkiye siyâsetinde örneği olmayan AKP-CHP gibi iki büyük partinin koalisyonu dışında, HDP’siz bir hükûmet kurma ihtimâli de çok azalmıştı. 7 Haziran sonrasındaki süreçte, başta MHP ve sonra da AKP ile haddinden fazla uzun süren hükûmet kurma görüşmeleri yapmakta -nedendir bilinmez- bir sakınca görmeyen CHP’nin HDP’yi dışlayıcı tavrı nedeniyle yaşananlar belleklerimizde canlılığını korumaktadır.

7 Haziran sonrası süreçte ve özellikle de 2016’dan bu yana yaşananlar ise HDP üzerinde basit bir siyâsî dışlayıcılığın ötesine geçen gerçek bir baskılama, bastırma politikasıdır. Bu politikanın iktidar eliyle yargı üzerinden yürütüldüğü bir sır değildir ve AİHM kararlarının tüm uyarılara rağmen uygulanmaması ile de kendisini en pervâsız bir biçimde açığa vurmuş durumdadır. Buna rağmen HDP, 2018 seçimlerinden Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olarak çıkabilmiş ve bugün de EÖİ ile birlikte bu konumunu pekiştirerek yoluna devam etmektedir.

Kritik seçimlerin gelip çattığı bugünlerde, HDP’ye yönelik tutumların ikiye ayrılarak ele alınmasında fayda vardır. Bunlardan ilki, devlet nezdinde devam etmekte olan baskı politikasıdır. Bu politikanın somut ifâdesi, AYM önünde sürmekte olan kapatma davasıdır. HDP, AYM’ye üç kez, bu dava sürecinin seçimlerden sonraya ertelenmesi talebiyle başvurmuş ama sonuç alamamıştır. AYM’nin son kararına göre HDP, 11 Nisan’da sözlü savunmasını yapacak ve bundan sonra kararı bekleyecektir. Sürecin bu takvimle yürütülmesinin hiçbir hukukî mecbûriyete dayanmadığını bildiğimize göre, mevcut durumu HDP açısından bir tür “siyâsî tâciz” olarak nitelendirebiliriz. Bu tâcizin etkisi altında kalan HDP, 14 Mayıs öncesinde her an çıkabilecek olan bir kapatma kararının olumsuz sonuçlarından kaçınmak, yâni tâcizden kurtulmak amacıyla, seçimlere Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (kısa adıyla Yeşil Sol Parti -YSP) olarak katılma kararı almıştır. Böylece, Türkiye siyâseti, en azından şeklen HDP kısaltmasından, amblem ve logolarından kurtulmuş bir seçim dönemi yaşayacak, öyle görünüyor. 

Muhalefette dışlayıcı ve ayrıştırıcı tavırlar

HDP’ye yönelik iktidar tarafından belirlendiği açıkça ortada olan baskı politikalarının yanında, bir de iktidarı değiştirme iddiasındaki muhalefet içinde de HDP’ye yönelik biri dışlayıcı diğeri ayrıştırıcı olarak görünen tutumların varlığı dikkat çekmektedir. Dışlayıcı tutumların en belirgin ve sert örneklerini Mİ içinde yer alan İYİP vermektedir. Mart başında patlak veren “Akşener krizi”nin arka plânında HDP-CHP-Kılıçdaroğlu temaslarının veyâ HDP’nin Kılıçdaroğlu’nu destekleme yönündeki “açıklanmamış eğilimi”nin etkisi hiç yoktur diyemeyiz. Bunun gibi bugün de, tüm yaşanmışlıklara rağmen, İYİP içinden bu konuyu merkeze alan çıkışlar yapılabilmesi, sorunun sürdüğünü göstermektedir. Tahmin etmek zor değil ki seçimlerden sonraki dönemde, özellikle TBMM bünyesinde, HDP’yi merkeze koyan bu sürtüşmeler devam edecektir.

Gelelim, “ayrıştırıcı” diye nitelemeyi daha uygun gördüğüm diğer tutuma. Bu tutum, henüz kesinleşmemiş olmakla birlikte, EÖİ içinde yer alan bâzı siyâsî partilerden, öncelikle de Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) kaynaklanıyor. Kamuoyuna yansıyan yanı şu: EÖİ bileşenlerinden TİP (ve henüz kesinleşmemiş olmakla birlikte EMEP), TBMM seçimlerine kendi parti listeleriyle girmeyi istiyorlar. Öncelikle belirtmek gerekir ki bu, son derece meşrû bir istek, hiç kuşkusuz. Bununla birlikte, siyâsî olarak, 14 Mayıs seçimlerinde uygulanacak olan seçim sistemi nedeniyle, EÖİ’nın TBMM’deki sayısal ağırlığının olması gerektiği gibi oluşmasını engelleyecek de bir tercih. İttifak içinde yer alan partilerin oylarının toplamının milletvekili sayısının hesaplanmasında dikkate alındığı 2018’dekinden farklı olarak, önümüzdeki seçimlerde, bu hesaplamada ittifak içinde yer alan partilerin oyları ayrıştırılacak, yâni ittifakın toplam oyu esas alınmayacak. O zaman “İttifakın ne anlamı var” diyebilirsiniz. İttifakın anlamı ülke barajının aşılmasında ortaya çıkıyor. Bir diğer deyişle, ittifak oylarının toplamı barajın geçilip geçilmediği bakımından belirleyici olacak ve buna göre ittifak oyları yüzde 7’yi geçince ittifak bileşeni olan partiler de barajı geçmiş olacaklar. Fakat bu partiler, kendi listeleriyle seçime girdikleri çevrelerde, o seçim çevresinde aldıkları oyun d’Hondt sistemine göre karşılık geldiği sayıda milletvekili çıkarabilecekler. Burada ayrıntısına giremem ama şunu söylemek isterim: Yapılan projeksiyonlar gösteriyor ki EÖİ, YSP altında tek listeyle değil de belirli seçim çevreleriyle sınırlı da olsa, kendi listeleriyle seçime girmeyi tercih ederlerse, EÖİ’nın parlâmentodaki varlığı, tek listeye göre daha eksik bir sayıda gerçekleşiyor.

TBMM’nin seçimlerden sonraki demokratikleşme için önemi

Vurgulamamız gerekir ki TBMM’de EÖİ’nın kaç sandalyelik bir varlığının olacağı, Türkiye’nin siyâsî geleceği açısından büyük önem taşımaktadır. Bu büyük önemin iki nedeni vardır: Birinci neden, Türkiye’nin demokratikleşmesi isteniyorsa, bu demokratikleşmenin sâdece CB’nı değiştirerek sağlanamayacağı, tüm muhalefetin oybirliği ile kabûl ettiği bir gerçektir. Mİ, CB değiştikten sonraki süreçte, beş yıllık bir programla, yâni 2028 seçimlerine kadar “güçlendirilmiş parlâmenter sisteme geçiş”i sağlamak istiyor. Bu ise kapsamlı bir anayasa değişikliği gerektirecektir ve bugünkü hesapla Mİ’nın en az 360 milletvekili çıkarmasını gerektirmektedir. 

EÖİ’na hâkim olduğunu sandığım siyâsî tavır, CB’nın değiştirilmesi ve parlâmenter sistemin bir tür restorasyonu anlamına gelen bu hedeflerden farklı olarak, Türkiye’nin kapsamlı ve derinlikli bir demokratikleşme programına tâbi tutulması talebidir. Mİ’nın önerdiğinden açıkça daha radikal bir demokratikleşme öngören bu siyâsî tavrın gerçekleştirilebilmesi için EÖİ’nın 360 milletvekiline sâhip olması gerekir ki bu, en azından 2023 için imkânsızdır. Bu gerçeklik karşısında, EÖİ’nın kendi taleplerini, Mİ’nın anayasa değişiklikleri ve diğer yasal düzenlemeler için ihtiyaç duyacağı destek için oluşacak siyâsî müzakere ortamında etkili bir biçimde ortaya koyabilecek güçle TBMM’de olması gerekmektedir. Bir diğer deyişle HDP gibi, EÖİ da olabilecek en çok sayıda milletvekili ile TBMM’de yer alarak kuvvetli bir “demokratik değişim anahtarı” işlevini üstlenmelidir.
Bu durumda, her siyâsî partinin kendi adıyla seçimlere girme hakkını tartışma dışı bir hak olarak kabûl etmekle birlikte, gerçekleştirilmesi istenen temel hedef bakımından “ittifak” kurmuş partilerin kendilerini neden ittifak içinde ve ittifakın lehine olmayacak bir ortamda ayrıştırma ihtiyâcı duydukları anlaşılması kolay olmayan bir konudur. Nitekim, TİP Genel Başkanı da EÖİ’nın aday çıkarmayacağının açıklandığı toplantıda, çok yerinde bir yaklaşımla, “Gün kimsenin kendisini partisini, ittifakını düşünme günü değildir” diyerek durumu açıklığa kavuşturmuştur. Umuyorum ki, EÖİ bileşenleri içinde kendi partisini düşünmeden davranmanın stratejik değeri kabul görür ve tek liste yaklaşımında tam bir “ittifak” da sağlanmış olur.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.