Kemal Can yazdı: “Yeni siyaset” nedir, kimi rahatsız eder?

Seçim sonrasındaki siyaset tartışmalarının merkezine yerleşen CHP, adaylık açıklamalarının geçici hareketlendirmesiyle gündemdeki yerini korudu. CHP, ana muhalefet partisi olmasının yanında -öteden beri- hakkında en kolay ve en çok konuşulan parti olmak gibi bir özelliğe sahip. Herkesin CHP’nin ne olduğu ve daha önemlisi ne olması gerektiği hakkında bir fikri var. Mesela araştırma şirketlerinin, partili partisiz bütün seçmene “başında kimi görmek istersiniz” diye anket düzenlediği tek parti, CHP galiba. İktidar partisi sözcüleri bile “kuruluş ayarlarından” ne kadar uzaklaştığı konusunda hararetli fikirler ileri sürüyor. Elbette son birkaç seçimde muhalefetin sürükleyicisi ve alınan sonuçların doğrudan sorumlusu sayılmasıyla bununla yakın ilişkisi var. Ancak senelerce, koruyucu bir kalkan sanılarak fazla müracaat edilen kurucu parti (veya -negatif versiyonu- devlet partisi) iddiası, yine uzun bir süre “hizipler partisi” sayılması, bu pozisyonu taze olmaktan çıkarıyor. Aslında bir partinin, çok konuşulması önemli bir şans (belki zenginlik) ama bazen bu avantaj, makus kadere (kısır gündemin sığlığına) dönüşebiliyor.

Özgür Özel’in adaylığını açıklarken kısmen okuduğu ve basına dağıttığı “tutum belgesi”; yenilik iddiasına, “yeni siyaset” vurgusuna rağmen kronikleşmeye başlamış bir tavrı devam ettiriyor: Söyleyeceğine odaklanmak yerine kendini izah etmek, ilgi çekmek yerine eleştirileceklere cevap (veya baraj) üretmek. Fabrika ayarlarına (altı ok) çok güvenenlerin endişe ve eleştirilerine cevap, değişim talebine ise “nasıl” kısmına atlayarak yüksek hedefler ve eskiye yüksek eleştiriler sunmak. Bu yazıda Özel’in ortaya koyduğu tutum belgesini değerlendirmek niyetinde değilim. Hatta metin, tıpkı daha önce muhalefet ittifakının çıkarttığı pek çok metinde olduğu gibi -zaten öyle hazırlandığı için- pek de yanlış içermiyor. Hiç kimsenin itiraz etmeyeceği metinler çıkartmak, herkes için kabul edilir aday bulmak gibi bir şey. “Herkese biraz”, kimseyi rahatsız etmeyecek bir durum sayılabilir ama arkasına düşülecek bir heyecan oluşturmuyor. Buradaki mesele, ortaya koyulan metinlerin veya öne çıkartılan adayların vasıflarıyla ilgili değil aslında. Olması için çaba harcanan şey (kimseyi rahatsız etmemek), kimseyi cezbetmemenin asıl sebebi. Rahatsız edenler ise hep kazanıyor.  

Ana muhalefet partisi olmanın yanında muhalefetin lokomotif partisi sayılan CHP’nin iyi yönetilmesi, memlekete demokrasi getirme iddiasını kendini demokratikleştirerek inanılır kılması elbette önemli. Fakat muhalefetin veya siyasetin sorununun sadece bu olduğundan ne kadar eminiz. Başarısızlıkları, yanlış isimler veya -engellenememiş- hatalar üzerinden tarif etmenin konforlu bir tarafı var. Hele sonuç üzerinden konuşunca iş çok daha kolay. Kaybedilmiş maçın hangi oyuncularla veya sistemle kazanılacağı, teste girmeden tartışılmaz hakikat haline getirilebilir. Ancak “yeni siyaset” diye bir şeyden bahsedeceksek, başta kendimizi ikna edecek sağlamlıkta bir neden sonuç ilişkisi kurmak gerekir. Dünyanın birbirinden farklı pek çok coğrafyasında, birbirinden tamamen ayrı siyasi serüvenlerin içinde, aşırı benzer sonuçların ortaya çıkması, “siyasi kriz” denilen şeyin küresel bir kabusa doğru ilerlemesi, bunu bir tercih olmaktan çok zorunluluk haline getiriyor. Belki bu noktada tercih çatalını biraz daha geriye taşımak ve sonra iddiaları tartışmaya başlamak gerek: Ya mevcut siyasetin imkanlarından çare aranacak ya da yeni bir siyaset kurulacak.  

Siyasetin tercihler ve öncelikler mücadelesinden bir yönetim performansı haline getirilmesi, bugün yaşanan küresel krizin en önemli nedenlerinden biri. Vahşi kapitalizmin yeni sürümü ve aslında açık bir azgınlık olan neo-liberalizm, karşısındaki her şeyi eski, geçersiz, akıl dışı ve aşırılık etiketiyle baskılamayı becerdi. Üstelik bunu yaparken kendisini makul, rasyonel ve uyumlu gösterdiği için kendisi dışındaki her şeyi “uyumlu”, “yumuşak başlı” olmaya mecbur bıraktı. Sert mücadelelerin yarattığı uzlaşmanın yerine, sisteme teslimiyet ön koşulu geldi. Bunun kaçınılmaz sonucu, -gerçekçi veya samimi olup olmadığından bağımsız olarak- “düzen değiştirme” iddiasının, yerini “daha iyi (ya da uyumlu) yönetmek” yarışına bırakmasıydı. Siyaset, süreç içinde profesyoneller, siyasi iletişimciler (giderek reklamcılar) ve kerameti kendinden menkul danışmanların elinde gayet kapalı bir özel iş haline geldi. Özetle sistem, bütün siyaset alanını kendine benzetmeyi başararak “tehlikelerden” korundu. Demokrasi, özgürlükler ve siyasetin kurumsal kapasitesi, sistemin devamı için fonksiyonel gerekler haline dönüştürüldü, kalabalıkların ihtiyaç ve taleplerinden uzaklaştı.   

Otoriterleşmenin küresel sistemi rahatsız eden bir anomali olarak işaret edilmesi, bugünlerde çok yaygın bir okuma. Bunun lokal versiyonu da defalarca duvara toslamış olmasına rağmen “merkez siyasette toparlanmanın”, otoriterleşmenin ilacı olarak sunulması. Küresel bir dinamik haline gelen kutuplaşmanın ve aşırılıkların belirleyiciğinin artmasının, siyasi krizin bir komplikasyonu olarak değerlendirilmesi mümkün elbette. Ancak dünya ekonomik sisteminin, otoriterleşmeden çok rahatsız olduğu ve ekonomik büyümenin demokrasiyle paralel olduğu iddiası, pek çok örnekte doğrulanmıyor. Özellikle pandemi sürecinde aksi işaretler çok daha belirgindi. Ayrıca bunun sistemin kendini korumak için geliştirdiği yeni bir konsolidasyon süreci olduğuna dair gayet ikna edici tezler söz konusu. Bunlara ek olarak otoriterleşmenin sürükleyicisi kutuplaştırma dinamiklerinin karşı durulması hatta cepheden mücadele edilmesi gereken bir durum olmaktan çıkartılıp tıpkı kırk  sene önce olduğu gibi, “karşıtlarını kendine benzetme” yeteneği edindiğini görüyoruz. Bu, Türkiye’de seçim yenilgisinden çıkarılan derslere bakınca iyice belirgin hale geliyor.    

Kimseyi rahatsız etmeyen, herkese biraz -ama yetmeyecek kadar- cevap temin eden, anlamsız ortalamalara ve “geçerli” vasata uyumun öncelendiği aktör ve “iddalar”, belki birilerine geçici bazı galibiyetler getirebilir. Fakat bunun “yeni bir siyaset” olarak sunumu pek mümkün değil. Kalıcı bir değişiklik enerjisi ve siyasetin yeni bir zemine taşınması için siyasi irade kronolojisinin değişmesi gerekiyor. 2023 seçimlerinde başta ekonomi olmak üzere pek çok alanda, muhalefetin kötü yönetenlerin (liyakattan kopmuş) değiştirilmesine indirgenmesi önemli bir iddia eksiğiydi. “Çıkarılan derslerde” ise iktidarın taarruzlarına dayanıksızlığın fazla içselleştirildiğini (veya zaten olanın iyice pekiştiğini) izliyoruz. İkinci tur öncesindeki pazarlık ve gizli protokoller, hala devam eden danışman krizleri ve Sezgin Tanrıkulu hadisesinde gördüğümüz tutum veya tavırsızlık açık örnekler. Bu haliyle Türkiye’nin yaşarken de sonrasında da doğru dersleri pek çıkarmadığı 90’lı yılların yeni bir versiyonuna sürüklenmek şimdi daha yüksek olasılık. Bunun çaresi, çıkarılacak ders başlıklarını fazla yerel ve dar alanda tarif etmekten vazgeçmek olmalı. Birilerini rahatsız etme ama onların kim olacağına doğru karar verme zamanı gelmiştir belki de. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.