Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Berrin Sönmez yazdı – Yozlaşmanın seçim sonucuna etkisi: Konca Kuriş ve Cumartesi Anneleri

Anayasa Mahkemesi hak ihlali kararı verdiği halde Cumartesi Anneleri’ne yönelik polis saldırısı ve gözaltılar sekiz haftadır tekrarlanıyor. Biz tuhaf bir ülkeyiz. Anayasa ihlali ile aday olan cumhurbaşkanına engel olunmamışken AYM kararının polis müdahalesini önlemesini bekliyoruz. En hukuksuz olanın hak sayıldığı, en haklı olanın suçlu ilan edildiği yönetim anlayışı seçimin ikinci turuna giderken de pervasızca sürdürülüyor ya, buna şaşırmamak mümkün değil. Hem insani, vicdani hem hukuki gerekçelerle barışçıl oturma eylemi yapan Cumartesi Anneleri bu hafta da engellendi ve gözaltına alınanlar oldu. İktidarın yıllardır terörize ettiği bu haklı ve insani eyleme rağmen iktidarda kalması şaşırtıcıydı ama iki seçim arasında yapmaya devam etmesinin izahı bende yok. Kamu görevlilerinin suçu gizlenerek, yargısız infazlara itiraz edip yakınlarının akıbetini bırakın, cenazesine ulaşmak isteyenlere karşı şedit gücünü kullanması ve bunu seçim arifesinde dahi sürdürmesi, hukuk tanımazlığın ötesinde bir şey. Adalet arayışını suç saymanın nedeni suç bastırmak. Bu kadar basit. Ancak suç bastıran devlet olduğunda basit diyerek geçmek imkansız. Katmerli adaletsizlik iktidarın oy kaybında pay sahibi ancak muktedir bunun farkında değil. Muhalefet partileri ve kitlesel muhalefet ne kadar farkında, o da pek belli değil.

Devletin, zor gücüyle Emniyet’te gözaltına aldığı insanların hiç de emniyette olmadığı, herkesin bilip çoğunluğun sustuğu gerçeklerden. Çevik Kuvvet kalkanıyla çevrelense de o görünmez dar alanda olanları herkes biliyor, gerçek yok olmuyor. Sadece susuluyor, sadece inanılmış gibi yapılıyor. Bilip de susmanın verdiği kekremsi tat, yıllar geçtikçe acılaşıyor insanların içinde. Çokları fark etmese de zehirliyor zamanla bünyeyi ve bulaşıyor topluma. Verdiğin nefesin zehirlediği atmosferden aldığın nefes daha bir çürütüyor içini. Bilip de susmanın, yok saymanın, olmamış gibi yapmanın zehirlediği atmosfer hepimizin eseri kısacası. Fotosentez misali havayı temizleyense hak savunusu ve adalet arayışı. 14 Mayıs’ın gösterdiği gerçekler arasında sayılması geren unsurlardan birisi adalet arayışının toplumun yarısına hayli yaklaştığı. Adaletsizlikler karşısında susanların da toplumun yarısını aşmadığı. Adalet talebinin bastırılmasıyla ortaya çıkan cezasızlık illetinin zehirlediği atmosferimizi temizlemek için hayli yol alınmış gibi görünüyor. Belki ikinci tur oylamasına bir hafta kala böylesi pervasızca Cumartesi Anneleri’ne yapılan İçişleri müdahalesi zehiri yayma niyetiyle gerçekleşmiştir. “Aman cesaret değil korku bulaşsın” demiş olabilir korku ikliminden güç devşiren iktidar. 

Nitekim kendisini İslami feminist olarak tanıtan Konca Kuriş ve onun gibi dindar olup farklı dini yorumlara sahip, cenazesine ulaşılmış toplam 41 kişiyi engizisyon tarzı işkenceli sorguyla öldüren Hizbullah üyelerinin yargısal ayak oyunlarıyla 2018’de serbest kalışı, korku iklimini tahkime yaramış olmalı. 90’ların bin 500 faili meçhul cinayetinde de payı var bu örgütün. Ancak mezar evlerde bulunan 41 cenazenin büyük kısmı dindarlara ait. Konca Kuriş 1998 yılında evinin önünden kaçırıldıktan 555 gün sonra cenazesine ulaşılmış bir kadın. Ve Hizbullah camiasının vahşi terörist kolu tarafından domuz bağıyla işkence edilerek sorgulandığı ve öldürüldüğü anlaşıldı. Hizbullah camiasına uymayan dini yorumlarından tövbe ederek vazgeçmesi amacıyla işkence yapıldığı da çıktı ortaya. Bu nedenle engizisyon benzetmesi abartılmış bir yorum değil. Konca Kuriş ve diğer maktullere yapılanları bilmeyen olduğunu sanmıyorum ancak hatırlatma ihtiyacı duyuşum, o bilip de susma hastalığına dikkat çekmek için. Hakikate sessizlik yozlaştırıyor hem siyasi ahlakı yok ediyor hem toplumda vicdani çürüme ile gösteriyor kendisini. Adalet arayışını ahirete havale eden bir dindarlığın dinden fersah fersah uzaklaşmak olduğunu da unutma eğiliminde toplum. İslam, Müslümanlar’a adil şahitler olma yükümlülüğü vermişken yaşarken bu emri yerine getirmekle yükümlü olanlar kendi sorumluluklarını Allah’a iade ediyor. Tabir yerindeyse günümüz Müslüman bilinci “Bana emredeceğine kendin yap” demiş oluyor Allah’a. Zihinler çürüyor böylece ve düşünmek yerine inanmak, itaat etmek kolaycılığı çıkıyor karşımıza. Oysa “Adil şahitler olunuz” emri “kendinize ve sevdiklerinize zararı dokunacak olsa bile, düşmanınıza, ötekine fayda sağlayacak olsa bile” vurgularını içerir. Bu emir doğrultusunda bakınca adalet arayışının kutsandığı görülür. Ama dindarlık gerekçesiyle adalet arayışı suçlandığı gibi dindarların dindarlık tarzını beğenmeyenlerce katledilmesi de cezasızlıkla ödüllendirilip, dindarlık gerekçesiyle adalet öldürülüyor, dindarlık iddiasındaki iktidar tarafından. Yozlaşmanın zirvesinde seçimin demokratik niteliklere uyumlu olması beklenmeyeceği gibi sonuçları da ortada. Ümit veren ise tüm bunlara rağmen düşük bir oranla dahi olsa toplumun yarısından az kalması bu yaklaşımın.

Hizbullah’a terör örgütü diyemeyen, vahşi cinayetleri “savunma” olarak isimlendirip, engizisyon işkencesini meşrulaştıran HÜDA PAR’ın ortaya çıkışı, Hizbullah davalarının başlamasından sonraya rastlar. Katillere verilen cezaları dahi din karşıtlığı olarak görürler. Konca Kuriş ve onca insanı öldürme eylemleri gözlerinde hala meşru denilebilir. Sadece şimdi aynı yöntemleri kullanmayacaklarını söylüyorlar, o kadar. Yıllar sonra yakalanıp, uzun dava süreciyle ağır cezalara çarptırıldı pek çok sanık. Ancak hüküm sonrası Yargıtay onaması on yıl boyunca gerçekleşmediği için 2018 seçimlerinden az önce salıverildiler. Şartlı tahliye idi aslında cezaevinden çıkış gerekçeleri ancak basında çıkan haberlere göre tahliye edilen onlarca isimden bir kere bile denetimli serbestliğin şartı olan karakola imza verme yükümlülüğünü yerine getirmediler bile. Aranıyor olmaları gereken faillerden birisi 2022 Kasım ayının ilk haftasındaki bir çalıştayda vakıf başkanı olarak açılış konuşması yapabildi. AKP akıl hocalarının da katıldığı çalıştayın en önemli konuklarından birisi Taliban Sözcüsü’ydü. Cezaevinden çıkışlarında gösterilerle karşılananların hiç de aranmadığını, kayırıldığını düşünmek için elimizde pek çok neden var. Hatta bu seçim sürecinde yaşlılık gerekçesiyle Cumhurbaşkanı affına mazhar oluverdi bir Hizbullah hükümlüsü de.

Vahşi cinayetlerin failleri bile bunca kolay yöntemler uygulanarak topluma salıverildiği için insanlar, doğruya doğru, yanlışa yanlış diyemiyor. Tam da Muaviye’nin Kur’an sahifelerini mızrak ucuna taktırarak savaş alanına sürdüğü askerler gibi bir işleve sahipler şu an. İsimlerini görünürde bir parça değiştirip partileştiler çünkü. Arapça “Allah’ın Partisi” anlamına gelen Hizbullah ismi yerine kısaltılmış hali Farsça Allah’ın partisi anlamına gelen HÜDA PAR (Hür Dava Partisi) ismini aldılar. Seçim meydanlarını, “sandıklar bize emanet” beyanlarıyla doldurdular. Mızrağın ucuna Kur’an yaprağı takan bu “askerler” Muaviye’nin “dişi deveye erkek deve diyen on bin adamı” hükmünde. Seçim sürecindeki dini dayatmalar, cami avlusunda miting, içinde Diyanet memurlarınca propaganda kamu kaynakları ve otoritesi, sahte videolarla AKP ve Erdoğan içine aldığı vahşi teröristlerle birlikte, muhalefeti terörle suçladı bu zehirli atmosferde. 

Ve tüm bunlara rağmen kazanamadığı için korku iklimini büyütmeyi seçti ikinci tura giderken de. Hem de parti adına konuşanların, AKP küskünlerini geri kazanmak için “bundan sonra ılımlı yönetim” yemi atmasına rağmen hiçbirisi kazanmasına yetmedi. İkinci turda oy kullanırken hatırdan çıkarılmaması gereken gidişatı seçim meydanlarında görmek mümkün. Hem Erdoğan’ın hem AKP’nin oy kaybıyla yakından ilişkili olmalı bu gidişat. Korku unsuruyla oy toplamaya çalıştığı için seçime bir hafta kala bile topluma sopa göstermeyi seçiyor iktidar. 

Siyasetin kilitlendiği yerde illa ki bir anahtar olur. Şu an Ata İttifakı ve Sinan Oğan anahtar konumunda ancak hala hangi kapıyı açacakları meçhul. Sinan Oğan seçmeni bunları bilmez değil kuşkusuz fakat önceliklerinin neler olduğunu bilmek mümkün görünmüyor. Bilinen sadece bu seçmenin takınacağı tutumla iki ihtimalden birisini gerçekleştirme şansına sahip olduğu: Atatürkçülük adı altında gösterdikleri tepkiyi Kılıçdaroğlu’na yöneltmeleri veya sandığa küsmeleri halinde güvenlikçi ve radikal dinci diktatörlük bu kapıdan kolayca içeri girecek. Veya Kılıçdaroğlu desteklenirse, mevcut seçmen ve partiler de kararlılıkla, tüm güçleriyle çalışırsa tablo değişir. İlk turda durdurulan Erdoğan, ikinci turda geride bırakılabilir. Hala masada olan bu ihtimal gerçekleşirse meclis aritmetiği ile ortaya çıkan potansiyel tehlike kısmen önlenebilir. Kim bilir, belki de yürütmenin diğer partide olması sayesinde demokratik denge denetleme mekanizması kısmen ve fiili olarak, seçmen oyuyla kurulmuş sayılabilir. Demokratikleşmeye doğru yol alma ihtimaline kapı açmak yönünde küçümsenmeyecek bir şans hala mevcut. Bir bakıma her türlü eleştiriyi içeren, muhalefet etme imkanı sunan düşünce ifade özgürlüğünü geri almak için Kılıçdaroğlu’nu desteklemek gerektiği hatırda tutulursa kızgınlıklar bir hafta ertelenip sonrasında dile getirilebilir demek bile yeterli olur demokratikleşmeye doğru yelken açmak için.

e-posta: berrin.sonmez@hotmail.com

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.