Tüm dünya 7 Ekim Cumartesi günü Hamas’ın İsrail’e başlattığı terör saldırılarının yarattığı dehşet ortamına uyandı. Son derecede planlı ve geniş kapsamlı yapılan bu saldırı, özellikle Yahudilerin bayram günü organize edilen müzik festivalinin katılımcılarını hedef almasıyla, ardından sivil yerleşim alanlarında rastgele yapılan katliamlarla tüm dünyada infial yarattı. Gerek siyasiler, gerekse sıradan insanlar bu yaşananlara nasıl tepki vereceklerini şaşırdılar. Zira yaşananlar insanları hafızalarının alacağı türden değildi. Hatta akıl ve mantık dışı olarak nitelemek bile mümkündü.
Elbette sivillere karşı yapılan bu saldırıları kabul edebilmek mümkün değil. Hamas’ın yaptıkları tam manasıyla bir terör eylemi. Bu saldırıyı kınamak hem ahlaki manada, hem de insani bakımdan yapılması gereken bir şey.
Ama ya sonrasında İsrail devletinin yaptıklarını nasıl nitelemeli?
Hadi Hamas’ı kınadık ve lanetledik diyelim. Malum o temelleri itibariyle terörü siyasi bir araç olarak kullanan bir örgüt. Ama karşısındaki İsrail bir devlet.
Devlet olmak siyasi ve ekonomik manada toplum üzerinde “hükmetme” gücüne sahip olmak anlamına geliyor. Ama bir toplumu devlet yapan hükmetme erkinin dayanağı hukuktur. Modern toplumlarda bu erkin kullanımı için gerekli meşruiyet, kaynağını ilahi güçlerden değil, insan yapısı hukuktan alır. Devletlerin yapacağı eylemlerin de sınırı hukuk ile çizilir. Zaten bu da toplumu bir arada tutan devlet olmanın en önemli özelliğidir. Terör örgütlerinin eylemlerini sınırlayan böyle bir kısıt yoktur. Zaten onların amacı da hukukun belirlediği bu sınırları tanımadan, kendi düşünceleri doğrultusunda yeni sınırlar tanımlamak ve bunu tüm topluma kabul ettirebilmektir.
İsrail devletinin bu kanlı terör eylemlerine verdiği tepkinin evrensel hukuk kurallarının sınırlarını aştığını düşünüyorum. Bu hukuk tanımazlığın Arap ve Yahudi toplumlarının gelecekte barış içinde yaşamasının tüm nesnel ve manevi olanaklarını ortadan kaldırmaktadır. Bu da, uluslararası hukuku hiçe sayan Netanyahu hükümetini bir devlet yönetiminden sorumlu hükümet olmaktan, Hamas muadili bir terör örgütüne dönüşmesine neden olmaktadır.
Bu yaşananlara asıl dramatik özellik kazandıran gelişmeler hem bizde, hem de Müslüman bazı ülkelerde yaşananlarda gizlidir. Çok uzun zamandır süre gelen bu sorunun zaman içinde kazandığı yeni içeriğin diğer ülkeler bakımından iyi anlaşılamamasıdır. Yaşananlardan ötürü akıl ve mantığın yitirilip yerine sorunun çözümü yönünde hiçbir katkı üretmeyen hamasetin tercih edilmesidir.
Bunlardan biri de 2000’li yıllar boyunca ülkemizde ve Orta Doğu’da etkin olan Siyasi İslam ve onun etrafında geliştirilen siyasi ideolojiye yüklenen farklı anlamlar ve buna dayanarak oluşturulan tepkilerdir.
Filistin sorunu olarak bildiğimiz bu sorunu, geçmişten farklı olarak bugün sadece bir toprak sorunu olmaktan çıktığı gerçeğini görmeden, kimi yorumcular tarafından Hamas’ın temsil ettiği düşünce ekseninde Siyasi İslam savunusuna ve/veya eleştirisine indirgendiği görülmektedir. Hatta bazı yorumlar konuyu siyasi İslam’ın ülkemizde ve dünyamızdaki örneklerinden yola çıkarak başarısızlığına dayandırmaktadır. Kanımca “Siyasi İslam ideolojisi” Filistin meselesinde karşılaştığımız sadece bir kısmını açıklamaktadır. İslam dünyasında son zamanlarda yaygınlık kazanmış bir ideolojinin Filistin’deki yaşanış şeklidir. Hamas ise kurumsal düzeydeki bu düşüncenin oradaki temsilcisidir. Kanımca Hamas’ın ve Siyasal İslam’ın Filistin sorununun tamamını açıklama gücü yoktur.
Hatta ülkemizdeki bazı kişi ve kurumlar, İsrail’in son zamanlarda yaptığı haksızlıklara karşı yine siyasi İslam’ı bir politika aracı olarak gündeme getirip Hamas ile birlikte İsrail’e karşı savaşacak, tükürükleriyle İsrail’i boğabilecek sayıda Türk vatandaşlarını toplayabileceklerini iddia ederek sebepleri itibariyle son derecede karmaşık olan bu sorunu basite indirgemeye çalışmakta, vülgarize etmektedirler.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Bunu yapabilirler mi geçekten bilemiyorum.
Ama bildiğim bir şey var ki, o da “siyasi İslam” düşüncesinin Filistin halkı için anlamı ve fonksiyonu bizim gibi ülkelerdekinden çok farklı olduğudur. Yani siyasi İslam her yerde aynı anlamı temsil etmiyor; aynı fonksiyonu icra etmiyor. Bu husus genellikle siyasi yorumlarda ihmal ediliyor.
Filistin sorununun tarihi çok eskilere dayanıyor. Dolayısıyla bunca zamandır Hamas bu sorunu sahiplenen tek örgüt değildi.
II. Dünya Savaşının hemen ardından ortaya çıkan yenidünya düzeninde kendisine de yer bulmak isteyen Filistin halkı kendi ulusal kimliğini merkezine alan bir devlet kurma arayışına girmişti. Yaser Arafat ve arkadaşlarının liderliğinde kurulup geliştirilen Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) zaman içinde bu mücadelenin simgesi olmuştur. Soğuk savaşın hâkim olduğu, iki kutuplu bir dünya da FKÖ, bir milletin özgürlük mücadelesinin temsilcisi olarak tüm dünya tarafından kabul edilmişti.
FKÖ bu mücadeleyi yaparken, ideolojik manada iki kutuplu dünyanın soluna daha yakın bir duruş sergiledi. Marksist ideolojiden beslenerek uzun yıllar Filistin halkının kurtuluş mücadelesini verdi. Hatta bu özelliğinden dolayı ülkemizdeki birçok solcu siyasetçi ve eylemcinin uğrak yeri haline geldi FKÖ’nün askeri kampları. Bu birlikteliğin ortak paydasını sosyalizme karşı benzer bir duruşa ve düşünüşe sahip olmak oluşturmaktaydı.
Ancak 1990’larda sosyalist pratiğinin SSCB özelinde başarısızlığı, FKÖ ile birlikte dünyadaki birçok sol tandanslı halk mücadelesini ideolojik manada boşluğa düşürdü. Sosyalist düşünce bir üst yapı kurumu olarak ve siyasi mücadelelerde temsil ettiği ilkeleri referans alarak, kitleleri bir arada tutan araç olmaktan uzaklaştı.
Filistin özelinde ise bir yandan İsrail tarafından uygulanan baskılar, bir yandan da kısa zamanda sonuç alınamayan bu mücadelenin yarattığı ekonomik ve siyasi belirsizlikler insanları yeni arayışlara yöneltti. İsrail’in sistematik olarak uyguladığı baskılarla birlikte, 1960’lardan beri süren ve insanların refahına etki edecek anlamlı bir başarı bile elde edilemeyen bu mücadele, iktisadi bakımdan Filistin halkının fakirleşmesine, yoksullaşmasına yol açtı. Dünya büyür ve zenginleşirken, bu zenginliklerden yeterli payı alamayan bir halk yarattı. Elbette bu da siyasi manada yeni arayışları tetikledi.
Artık mücadele edilmesi gereken tek amaç Filistin milliyetçili etrafında oluşturulmuş bir ulusal devlet kurma arayışı olamazdı. Bu uzun dönemli hedef olarak korunurken, kısa dönemde de insanların aruz kaldıkları fakirlik ve yoksunluklarla mücadele edilmesi gerekiyordu.
Filistinli gençlere bir gelecek umudu vermek gerekiyordu. Onlara benzerleriyle rekabet edebilecekleri kaliteli bir eğitim ve istihdam imkânı yaratabilmek gerekiyordu. Halka kaliteli kamu hizmetlerine erişim imkânı sağlamak siyasi manada kamuoyu rızası üretebilmek için zaruri hale geliyordu. Tek başına gelecekte zamanı belli olmana bir zamanda kurulacak bağımsız Filistin devleti fikrinin halk toplumu bir arada tutmada başarılı olması pek mümkün görülmemiştir. Sorun her geçen gün yeni bir boyut kazanırken, çözümü de bir o kadar karmaşık bir hal almıştır.
Böyle bir durumda her zaman olduğu gibi kısa dönem uzun dönemi hedeflerin önüne geçmiştir.
Bu arada halk bir yanda ekonomideki yokluklar, diğer yanda sonuçlarını uzun dönemde alabileceğiniz siyasi bir zafer arayışı için yapılması gereken fedakârlıklar arasında sıkışmıştır. İçinde yaşamaya mecbur kaldıkları İsrail toplumunun sahip olduğu refah onlar için öykünülecek bir kriter olmaya başlamıştır.
Bu yeni ekonomik gerçekler zamanla Filistin halkının yürüttüğü bağımsızlık mücadelesinin yeni motivasyon kaynakları haline gelmiştir. Bu mücadele tarihsel olarak uzun vadede bağımsız bir devlet arayışını içerse de, kısa dönemde zorunlu olarak bir “refah mücadelesi” haline evrilmesine yol açmıştır.
Bağımsızlık konusunda belirsizlik hâlâ devam ederken, Filistin halkının insani ihtiyaçlarının giderilmesi, belli bir refah talebinin karşılanması zaruridir. Ancak sorun, bunu kimin, hangi kaynaklarla ve nasıl gerçekleştireceği sorunudur. Hiç kimse bunlara kafa yormazken, zaman zaman alevlenen bu sorun karşısında hamasi söylemlerle inisiyatif almayı ertelemektedir.
Filistin halkının refaha erişimini engelleyen önemli kısıtlar ise bu refahı üretecek kurumların inşa edilememesi ve bunun sonucunda ortaya çıkan yeterli siyasi ve hukuki kabiliyetin oluşturulamamasıdır.
Hamas, işgal altında kalmış bir halkın refah taleplerine karşılık vermek, onların gündelik hayatlarının kalitesini arttıracak kamu hizmetlerini üreterek, bu hizmetlere erişim imkânlarını geliştirmek amacıyla, ideolojik temellerinden mahrum kalmış FKÖ’nun yerine geçmiş siyasi bir oluşum olarak düşünülebilir.
Onların temsil ettiği siyasi İslam ideolojisi ise Filistin halkı özelinde refah arayışının ve yoksullukla mücadelenin bir üst yapı kurumu olarak kullanılmış ve yaygınlık kazanmıştır.
Hamas’ın bu yöndeki faaliyetlerinin merkezinde sadece İsrail’deki Filistin halkı yer almamıştır. Aynı zamanda Ürdün ve Lübnan’da bulunan Filistinliler arasında da onay görmüş olan bu örgütlenme, Filistin halkının tek sorununun uzun vadede gelecek siyasi bağımsızlık olmadığını, aynı zamanda kısa dönemde hayatta kalabilmek için ve özellikle genç nüfusun talep ettiği refahı onlara temin etme zorunluluğundan ortaya çıkmıştır.
Ayrıca geçmişte referans alınan Marksist ideolojinin güç kaybetmesine rağmen, ideolojik manada siyasi İslam’ın sosyalist ekonomik pratikleri anımsatacak birtakım uygulamalarla ortaya çıkması bu hareketin halk arasında kök salmasına vesile olmuştur. Böylece her iki ideolojinin insanların gündelik hayatlarına etki edecek ilkeleri temsil edebilmesi bakımından birbirlerinin yerine ikame edilebilmesi ve bu şekilde yaygınlık kazanması da çok zor olmamıştır.
FKÖ ile başlayan bir özgürlük mücadelesi, artık Filistin halkının refah arayışına ve giderek yaygınlaşan yoksullukla mücadeleye dönüşmüştür. Mücadele eksenin bu şekilde kayması ve Marksizm’in uluslararası düzeyde ideolojik olarak güç kaybetmesi de, Hamas gibi bir örgütün ve onun temsil ettiği Siyasi İslam’ın önünü açmıştır. İşte bu niteliği ve siyasi İslam’ın Filistin halkı bakımından araçsallaşmasının nedenindeki bu farklılık, Siyasi İslam’ın o topraklarda farklı bir anlam yüklemiştir.
Bizim gibi ülkelerdeki Siyasi İslam ideolojisinin, refah mücadelesi bakımından ne kadar araçsallaştığı tartışmalı bir konudur. Ama bugün ülkemizde bir ideoloji olarak var olan siyasi İslam’ın iktisadi sistemdeki belli kesimler arasında gerçekleştirilen yeniden bölüşüm çabasını (ve rant arayışlarını) toplum nezdinde görünmez kılacak (ya da toplumun dikkatlerinden kaçıracak) bir örtü haline geldiği söylenebilir. Özellikle yoksulluğun ve gelir eşitsizliklerin yaygınlaştığı böyle bir dönemde Siyasi İslam ile karakterize olmuş bir ideolojinin, toplumun geniş kitlelerini kapsayacak bir refah arayışını sahiplenen özgün bir özellik göstermemesi bunun en güzel örneğidir.
Aksine geniş kitlelerin yerine, dar bir kitlenin, hatta “ruhban sınıfın” her geçen gün artan servetlerinin bahanesi haline gelmiştir. Siyasal İslam ise bir ideoloji olarak bu kesimlerin elde ettikleri servetin ve refahın meşruiyetinin kaynağı olarak kullanılmaya başlanmıştır.
O yüzden bugün ülkemizde Siyasi İslam düşüncesini sahiplenen kesimlerin bu düşüncelerinin Filistin halkının gerçek sorunlarına çare bulmaktan uzak, hamaset içeren düşünceler olmaktan öteye gitmesi mümkün değildir. Sadece Türkiye içinde kendi hükmettikleri kitlelerin kullanımına hizmet edecek bu siyasi çıkışların, Filistin halkının ekonomik mücadelelerine hiçbir katkısı yoktur. Savaş çığırtkanlığı yaparak, yoksulluğun pençesinde sıkışmış olan bu halkın refahını arttırmaya yönelik ise herhangi bir önerisi bulunmamaktadır.
Bu farklılıklar nedeniyle Türkiye’de bu hamaseti yapanların kendi ifadeleleri uyarınca, Filistin halkının bir tükürük mesafesinden çok ama çok daha uzakta oldukları anlaşılmaktadır.[1]
[1] Burada, daha önce “Mavi Marmara” olayının yaşanmasına yol açan eylemlerin kaynağı olan İHH’nın Genel Başkanı Bülent Yıldırım’ın son zamanlarda basında yer alan “Haddinizi bilin! Gönüllü asker hareketini başlatırsak bir tükürükle sizi boğarız!” şeklindeki ifadesi kastedilmektedir.