Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

AKP’li yıllara içeriden bakış (17): Metal yorgunluğu

1 Ocak’ta 01.15’te İstanbul-Ortaköy’deki eğlence mekanı Reina’da yılbaşı gecesi Özbekistan uyruklu IŞİD militanı Abdulkadir Masharipov tarafından düzenlenen terör saldırısında 39 kişi hayatını kaybediyor, 79 kişi yaralanıyor. Saldırgan Kalaşnikof marka otomatik tüfekle mekânın önündeki güvenlik görevlilerine ateş ettikten sonra içeriye girerek polis memuru Burak Yıldız’ı öldürüyor. Yılbaşı kutlaması yapan 10 Türk vatandaşı ve Suudi Arabistan, Irak, Ürdün, Suriye, Kuveyt, Hindistan, Lübnan, İsrail ve Tunus vatandaşlarının bulunduğu mekânda saldırının ardından çıkan kargaşadan yararlanarak taksiyle olay yerinden kaçıyor. Saldırgan için 40 kez ağırlaştırılmış müebbet cezası isteniyor ve bin 368 yıl hapis cezasına çarptırılıyor.

Saldırının ardından İstanbul, Kayseri, Konya ve Hatay’da 61 IŞİD şüphelisi gözaltına alınıyor, 642 yabancı uyruklu kişi de kamu düzeni ve kamu güvenliği açısından tehdit oluşturdukları gerekçesiyle sınır dışı ediliyor.

Türkiye’nin en önemli eğlence mekânlarından biri olan Reina terör saldırısının ardından kapanıyor. Büyük bir bölümü Boğaziçi İmar Kanunu’na aykırı olduğu için Mayıs 2017’de yıkılan eğlence mekânından geriye sadece asma kilit vurulan pas tutmuş kapısı kalıyor.

6 Temmuz’da Sakarya’nın Kaynarca ilçesinde, 9 aylık hamile Emani el Rahmun tecavüz edilip 10 aylık bebeği Halaf el Rahmun ile birlikte öldürülüyor. Olayın ardından öldürülen Suriyeli kadının eşi Halid el Rahmun’un komşusu ve fabrikadan mesai arkadaşı olan Birol Karacal ile Cemal Bay tutuklanıyor.

Katil Cemal Bay herkesin uyuduğu saatte Karacal’ın kapıyı levyeyle açtığını aktarıyor ve olayı anlatıyor:

“İçeri girdiğimizde kadın ve bebeği yatak odasında uyuyordu. İkimiz de kadının ensesine birkaç kez vurup bayılttık. Bebek ağlamaya başladı. Birol bebeğin boynuna bezle düğüm attı. Çocuğun sesi kesildi, birden gitti çocuk. Birol kadını omzuna aldı ben de bebeği aldım. Sokağa çıkıp Birol’un arabasına ilerledik. Birol kadını küçük bir battaniyeye sardı, çocuğu da yanına koyduk. Arabayla dağa gittik. Birol bana ‘Tecavüz et’ dedi. Ben de ettim. Hamile olduğunu anlamadım. Kadın bayılmış, ölmüş gibiydi. Tekrar arabaya bindik, başka bir yere gittik. Kadını arabadan indirdik, önce Birol bir odun parçasıyla defalarca vurdu kadına. Arabadan bebeği de indirdik. Üzerine ağaç dalları serptik. Üstlerini örterken kadının hamile olduğunu anladık.”

Bu olay beni o kadar çok sarsmıştı ki bütün haber sitelerinde sürekli bu olayı taratıyor, böyle bir cinayet nasıl olmuş olabilir, anlamaya çalışıyordum. Katillerin yüzlerini merak ediyordum, nasıl bir insan böyle bir cinayeti işler? Bütün detayları okumak istiyordum.

Emani’yi düşünüyordum ve onu her düşündüğümde ağlamaya başlıyordum, şu anda da olduğu gibi. Düşünün; hamileliğin son ayları zaten çok zordur. Ne uyuyabilirsiniz, ne dinlenebilirsiniz, hareket kabiliyetiniz oldukça kısıtlanmıştır. Bir de bebeği var. Küçük bir bebeğe bakmak zaten başlı başına zor bir şey, daha kendinize bakamazken sürekli ilgi bekleyen bir çocukla ilgileniyorsunuz. Emani yorgun argın yatmış, sabah olup eşi ile doktora gitmeyi bekliyor. Birkaç gün sonra doğum var çünkü. Saldırıya uğradığında ne düşünüyordu acaba? Önce içinde yaşayan bebeği ve kendini mi yoksa henüz 1 yaşındaki oğlunu mu kurtarmalıydı o haliyle? Oğlunun gözleri önünde öldürülmesi dehşetini yaşadıktan hemen sonra oğlunun acısıyla tecavüze uğruyordu Emani. Emani’nin aklı, ruhu, bedeni, tecavüze uğruyordu. Bir insan bunca acıya nasıl katlanır, katlanamıyor elbette. Acılar içerisinde hayata veda ediyor Emani. İşte bu olayı aşamadım ben.

15 Temmuz 2016’da yaşanan darbenin ardından ilan edilen OHAL sırasında yaşanan onca hengâmenin arasında hükümet, 26 Ağustos 2016 tarihinde Başbakanlığa bağlı bazı şirketleri yönetmek için Türkiye Varlık Fonu’nu kuruyor. Şirketin kuruluş amacı, “sermaye piyasalarında araç çeşitliliği ve derinliğine katkı sağlamak, yurt içinde kamuya ait olan varlıkları ekonomiye kazandırmak, dış kaynak temin etmek, stratejik, büyük ölçekli yatırımlara iştirak etmek için Türkiye Varlık Fonu ve bu fona bağlı alt fonları kurmak ve yönetmek”. Şimdi bu süslü cümleleri bir tarafa bırakalım ve işin özetini söyleyeyim. Tüm kamuya ait gelirleri tek elde toplayıp, bu kaynağı çılgın projeler için dilediği gibi kullanabilme tasarrufu elde etmek.

Biz ülke olarak canımız burnumuzda krizden krize koşarken hükümetin ajandasındaki planları bu soğukkanlılıkla uygulaması beni her zaman dehşete düşürüyor. Mesela bizler bir felaket yaşıyor oluyoruz, insani tepkiler veriyoruz ama onlar iki taşın arasında krizimizle hiç ilgisi olmayan bir KHK falan çıkarabiliyorlar. Halkıyla, insanlıkla bağını koparmış bu yapı işte bu yüzden her şeye rağmen yol aldı, bu sayede destek topladı, bu sayede çürüdü, bu sayede yok olacak.

Türkiye’deki şans oyunlarını yürütmesi için 5 Temmuz 1939’da 3670 sayılı Kanun’la kurulan kamu kurumu Milli Piyango, şans oyunları ve Türkiye Jokey Kulübü yani at yarışları Ocak 2017’de KHK ile Varlık Fonu’na devrediliyor. Ardından Şubat ayında Halkbank, Türk Hava Yolları, Borsa İstanbul ve Ziraat Bankası dâhil birçok büyük bütçeli kamu kuruluşu ve Hazine arazileri bu fona devrediliyor.

Bu kuruluşların Sayıştay denetimine tabi olmayan Varlık Fonu’na devredilmesi medyada büyük yankı uyandırıyor.

***

10 günlük zorlu yoğun bakım maceramızın ardından eve geçiyoruz. Tabii doğumdan sonra hastane sürecinde hiç dinlenemediğim için iyileşme sürecim de biraz daha uzun sürüyor. Doğumdan on gün önce yanıma gelen annem, eşim ve ailesi ile yaşadığım sorunlara şahit oluyor. O zamana kadar eşimin kıskançlığı ve ekonomik sorunlarımız haricinde başka bir sorunu bilmediği için her muhafazakâr gibi “Bunlar da bir şey mi, biz neler çektik”, “Gelinliğinle girdin, kefenle çıkacaksın” diyen kadın, şahit olduğu bir tartışmanın ardından “Sen bu evde yaşayamazsın, hemen eşyalarını topla dönelim” diyor. Kafama koysam zaten kefenimi giyip çıkarım yola ama her tartışmanın ardından gelen özürlere o da şahit oluyor ve o da yelkenleri suya indiriyor. Doğumdan bir gün önce duyduğum laf aklıma çakıldı ama o lafı yutmadım. Süreç sadece benimle iyi geçinip geçinmeyeceğine bağlı, bebeğe rağmen aynı hoyratlık devam ederse kesinlikle çekmeyeceğim. Çünkü artık sadece ben değil, bebeğim de var ve ona iyi bakmak için önce kendimin iyi olması gerektiğini biliyorum, ben iyi değilim, hiç iyi değilim.

Vücudum sürekli uyarıyor beni. Önce ağır taşımaktan iki noktada sinire yakın bel fıtığım çıkıyor, ardından tansiyon, şeker düşmelerim başlıyor, ardından evin içinde sigara içmekte ısrar ettiği için astım bronşitim yeniden ortaya çıkıyor. Nefes darlıklarım ilaç kullanmama sebep olacak kadar artıyor ve zar zor atlattığım, bütün çocukluğum boyunca çektiğim bu hastalığın onun yüzünden yeniden ortaya çıkması çok zoruma gidiyor. Sindirim problemlerim ortaya çıkıyor. Vücudum bana bir şey anlatmaya çalışıyor ve ben duyuyorum. Her büyük krizin ardından artık taşıyamadığım konusunda onu uyarıyorum. “Şimdi şuradayız, eğer böyle devam edersen burada olacağız ve bir gün bu ilişki bitecek, toparla kendini” ama biraz toparlanır gibi olsa da hoyratça devam ediyor hem sorumsuzluğa hem sataşmaya. En sonunda “Bu evlilik için çabalayan yalnız benim, ben de çabalamayı bıraktığımda ev cehenneme dönecek ve benim yaşadığım sıkışmayı sen de yaşayacaksın, o zaman bu evlilik bitecek” diyorum. Yine aldırış etmiyor. Psikoloğa gidip yardım almamız gerektiğini söylüyorum, kabul ediyor. Ancak psikolog süreci de işe yaramıyor.

***

Türkiye, Nisan ayındaki referanduma hazırlanırken Hollanda ile miting krizi yaşanıyor. Hollanda, Erdoğan lehine miting yapmak üzere ülkelerine gelen iki bakanın siyasi kampanya yapmasını uygun bulmuyor. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun uçağının iniş iznini iptal ediyor, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’yı  “persona non grata” (istenmeyen kişi) ilan edip ve Almanya’ya sınır dışı ediyor. 

16 Nisan’da bugün yaşadığımız bütün krizlerin anası, anayasa değişikliği referandumu yapılıyor.

Aslında ilk olarak AKP tarafından 2011 genel seçimlerinin hemen sonrasında duyuruluyor ancak Meclis’te Anayasa Komisyonu’nun fikir birliğine ulaşamaması üzerine geri çekiliyor. 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ın cumhurbaşkanı koltuğuna oturmasıyla birlikte başkanlık sistemine geçiş tartışmaları yeniden gündeme geliyor ve 2015’te hem Haziran hem Kasım genel seçimlerinde Erdoğan’ın en önemli seçim vaadi oluyor. Mayıs 2016’da başbakanlığı ortadan kaldıracak anayasal değişiklik konusunda Erdoğan’la anlaşamayan Ahmet Davutoğlu görevden istifa ediyor ve yerine en önemli gündeminin anayasa değişikliği olduğunu söyleyen Binali Yıldırım geliyor. Geçmişte birçok kez başkanlık sistemine karşı olduğunu dile getiren MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, süreçte işbirliği içinde olabileceklerini duyuruyor. AKP ve MHP, önerinin referanduma sunulması için gerekli olan Meclis onay sürecini başlatıyor.

20 Ocak 2017’de 339 oy ile teklif Meclis’ten geçiyor ve referandum kararı veriliyor.

Referandumda parlamenter sistemin kaldırılarak yerine başkanlık sisteminin getirilmesi, başbakanlık makamının ortadan kaldırılması, Meclis’teki vekil sayısının 550’den 600’e çıkarılması, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yapısında değişiklikler yapılması, cumhurbaşkanının kendisine bir veya birden fazla yardımcı atama yetkisi, cumhurbaşkanına olağanüstü hâl ilan etme yetkisi gibi anayasal düzende ciddi boşluk ve kriz yaratacak 18 madde oylanıyor.

Ocak ayından itibaren referandumda “hayır” oyu için çalışma yürüten kişilere yönelik saldırı, tehdit ve gözaltılar gündem oluyor. “Hayır” kampanyası için afiş asan bir kişi silahlı saldırıya uğruyor, Antalya’da ve Kadıköy’de “hayır” oyu için propaganda yapan bazı kişiler polis tarafından gözaltına alınıyor.

Toplam 49 milyon 798 bin 855 kişinin katıldığı oylamada yüzde 51,41 evet, yüzde 48,59 hayır oyu çıkıyor. 

Bütün kamu kuruluşlarının Varlık Fonu’na bağlanmasının ardından, Türkiye’nin çanına ot tıkayacak bu son referandum ile Türkiye artık tek adam rejimine geçiyor çünkü 2018 yılında KHK ile Türkiye Varlık Fonu da Cumhurbaşkanlığı’na bağlanacak. 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump, Mayıs ayında Beyaz Saray’da, uzun süredir beklenen ilk yüz yüze görüşmeyi gerçekleştiriyor. Ancak Erdoğan’ın yeni dönemin temellerinin atıldığını söylediği ve “tarihi dönüm noktası” olarak nitelendirilen görüşme yalnızca 18 dakika sürüyor. Görüşme sosyal medyada alay konusu oluyor.

***

Bir çare olarak ailesi ile evlerimizi ayırıyoruz. Yakın ama ayrıyız. Doğum iznimin bir kısmını süreç sorunlu olduğu için öncesinde kullanmak zorunda kalıyorum. Doktorum 32. haftadan sonra çalışma izni vermiyor, o yüzden dört aylık iznimin doğum sonrası kısmı kısa sürüyor. Bebeğim iki buçuk aylıkken ekonomik sebeplerle ücretsiz izin almak yerine yeniden çalışmaya başlıyorum. Vardiyalı çalıştığım için gecenin üçünde bebeği babaannesine bırakmamız gerekiyor. Sabahları eşim bırakıyor, öğleden sonra ben alıyorum. Bu yüzden alkol alması daha büyük sorun olmaya başlıyor. Çocuğu bırakamayacak kadar kendinde olmadığı geceler sırf bu sebeple işe gidemiyorum ve işyerimde sorun yaşamaya başlıyorum. Ev işleri, bebek, işyerimdeki sorunlar, bütün bunların üzerine onunla ve ailesiyle yaşadığım sorunlar bana artık zorlamamam gerektiğini düşündürüyor. Artık taşıyamadığım yüklerin büyük bir kısmı ona ait. Ya baş gösteren hastalıklarım artacak, artacak ve en sonunda kanser olacağım ya da artık kendi hayatımı yeniden ele almak zorunda kalacağım.

Alkol aldığı zamanlar gözü hiçbir şeyi görmez sadece uyurdu. Bir gün uyanıp su içip geri yatmaya giderken kızım babasını gördüğü için birden gülümseyerek kollarını açıyor onu kucağına alsın diye. O hiç fark etmeden yanından geçip gitti ve altı aylık kızım hayal kırıklığı içinde kollarını indirmek zorunda kalıp bana baktı. O an bunun daha fazla devam etmemesi gerektiğini, bu sorunun benden çıkıp kızıma da geçmeye başlayacağını fark ettim, yaşayabileceklerimiz gözümün önünden geçti. Kavgalarımıza hiç şahit olmamıştı, olmamalıydı da. O benim yaşadığım hiçbir şeyi yaşamasın.

Bir Cuma gecesi kızımı uyuttum. Çok sık uyanan bir bebekti, vardiya saatime kadar beş saat var, o yüzden dinlenebilmek için o uyur uyumaz yatmalıyım. Yatacağımı haber vermek için salona gittiğimde eşimin giyinmiş olduğunu fark ettim, alkol almaya gidecek. Bu demektir ki sarhoş olacak ve işe gidiş saatimde bebeği bırakamayacak. Bu şekilde defalarca koştur koştur bebeği servise bırakmışlığım ya da rapor almışlığım var ama bıkmıştım artık bu koşturmacadan ve sürekli işyerimde sorun yaşamaktan. Zaten sürekli uykusuz ve yorgunum, sürekli aynı fedakârlıkları yapmaktan yoruldum. Onu uyarıyorum, eğer o kapıdan çıkarsa bir daha giremeyecek. Bana öfkeleniyor ama oturuyor. Yatmaya gidiyorum, tam yatacakken kapının kapandığını duyuyorum. Hemen kalkıp baktım, çıkmıştı. Kapıyı kilitliyorum. Eve geri geldiğinde anahtarıyla açamayınca kapıya vuruyor, açamayınca zili çalıyor, bebek uyanıyor. Açmayacağımı söylüyorum. Bir süre bağırıp çağırıp gidiyor. Birkaç saat sonra bu sefer polisle geliyor. Polisler kapıyı açmamı söylüyor, açmayınca “Beyefendi sizden şikâyetçi, merkeze gelmeniz gerekiyor” diyorlar. Kızım kucağımda ağlıyor, polislere kapıyı açmayacağımı, merkeze de gitmeyeceğimi, isterlerse kapıyı kırabileceklerini ama onu eve almayacağımı söylüyorum. Onun yüzünden o gün yaşayacağım sorunları anlatıyorum ve artık bıktığımı söylüyorum. Adamlar, “Ne yapalım abi” der gibi boynunu eğiyor ve şikâyetini geri çekmesini söyleyip gidiyorlar. Kapı deliğinden onları izliyorum.

***

“MİT TIR’ları görüntülerinin yayınlanması” davasında CHP milletvekili Enis Berberoğlu 25 yıl hapis cezasına çarptırılıyor. 

Enis Berberoğlu:

“Olmadık bir işten böyle bir mağduriyet yarattılar. Bunu yaratanlar utansın. Siz beni unutmayacaksınız, ben de sizi unutmayacağım”.

Berberoğlu’nun tutuklanması üzerine CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Adalet Yürüyüşü başlatıyor.

“Yarın saat 11.00’de Güvenpark’ta olacağım. Elimde tek bir afiş olacak. Adalet üzerinde. Dünyanın en soylu kavramıdır. Adaletin olmadığı bir devlet olur mu? Adaletin olmadığı bir halk olur mu?

Devletin temeline dinamit koyuyorlar. Sayın Enis Berberoğlu hepimizin bildiği yıllarını medya ve özgürlüğü için harcayan birisi, şimdi hiçbir delil olmaksızın 25 yıla mahkûm ediliyor. Bunu asla kabul etmiyoruz. Bu kararı verenler bu kararın altında kalacaktır”.

15 Haziran sabahı Ankara Güvenpark’ta başlayan Adalet Yürüyüşü, 25 gün sürüyor. O dönem 68 yaşında olan Kemal Kılıçdaroğlu Ankara, Bolu, Düzce, Sakarya, Kocaeli ve İstanbul’da vatandaşlar, gazeteciler, sanatçılar, siyasetçiler eşliğinde yürüyor. Adalet Yürüyüşü’nün son 1,5 kilometresini tek başına yürüyen Kılıçdaroğlu yürüyüşünü 9 Temmuz’da İstanbul Maltepe Meydanı’nda 2 milyon kişinin katıldığı mitingle sona erdiriyor.

15 Temmuz darbe teşebbüsü yıldönümünde birçok tören düzenleniyor. TBMM’de “15 Temmuz Özel Oturumu” düzenlenirken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan adı 15 Temmuz Şehitler Köprüsü olarak değiştirilen Boğaziçi Köprüsü’nde bir miting gerçekleştiriyor. Zaten AKP ve devlet törenleri haricinde pek kimse de önemsemiyor bu günü. Muhalif seçmen daha çok “Kendin ettin kendin buldun” minvalinde eleştirilerde bulunuyor.

18 Temmuz’da sağanak yağmur, 27 Temmuz’da ise dolu felaketi yaşandı. İstanbul’da son 32 yılın en yoğun yağışı, son 106 yılın ise yaz mevsiminde gerçekleşen en yoğun yağışı yaşandı. Yağmura ve doluya teslim olan İstanbul’da birçok araç ve işletme zarar görüyor, yaşanan afetin faturası yaklaşık 1 milyar Türk Lirası olarak tahmin ediliyor.

11 Ağustos’ta Trabzon-Maçka’da polis ekipleri ile PKK arasında çıkan çatışmanın ardından, PKK’ya bağlı bir grup erzak almak amacıyla bölgedeki bir eve giriyor. Teröristlerin girdikleri evden erzak çaldığını gören Eren Bülbül, durumu jandarmaya haber veriyor. Bülbül daha sonra PKK’lıların girdiği evi göstermek için güvenlik güçleriyle birlikte eve gidiyor. Çıkan çatışma sonucu Jandarma Astsubay Kıdemli Başçavuş Ferhat Gedik ve 2002 doğumlu 15 yaşındaki Eren Bülbül PKK’lı teröristlerin saldırısı sonucu hayatını kaybediyor.

Eren’in annesi Ayşe Bülbül:

“Eren’in oraya götürülmesi yüzde 100 değil, binde 1000 ihmaldir. Eren’i cuma namazından sonra bekleyip alıp gitmenin sonucunu istiyorum. Başbakanımızdan, bakanımızdan, yetkililerden Eren’in oraya neden getirildiğini öğrenmek istiyorum. Benim çocuğum şehit olmak isterdi ama askerde şehit olmak isterdi, kapının önünde değil.”

Vefatının ardından Eren’in sosyal medyada son paylaştığı ileti herkesi derinden etkiliyor. O gün bu gündür Eren’in doğum gününde ve ölüm yıldönümünde birçok kişi Eren’i duymak istediği o sözle yâd ediyor.

İyi ki varsın Eren..

***

Kızımı yeniden uyuturken düşünüyorum. Artık bir karar vermek zorundayım. Ya bu böyle devam edecek ve en sonunda ben kanser olup öleceğim ya da kızımla kendime yeni bir hayat kuracağım. Kızımı uyutunca salona geçiyorum, camdan bakıyorum orada mı diye. Aşağıda gözünü dikmiş eve bakıyor. Bu zamana kadar hiçbir çabamdan sonuç alamadığım için artık denenecek bir şey kalmadı. AMATEM’e başvurduk, psikoloğa gittik, yumuşak söyledim, sert söyledim, alttan aldım, üzerine gittim, yok yok yok. Boşayacağım bu adamı. Ara ara kontrol ediyorum, en sonunda sabaha doğru gitmiş olduğunu görüyorum. 

Havaalanında çalışmam için birinin bebeğe bakması gerek, ne yapacağım, annem bakar mı? Erken kalktığı için sabah 7’de annemi arıyorum. Durumu anlatıyorum. “Biz oraya gelemeyiz, en fazla 15 gün idare edebilirim ama buraya gelirsen burada iş buluruz, bizimle kalırsın hem gözün de arkada kalmaz” diyor. Havaalanında beklediğim pozisyonu söylüyorum maaşımın artacağını ama ev kirası, bakıcı parası, kreş parası ile maaşım uçar gider. Üstelik bir sürü yabancı insana güvenmek zorunda kalacağım. Küçücük bebek, bir derdi olsa söyleyemez. “İstanbul’un 7 bini buranın 2 bini kadar, boş ver gel” diyor annem. Hemen sonra kuzenimi arıyorum, durumu anlatıp beni alabilir mi diye soruyorum. Çünkü eşime boşanmak istediğimi söylemem duygusal kriz demek, artık benden ayrılır ama kızından ayrılmak istemez, gereğini de yapmaz. O yüzden tartışılacak bir şey yok, kaçar gibi gitmeliyim o evden. Kuzenim “Hemen geliyorum” diyor. Ben de bakacağı ilk yer Sabiha olacağı için Atatürk’ten bilet alıyorum.

Kadınlar işte bu yüzden böyle durumlarda çelik gibi oluyorlar. Onlar karar vermezse erkek karar veremez. Yanıma alacağım acil şeyleri toparlıyorum. Kızımın mama sandalyesini bile alıyorum. İşte bu kadar soğukkanlıyım. Yaklaşırken haber veriyor, bebeği hazırlayıp eşyaları kapıya yığıyorum çünkü hızlıca çıkmalıyız oradan, görürse izin vermez. Araba gelir gelmez kuzenim eşyaları yerleştiriyor, ben kızımı hazırlıyorum ve kaçar gibi gidiyoruz o evden.

***

Erdoğan’ın “metal yorgunluğu” olarak ifade ettiği, parti teşkilatları ve partili belediye başkanlıklarındaki değişim talebi üzerine Ekim-Kasım ayına kadar süre tanıdığı altı belediye başkanından biri olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş 22 Eylül’de istifa ediyor. Bu istifalarda FETÖ etkisi tartışılmaz. Sıradan vatandaş sadece Bank Asya’da hesap açtığı için memuriyetten atılırken birçok AKP’linin veya birinci dereceden yakınının bu tasfiyelerden nasibini almaması halkı öfkelendiriyordu.

Sürenin sonuna kadar istifaya direnen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, 28 Ekim’de 23 buçuk yıl sürdürdüğü görevinden istifa ediyor. Gökçek:

“Başarısız olduğumu düşündüğüm için değil, yorgun olduğumu düşündüğüm ya da herhangi bir başka kaygı nedeniyle değil, sadece ve sadece, ülkemi lider ülke yapacağına inandığım Recep Tayyip Erdoğan’ın talebini yerine getiriyorum”

Erdoğan metal yorgunluğunu en çok kendi üzerinde hissediyordu belki de ve “Artık yönetemiyorum, ben sizi bırakamıyorum, siz beni bırakın, düşün artık yakamdan” diyerek halka bir mesaj gönderiyordu. Halk mesajı alacak, 2019 yılındaki ilk yerel seçimde İstanbul ve Ankara BB başkanları için ana muhalefet partisi başkan adaylarına şans verecek ve AKP için çöküş dönemi başlayacak. 

25 Ekim 2017 tarihinde Meral Akşener liderliğinde “İYİ Parti” kuruluyor. Parti logosu güneştir ve parti ismi Kayı boyu bayrağından esinlenilerek yazılmıştır. AKP’nin yozlaşması sonucu ülkede oluşan merkez sağ parti boşluğunu doldurmak üzere doğru zamanda doğan İYİ Parti, bana göre patlayan ampulün yerine geçmesi ve daha uzun ömürlü olması temennisi ile tasarlanmıştır, bu yüzden simgesi “Güneş” olarak seçilmiştir. Parti kodlarında pilav üstü az kuru misali merkez sağ ve biraz da milliyetçilik olacağı beklenmiştir ancak süreç içerisinde milliyetçi söylemin ağır basması sonucu kuru içine az pilav tadı vermiş, merkez sağda oluşan boşluğu dolduramamış ve en az yüzde 40’a tekabül eden merkez sağ seçmenin beklentisini karşılayamamıştır.

ABD’nin İran’a nükleer programı nedeniyle uyguladığı ambargoyu delmek için İran’lı iş insanları ve Türk hükümetinden bazı bakan ve üst düzey yöneticiler arasında rüşvet ve ticaret ilişkilerini yürütmekle suçlanan Rıza Sarraf’a ABD’de dava açılıyor. Aralarında eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla ve eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın da bulunduğu dava ABD’de görülmeye başlanınca ABD ile hükümet arasında ilişkiler geriliyor. Sarraf’ın tanık olarak dinlendiği duruşmalarda Sarraf’ın rüşvet iddiaları Türkiye’de gündem oluyor ancak yine bütün günahların atıldığı kuyudan beklenen ses gelmiyor.

21 Aralık’da Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu kamuoyunda Man Adası davası olarak bilinen davaların açılmasına sebep olan bir konuyu gündeme getiriyor. Kılıçdaroğlu partisinin grup toplantısında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu, kardeşi, eniştesi, dünürü ve eski özel kalem müdürünün “vergi cenneti” olarak nitelenen Man Adası’ndaki off-shore hesaplara 2011’de 18 milyon dolar para aktararak vergi kaçırdığını iddia ediyor. Erdoğan’ın olayı reddetmesi sonrası Kılıçdaroğlu para transferi yapıldığına dair belgeleri açıklıyor ve her iki taraf da konuyu yargıya taşıyor. Kılıçdaroğlu aleyhine üç ayrı tazminat davası açılıyor. 

Temmuz 2020’de İstanbul Anadolu 20. Asliye Hukuk Mahkemesi kararında Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Recep Tayyip Erdoğan’a 150 bin, Özdemir Bayraktar’a 60 bin, Esra Erdoğan’a 22 bin, Sümeyye Erdoğan’a 22 bin, Bilal Erdoğan’a 20 bin, Ahmet Burak Erdoğan’a 16 bin, Mustafa Erdoğan’a 15 bin, Sadık Albayrak’a 14 bin, Ziya İlgen’e 14 bin, Orhan Uzuner’e 13 bin, Osman Ketenci’ye 13 bin TL olmak üzere toplam 359 bin TL manevi tazminat ödemesine karar veriyor. 

Bir diğer davada, İstanbul Anadolu 5. Asliye Hukuk Mahkemesi kararında Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Recep Tayyip Erdoğan’a 110 bin, Ahmet Burak Erdoğan’a 15 bin, eniştesi Ziya İlgen’e 17 bin, kardeşi Mustafa Erdoğan’a 25 bin, dünürü Osman Ketenci’ye 20 bin, iş insanı arkadaşı Mustafa Gündoğan’a ise 10 bin, toplam 197 bin TL manevi tazminat ödemesine karar veriyor.

CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun banka dekontlarını göstererek ortaya attığı iddia sonrası açılan davalar Yargıtay tarafından karara bağlanıyor. Yargıtay davalardan ikisine “ret” kararı verilmesi gerektiğini kaydediyor, Üçüncü davada ise tazminat miktarının düşürülmesi için bozma kararına hükmediyor. Kararda, “Davalı yanca dayanılan belgelerin sahteliği hususunda da herhangi bir tespit bulunmamaktadır” ifadeleri yer alıyor.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun avukatı Celal Çelik:

“Bu kez Yargıtay, Erdoğan’a ders verdi! Man Adası davalarında da Genel Başkan Kılıçdaroğlu haklı çıktı ve kazandık! Suç işleyen sözde hâkimlerce (üç davada) verilen yüzbinlerce TL’lik kararlar Yargıtay tarafından bozuldu! Kazanmaya ve ders vermeye devam edeceğiz! Sözümüz söz!”

AKP’li yıllara içeriden bakış (16): Beterin beteri

AKP’li yıllara içeriden bakış (15): Kanlı kampanya

AKP’li yıllara içeriden bakış (14): Better Call Erdoğan

AKP’li yıllara içeriden bakış (13): Gezi

AKP’li yıllara içeriden bakış (12): Kurda merhamet etmek kuzuya zulümdür

AKP’li yıllara içeriden bakış (11): Hayaldi, gerçek oldu

AKP’li yıllara içeriden bakış (10) – Metastaz

AKP’li yıllara içeriden bakış (9) – İlk kurban

AKP’li yıllara içeriden bakış (8) – Bitmeyen kavga

AKP’li yıllara içeriden bakış (7): Bizim derdimiz başka

AKP’li yıllara içeriden bakış (6): İnşaat ya Resulallah

AKP’li yıllara içeriden bakış (5): Cumhuriyet yaptı, AKP sattı

AKP’li yıllara içeriden bakış (4): Dünyada mekan, ahirette iman

AKP’li yıllara içeriden bakış (3): Herkesin başbakanı

AKP’li yıllara içeriden bakış (2): “Ayrı bir parti değil, yeni bir parti”

AKP’li yıllara içeriden bakış (1): Partinin doğuşu

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.