Ruşen Çakır’ın konukları Evren Balta ve Behlül Özkan: AKP 31 Mart’ta kalelerini CHP’ye neden kaybetti?

Uluslararası ilişkiler uzmanları Doç. Dr. Behlül Özkan ve Prof. Dr. Evren Balta, 31 Mart Yerel Seçimleri’nin ardından beraber yaptıkları saha çalışmasını Ruşen Çakır’a anlattı. Özkan ve Balta yaptıkları saha çalışmalarını anlattıkları “Kastamonu’nun derdi ne?” ve “Afyon’dan Ankara’ya: AKP’ye ne diyor, CHP’ye ne diyor?” AKP’nin 31 Mart’ta kalelerini CHP’ye neden kaybettiğini değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Merhaba, iyi günler. “AK Parti’nin kaleleri 31 Mart’ta CHP’nin eline nasıl geçti?” konusunu araştıran iki akademisyen siyâsetbilimciyle konuşacağız. Özyeğin Üniversitesi’nden Evren Balta ve Behlül Özkan’la birlikteyiz. Merhaba, hoş geldiniz. Behlül, seninle en son yaptığımız Kılıçdaroğlu yayını epeyce ses getirdi. Seninle daha yeni konuştuğumuz için önceliği Evren’e vereceğim. 

Siz sâha çalışması için Kastamonu ve Afyon’a birlikte gittiniz. Buralarda CHP’nin kazanması çok sürpriz oldu. Tabiî Adıyaman, Kütahya gibi başka yerler de var; ama siz daha iyi biliyorsunuz, bu bölgeler sonuçlar açısından çok çarpıcı. Ben daha önce Manisa ve Balıkesir belediye başkanlarıyla söyleşi yapmıştım, onlar biraz anlatmıştı. Ama onlar büyükşehir. Sizin gittiğiniz Kastamonu ve Afyon, yerel siyâsetin çok daha sert olduğu, sert geçtiği yerler.

Öncelikle takdirlerimi belirteyim. Bir siyâsetbilimcinin sâhaya gitmesi, bu çalışmayı yapması, bir gazeteci olarak beni kıskandırdı. Tabiî zamânında Behlül’le birlikte gazetecilik yaptığımız için biliyorum, gazetecilik onun damarlarında hâlâ var. O bölgeye gittiniz, yerel aktörlerle, seçmenle ve siyâsetçilerle, kazanan ve kaybedenlerle konuştunuz. Oradaki motivasyonunuz neydi, neden böyle bir şeye ihtiyaç duydunuz? Açık kaynaklardan bakarak da pekâlâ makale yazmak mümkün. Bir de sıcağı sıcağına yaptınız.

Evren Balta: Evet, makale yazmak mümkün; ama tam anlamıyla anlamanın mümkün olmadığını düşündük. Türkiye’deki siyasetin değişimine bakıldığında, genelde makro politikalara bakılıyor. CHP’nin makro düzeyde nasıl değiştiğine, liderliğinin ya da söylemlerinin nasıl değiştiğine bakılıyor. Oysa bizim araştırmadaki temel hedeflerimiz ya da temel başlangıç noktamız, siyâsetin her zaman yerelde inşâ edildiğiydi. Hem yereldeki gerilimleri görmek istedik, hem de aynı zamanda çok ciddî bir değişim geçirdi Türkiye. CHP’nin, 2024 seçimlerindeki başarısını biliyoruz. Bu başarıyı büyük oranda makro siyâsetteki dönüşümlerle anlamaya çalıştı akademisyenler, gazeteciler, araştırmacılar. Dolayısıyla biz hem bu değişimin yerelden nasıl kaynaklandığını, oradan nasıl yükseldiğini hem de bu makro dönüşümün yerelde ilişkileri nasıl değiştirdiğini anlamak istedik. Biliyorsunuz bu “kale” söylemi çok kullanılıyor. “CHP’nin kalesi”, “AK Parti’nin kalesi” gibi. “AK Parti’nin kalesi” olan, çok uzun zamandır CHP’nin hiçbir biçimde seçim kazanamadığı, özellikle yerel yönetimlerde, belediyede seçim kazanamadığı iki şehir bunlar. Bu iki şehirde milletvekilleri tabiî ki var, ama az sayıda. Bu son seçimde, CHP’nin en yüksek başarı oranını elde ettiği iki ile gitmek istedik. Bunların da Afyon ve Kastamonu olduğunu düşündük. 

Biz bütün siyâsî partileri yekpâre olarak görüyoruz. Senin de söylediğin gibi, başka iller de var; ama Afyon ve Kastamonu’yu seçmemizin en temel nedenlerinden birisi, Afyon ve Kastamonu’daki CHP örgütünün söylemleri ve iç ilişkileri de birbirinden çok farklı. Zâten Afyon’da Burcu Köksal’ın sağ popülist, hem göçmen karşıtı hem DEM Parti’ye yönelik söylemleri seçimden hemen önce basına yansıdı. Kastamonu’da da çok farklı, daha sol popülist bir siyâset tarzı vardı. Meselâ DEM Parti’yle ilişkili söylemleri bu kadar radikal değildi; göçmen karşıtlığı söylemlerine yer vermemişlerdi. Dolayısıyla bu iki ili karşılaştırmak, bizim açımızdan neyin önemli olduğu, hangi faktörlerin CHP’nin seçim başarısına ve AK Parti’nin seçim yenilgisine nelerin yol açtığını daha iyi anlamamızı sağlayacağını düşündük; anlamaya da başladık. 

Burada şöyle bir husus var Behlül. 31 Mart seçimleriyle ilgili yorumlarda, “CHP kazanmadı, AK Parti kaybetti” yorumları yapılıyor. En son Ahmet Şık’la bir yayın yapmıştım. Ahmet de yayında CHP’nin kazanmadığını, esas olarak AK Parti’nin kaybettiğini söylemişti. Evren’le yazdığınız iki yazıda da bunun işâretleri var.  Partilerden bir tânesinin yerel siyâsette geçmişe göre ciddî bir şekilde gerilemiş olduğunu, diğerinin de de ilerlemiş olduğunu gösteriyorsunuz. “Kim kazandı? Kim kaybetti?” meselesini sen nasıl değerlendiriyorsun?

Behlül Özkan: Aslında bardağın ne tarafına baktığınıza bağlı bu. Bir tarafın kazanması için öbür tarafın da kaybetmesi gerekir. Doğalında böyle oluyor zâten. Meselâ Isparta da benzer özellikleri taşıyan bir il. Adalet ve Kalkınma Partisi kaybetmedi, orayı koruyabildi; çünkü yerelde oradaki adayın iyi olduğu ve kitleyle iletişimi koruyabildiği yönünde veri var elimizde. Afyon ve Kütahya örneğinde, Adalet ve Kalkınma Partisi teşkîlâtlarının yerel bazda ve genel merkezle ilişkiler ve bunun netîcesinde de toplumsal tabanıyla ciddî sorunlar yaşadığını gördük. CHP’de de tam tersi, her iki ilde de doğru adaylar var. Bu, rastlantı olamaz. Afyon’da ve Kastamonu’da belediye başkanlığını kazanan Burcu Köksal ve Hasan Baltacı, her ikisi de milletvekilliğinden belediye başkanlığına dönmüş kişiler. Milletvekilliği dönemlerinde de kitleyle yakın ilişki kurmuşlar, onların sorunlarını Meclis’te dile getirmişler. Yereldeki sorunları bir şekilde dinleyip, bunun genel Türkiye kamuoyuna yansımasına çaba sarf etmiş milletvekilleri. Dolayısıyla senelerin birikimiyle halkta bir karşılıkları olmuş. O nedenle CHP’nin başarısı asla ve asla, “AKP yenildi ve kaybetti” argümanına indirgenemez; çünkü CHP’nin benzer dinamiklerin olduğu başka şehirlerde kazanamadığı yerler de var. 

Meselâ Kütahya da farklı bir örnek var. Kütahya üçe bölünmüştü. MHP ve AKP’nin çekişmesi sonucunda CHP birkaç yüz oyla aradan sıyrıldı. Ama Afyon’da %51, Kastamonu’da da %49 küsur oy aldı CHP. Karşısındaki diğer bütün partilerden fazla oy alarak seçildi. Afyon’da 74 yıldır hiç merkez belediyeyi alamamış, Kastamonu’da 2018 yılına kadar milletvekili çıkaramamıştı. Bu şehirlerde bir varlığı yoktu, esâmesi okunmuyordu CHP’nin. Aslında bizi bu şehirlere götüren dinamiklerden biri, “CHP milliyetçi muhâfazakâr söylemin ve siyâsetin kalesi olan bu şehirleri nasıl kazandı?” meselesi oldu. Karşılaştığımız sonuçlar da çok çarpıcıydı açıkçası. 

O zaman bu konu üzerinden Evren’le devam edelim. Kastamonu ve Afyon’da milliyetçilik muhâfazakârlığın önüne geçiyor bildiğim kadarıyla. Bu şehirler öteden beri “CeHaPe zihniyeti” alerjisi olan yerler. 31 Mart seçimleriyle ilgili, “Emekliye zam yapılmadı”, “Ekonomik kriz nedeniyle oldu” yorumları yapılıyor çoğunlukla. Ama bu bütün şehirler için geçerliydi. CHP’nin buralarda elde ettiği başarıda, genel dinamiklerle yerel dinamikler arasında nasıl bir şey var? Ekonomik kriz, ya da emekli maaşları, asgarî ücret konusu, ülkenin içinde bulunduğu genel bir durum. CHP’de yaşanan değişimin getirdiği ivme daha yerel bir dinamik. Meselâ Kastamonu’daki isimler daha sol gelenekten gelen isimler. Milliyetçi bir ortamda başarılı olmaları teorik olarak çok zor görünüyor. Afyon’un durumu biraz daha farklı. Orada da kadın aday olması Afyon aleyhine olabilecek bir durumdu. Yerel dinamikler ve genel dinamikler arasında nasıl bir etkileşim var, siz nasıl okudunuz bunu?  

Balta: Hiç kuşkusuz genel dinamiklerin ciddî bir etkisi var bu sonucun şekillenmesinde. Ama senin ve Behlül’ün de söylediği gibi, bu makro dinamiklerle yereldeki dinamiklerin çok iç içe geçtiğini görüyoruz. Makro dinamikleri zâten söyledin: Ekonomik kriz, emeklilerin durumu, yaşam şartları. Makro dinamiklerin içerisine şunu da eklemek lâzım: Makro ve mikronun etkileşimde ya da makronun ve yerelin ya da ulusal dinamikler ve yerel dinamiklerin etkileşimde olduğu yer birazcık örgütün kendisi ve söylemsel şeklinin kendisi olmuş. Ulusal ölçekte baktığımızda, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin otoriterleşme söyleminin ya da otoriterleşme eğiliminin yerelde, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin örgütünün içerisinde ciddî bir otoriterleşmeye, merkezîleşmeye ve kişiselleşmeye yol açtığını, bunun da yerelle partinin bağını kopardığını gördük. Şimdi bu hem makro, ulusal bir dinamik hem de yerel ayağı olan bir dinamik. Meselâ İstanbul da dâhil olmak üzere Türkiye’nin pek çok yerinde doğru adayı çıkaramamış olmak bir tesâdüf değil Tam da partinin otoriterleşmesinin ve merkezîleşmesinin doğal, neredeyse otomatik bir sonucu. Dolayısıyla bir tarafta o var. 

CHP’de ise tam tersi bir dönüşüm olmuş. Senin “CeHaPe zihniyeti” dediğin ve bizim sık sık hem Afyon’da hem Kastamonu’da duyduğumuz en temel şeylerden birisi, “Ben sola oy vermem, sola hiç oy vermedim” anlayışıydı. Bu iki yerde de en sol olarak gözüken parti CHP. “CeHaPe” de diyorlar ve hiçbir zaman sola oy vermediklerini, ilk kez oy verdiklerini söylüyorlar. Bunun bir tânesi tabiî ki doğru adayları seçmek. O zaman, “Neden CHP doğru adayları seçti?” sorusu orada duruyor. O da her yerin dinamiğinde farklı olmuş, ama bence büyük oranda 2023 yenilgisi, CHP’yi yerelin sesini daha çok dinleme konusunda birazcık daha açmış gözüküyor. 2024 seçimlerinin, bir tür, 2023 seçimlerinden sonra son uğrak olmasına yönelik bir dönüşüm olmuş CHP içerisinde. 

Afyon biraz daha farklı, ama Kastamonu’da bize bunu, “Kastamonu’nun aslında CHP tarafından hiçbir zaman kazanılamayan ‘kayıp bir kent’ olduğu” şeklinde ifâde ettiler. Şu anlamda kayıp: “Burası bizim kazanamayacağımız bir yer”. O optimizmin olmaması, gereğinden fazla çalışmayı, yerel bağ güçlendirmeyi getirmiş — bir tânesi bu; buna 2023 yenilgisinin sonucu diyebiliriz. Bir tânesi de hem Afyon’da hem Kastamonu’da özellikle milliyetçi muhâfazakâr seçmende sıkça gördüğümüz ve duyduğumuz, 2023 seçimleri ve öncesinin milliyetçi ve muhâfazakâr seçmeni CHP’ye oy vermeye, açmaya başladığını da gördük. Meselâ İYİ Parti’ye oy veren milliyetçilerin, “Bu sefer de CHP’ye oy verebiliriz, zâten cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy verdik” demesi gibi. Ya da Altılı Masa üzerinden Saadet Partisi’ne veya muhâfazakârlara oy vermiş olan seçmenlerin, “Biz zâten 2023 seçimlerinde oy verdik, buna oy verebiliriz” demesi gibi. Bir biçimde artık CHP’nin eski CHP olmadığına dâir bir anlayışın yerleştiğini de gördük. Bu hem ulusal düzeyde partinin dönüşümüyle, ittifaklarıyla, söylemiyle, muhâfazakâr ve milliyetçi seçmenle barışma arzusuyla ilişkili bir şey. Hem de yerelde şunu da çok gördük: Tabiî ki o yerel dinamiklere uygun olarak, CHP örgütleri iki ilde de doğrudan parti ilişkisi üzerinden değil, ama milliyetçi ve muhâfazakâr seçmenle konuşacak dili düşünme, onların sembollerini kullanma, bu seçmen gruplarını dışlamama, onları içeride hissettirme, kapılarını onlara açma, örgütü buna göre değiştirme, aday profillerini buna göre yeniden örgütleme, hem çok sâhici hem de çok organize, üstünde düşünülmüş ve stratejik bir tercih yapmışlar.

Burada bir araya gireyim Evren, çünkü bu söylediğin çok önemli. İçimizdeki Kemal Kılıçdaroğlu uzmanına soralım. Burada onu sormak şart. “Yiğidi öldür, hakkını yeme” diye bir lâf var. Tam Evren’in bıraktığı ya da Evren’in sözünü kestiğim yerden sorayım. Kılıçdaroğlu destekçilerinin söylediği, “Kılıçdaroğlu’nun ‘helâlleşme’ dediği perspektif ya da Altılı Masa sonunda çöktü ve seçimi kazanamadı. Ama bu, yerel seçimlerde sağ seçmenden oy alabilmenin önünü açtı” önermesi var. Biraz önce Evren de bunun örneklerini verdi. Sen bu konuda ne demek istersin Behlül?

Özkan: Seninle daha önce yaptığımız yayına gelen bir iki eleştiriye de karşılık vererek başlamak istiyorum. Bu eleştiriler genel olarak şu düşünceye oturuyordu: “Kılıçdaroğlu Alevî olduğu için kazanamadı. Siz bir program yapıyorsunuz, ama bunu hiç söylememişsiniz. Tuncelili olmasına değiniyorsunuz” diyor. Hayır, böyle değil. Kılıçdaroğlu’nun Alevî bir aday olarak bunu seçim kampanyası sürecinde deklare etmesi, Türkiye’nin demokratikleşmesi adına bence çok olumlu bir gelişmeydi. Tersinden bakarsanız, Kılıçdaroğlu Alevî bir aday olarak %48 oy aldı. Dolayısıyla ben Kılıçdaroğlu’nun kazanmamasının sebebini kendi etnik âidiyetine değil, başarısız bir siyâsetçi olmasına bağlıyorum. Tabii ki helâlleşme söyleminin bir karşılığı var. Ben yazdığım makalede de bunun altını vurgulamaya çalıştım. Bu, CHP’yi o milliyetçi muhâfazakâr kesimlere açtı ve onlardan oy almasını sağladı. Ancak helâlleşme söyleminde şöyle bir sorun vardı: Helâlleşme söylemi doğruydu, ama 2023 seçimleri açısından Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı seçmende kazanacak karşılığı bulmadı. Biz hem Afyon’da hem Kastamonu’da yaptığımız hemen her mülâkatta, “2023 seçimlerinde CHP’de Kemal Bey yerine başka birisi aday olsaydı, sonuç farklı olur muydu?” diye sorduk. İstisnâsız hemen her sorduğumuz kişi, “Evet. Muhâlefet o seçimi kazanırdı” diye cevap verdi. Dolayısıyla bence Kemal Bey’in adaylığıyla ilgili temel sorun ve yerel seçimlerde bu başarının gelmesinin, özellikle Kastamonu ve Afyon’daki temel karşılığı şu olmuş: Kemal Bey’in helalleşme söylemine seçmen kulak vermiş, dinlemiş; ancak Kemal Bey’in adaylığını ve Altılı Masa formülünü samîmî bulmamış.  

Biz yerelde bu sâha çalışmasını yaptığımızda, seçmenden aldığımız temel karşılık “samimiyet” oldu. Çok ilginç ve çarpıcıdır bu. Seçmen, son 15-20 yılın birikimi ve kötü mîrâsı nedeniyle karşısında artık samîmî söylem ve samîmî aday görmek istiyor. Biz hem Kastamonu’da hem Afyon’da da aynı durumla karşılaştık. İki aday da samîmî bir kampanya yürütmüşler. Bundan neyi kast ediyorum? İkisi de câmi üzerinden, dinî semboller üzerinden siyâset yapmamışlar. İki adayın da siyâsî duruşu belli. Dolayısıyla, dinî değerleri kullanarak, olmamış gibi yaparak ya da cuma namazına giderek ya da gidiyormuş gibi yaparak, bu tip samîmî olmayan söylem ve hareketlerde bulunmamışlar. Özellikle Kastamonu’da konuştuğumuz muhâfazakâr kesimden olan ve CHP’ye oy vermiş adaylar –ki bunlardan biri, yerelde daha önce Adalet ve Kalkınma Partisi’nde yöneticilik yapmış biriydi– dedi ki: “Benim dışımda bütün âilem CHP’ye oy verdi”. Bu çok çarpıcıydı. Burada temel olarak söyledikleri şu: “Biz CHP adaylarına, ‘Burada seçimi kazanmanız için sizin mutlaka bir câmide görünmeniz lâzım” dedik. CHP adayının Kastamonu’da dediği şu: “Ben doğal hayâtımda nasılsam ona göre davranacağım. Seçmenin oyunu almak için câmiyi kullanmayacağım” diye yerel eşrâfın güçlü isimlerine cevap verdiğinde, “Bu aday dinî değerleri kullanmıyor ve câmiyi siyâsete âlet etmiyor” diye şehirde bir dalga olarak bu yayılmış ve tersten çok daha olumlu bir etkide bulunmuş seçmen nezdinde. “Demek ki bu aday bizim dinî değerlerimizi sırf bizden oy almak için kullanmıyorsa, başka yerlerde de bizi sömürmeyecek demek, o zaman bu adaya oy verelim.” Çok tersten, çok çarpıcı etkileri olmuş bu adayların. İki adayda da çok çarpıcı olan şey, samîmiyetti. Meselâ Afyon’da, Adalet ve Kalkınma Partisi adayı seçim kampanyasına milyonlarca lira harcamış. Burcu Köksal’ın seçim kampanyasında dağıttığı tek şey bir plastik çay tepsisi. Ama seçmen, pazarda 15-20 liraya alacağınız bir çay tepsisini bile oldukça samîmî bulup, konuşurken bize onu, “Başkanımız bize bunu dağıttı” diye gururla gösterdi. Dolayısıyla samîmiyet ve göründüğü gibi davranmak çok olumlu.  

Tam burada Evren’e şunu sormak istiyorum: Şimdi Behlül’ün söylediği gibi, adaylar için “bizden biri” tespiti çok baskın ve kazanmalarındaki temel motivasyonun bu olduğunu söylüyorsunuz. Tabiî buradan, “İktidar adayları da pek ‘bizden değil’, ya da ‘artık bizim gibi değil’ ” yaklaşımı ortaya çıkıyor. “Kendisi iyi ama çevresi kötü” diye meşhur bir önerme vardır ya? Kastamonu’daki ya da Afyon’daki insanlarda, “Bizim başkan iyi, ama CHP pek öyle değil” duygusu var herhalde şu aşamada. Bu bir yerel seçim, çok farklı referanslar var ve siz de bunu saptadınız. CHP bu başarıyı merkeze taşıyabilir mi? Bu yerel seçimlerdeki başarı, seçmenin “CHP’nin adayları bizden biri” düşüncesi, CHP’nin yerel seçimde yakaladığı %30’un üzerindeki oy oranı ve birinci parti olma durumunu muhâfaza edebilir mi? Yani insanlar, “CHP de bizim başkanlar gibi aslında” noktasına gelebilir mi?

Balta: Bir önceki soruyla bunu birleştirerek başlayayım. Bizim sâhada da gördüğümüz en önemli şeylerden biri şu: Aday çok önemli. Siz istediğiniz söylemi geliştirebilirsiniz, istediğiniz kadar dâhil edici olabilirsiniz; ama sizin adayınız, kendi üzerinde o samîmiyeti ve samîmiyetle birlikte yetkinliği taşımıyorsa… Çünkü bu adaylar sâdece yerel halk tarafından “samîmî” görülmekle kalmamışlar, aynı zamanda milletvekili olmaları, yerel siyâsetle, geçmişte, bir önceki dönemde, milletvekillikleri döneminde kurdukları ilişki yetkin olarak da görülmüş. Dolayısıyla adayların hem sâhici, samîmî ve bizden biri gibi gözükmesi, hem de aynı zamanda büyük temel sorunları çözebilecek bir yetkinliğe sâhip olması önemli. Çok bilindik bir şekilde söyleyeyim: Sonuçta seçmen hem yerel yönetimler için hem de ulusal düzeydeki siyâsetçiler için, özellikle yerele gittiğinizde, icraatçı, sorun çözebilen, seçmenin sorununu kendi sorunu olarak kabul eden, bunlara yönelik bir yanıtı olan bir profil istiyor. Bu konuştuğumuz, çok söylediğimiz bir şey. İllâ Afyon’a ve KastamonuWya gitmemizin gerekmediği bir bulgu; ama sâhicilik ve yetkinliğin, bu iki özelliğin birlikte ne kadar önemli olduğunu Afyon ve Kastamonu’da teyit etmiş olduk. 

Bize hep söylenilen önemli bir şey daha vardı ve bu, özellikle Kastamonu’da çok belirgindi. 2019’da Ankara ve İstanbul büyükşehir belediyelerinin CHP tarafından kazanılmış olması, yereldeki CHP’li siyâsetçilerin yetkinliklerini, kapasitelerini, öğrenme süreçlerini çok ciddî bir biçimde artırmış; büyük kentlerle yerelin kurduğu ilişkinin dozunu ve niteliğini değiştirmiş. Meselâ sağlık, ulaşım ya da konaklama meselesinde Kastamonu CHP, İstanbul’un, Ankara’nın, özellikle de Ankara’nın yerel yönetim kaynaklarını kullanabilmiş, mobilize edebilmiş. Bu da yerel halk tarafından yetkin görülmelerine neden olmuş. 

Soruna döneyim: Bu belediyelerin kazanılması ve böyle büyük bir başarı, aslında CHP’ye kendi yetkinliğini ve sâhiciliğini ispatlamak için çok önemli bir alan açıyor. Bu ikisini yaptığı takdirde, evet taşıyabilir. Ama bu ikisini yapabilmesi için hakîkaten ciddî bir söylemsel bütünlük değil, örgütsel mobilizasyon gerekiyor. Hem yerelin sorunlarını çözebilen, borcunu ödeyebilen, trafik sorununu çözebilen, birbirinden öğrenebilen, kentlerin birbirine deneyim geçirebildiği bir yetkinlik testi bu aslında. Yerel halk hem CHP’nin bu kadar büyük bir başarıyı idâre edip edemeyeceğini görecek, hem de CHP’nin herkesi içerdiğine, kimseyi dışarıda bırakmadığına dâir yereldeki adayların da iddiası olan bir samîmiyet testi bu aynı zamanda. CHP bu ikisini başarabilirse, bir sonraki seçimlerde de Türkiye’yi gerçekten samîmî ve yetkin yürütebilecek doğru bir adayla çıkıldığında, bu kurumsal sistemde başarılı olabileceğini düşünüyorum. 

Biz Afyon yazımızı şöyle bitirdik, onu da söyleyip bitireyim: “Bu pek çok açıdan kolay bir iş değil. Bir kere merkezle belediyeler arasında finansal kaynaklar açısından ciddî bir gerilim var. O finansal kaynakların yaratılması lâzım. İkincisi, bu tarz başarılar parti içerisinde ve yerelde ciddî rekabet yaratıyor; o rekabeti çözecek mekanizmaların yaratılması lâzım. Üçüncüsü, yine bu tarz büyük bir zafer, belediyelerin alınması, kadro gerektiriyor. Bu kadroların iyi eğitilmesini, yetkin ve samîmî olmasını gerektiriyor. Sâdece belediye başkanının değil etrâfındakilerin de öyle olmasını gerektiriyor, Bunun için ciddî bir emek sarf edilmesi gerekiyor. Aynı zamanda, partinin, söyleminde Türkiye’nin tüm farklılığını içerebilecek bir merkez parti olabilme becerisini daha merkezî düzeyde geliştirebilmesini gerektiriyor.” 

Yayının sonunda tekrar buraya geleceğim, bunu ayrıca soracağım. Özellikle yerel seçimden bu yana CHP’nin dile getirdiği normalleşme ve yumuşama söylemleri konusunu. Ama öncesinde Behlül’e AK Parti’yi sormak istiyorum. Ben Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 23. yılı ile ilgili dün bir yazı yazdım ve AK Parti’nin ‘hazin’ bir durumda olduğunu söyledim. Zâten sizin yazıda yaptığınız değerlendirmede de o var. Erdoğan çarşamba günü yaptığı 23. yıl konuşmasında, tıpkı Ekrem İmamoğlu gibi “değişim” vurgusu yaptı. Konuşmayı izlediniz mi bilmiyorum. AK Parti’nin yeni koşullara uygun şekilde değişmesi gerektiğini söyledi ve yapacakları kongreyi adres gösterdi. “Kimse ayak bağı olmasın, yorulanlar çekilsin” dedi. Şimdi kongreyi bir değişim adresi olarak gösteriyor, ama biliyoruz ki tek adaylı seçimler olacak. Siz de görmüşsünüz, her yerde çok sayıda klik var. Bu klikler de büyük ölçüde AK Parti içerisinde ideolojik değil de daha çok cemaat ya da çıkar çatışması üzerine inşâ edilmiş klikler. Normal şartlarda, diyelim ki Afyon’da, Kastamonu’da AK Parti Kongresi’nde insanlar serbest bırakılsa üç dört aday çıkabilir, öyle değil mi?

Özkan: Doğru. 

Bırakılsa çıkabilir ve bunlar arasında bir yarış olur. Bu yarışta kazananın, partiyi gerçekten bir şey yapması mümkün. Ama şimdi ne olacak? Adayların kimler olacağıyla ilgili raporlar hazırlanacak, Erdoğan’a gelecek, Erdoğan onlardan herhangi birini atayacak. Yazınızda çok ciddî ve isâbetli bir şekilde, geçmişte AK Parti’nin başarısının altında aslında örgütün yattığını söylüyorsunuz. Şimdi ise örgütün bir anlamda çözüldüğünü söylüyorsunuz, öyle değil mi? Hattâ tam tersine, olumsuz etki de yapabiliyor farklı şeyler. Buradan bir dönüş ihtimâli görüyor musun? Ama tabiî burada biraz önce Evren’in de bahsettiği gibi otoriterlik duruyor. Erdoğan çoğulcu bir parti yapmayacak, parti içi demokrasi olmayacak. Nasıl yapacak bunu? Erdoğan mûcizevî bir şekilde Kastamonu’daki, Afyon’daki en parlak ismi mi seçecek? Son seçimde seçemedi.

Özkan: Hayır, ben buradan geri dönüş imkânı görmüyorum. Yerelde Adalet ve Kalkınma Partisi içinde konuştuğumuz çoğu kişi de benzer görüşteydi. Bir kere önce şu tespiti yapmak gerekiyor: On yıl önce yerele gittiğiniz zaman, AK Partililer sizinle konuşmazdı. Konuşsa bile oturur bir çay içerlerdi, ama orada kendi partilerinin içlerine dâir bir şikâyet, yorum ya da analiz duymazdınız. Şimdi, yerelde AK Parti’den kime dokunsanız feveran ediyor. Saatlerce konuşabiliyor, partinin iç sorunlarına dâir size içini dökmek istiyor. Hem Afyon’da hem Kastamonu’da gördüğümüz bu durum çok çarpıcıydı. Siz biraz önce, “Erdoğan teşkîlât bağlamında, yerelde güçlü isimleri koyabilir mi?” dediniz ya; hayır, koyamaz. Çünkü yereldeki güçlü isimler geçtiğimiz 4-5 yıl içinde bizzat genel merkez tarafından tasfiye edilmiş zâten. Meselâ Kastamonu’daki Yeniden Refah Partisi’nin adayı, aslında AK Parti içinde güçlü ve teşkîlâtın istediği bir isimmiş. Onu seçmek istemişler, ama genel merkezden baskı gelmiş ve dışarı itilmiş, genel merkezin istediği bir adayı il başkanı yapmışlar. Genel merkez derken burada Erdoğan’ı kastetmiyorum; çünkü Cumhurbaşkanı olmasından mütevellit, Sayın Erdoğan dış politika, güvenlik ve ekonomiyle ilgili birçok sorunla uğraşıyor. Hep işâret ettikleri, “yukarısı” diye gösterdikleri…

Behlül, ona hiç emin olma. Erdoğan’ı biliyorum. Emin ol, Kastamonu Devlet Hastanesi’nin başhekimini de biliyordur, başhekim yardımcısını da. Hiç yabana atma. “Erdoğan olsa izin vermezdi” diyorlar, ama öyle değil. Gerçekten “her şeyi bilen” siyâsetçi var ya, Demirel de böyleydi, Erbakan da böyleydi. Erdoğan her şeyi biliyor yani.

Özkan: O zaman şöyle söyleyeyim: Konuştuğumuz AK Partililer bize bunun Cumhurbaşkanı’ndan değil, bu sorunların Genel Merkez’in sekizinci katından kaynaklandığını söylüyor.

Öteki türlü “Genel Başkan yanlış yaptı” dedikleri zaman işin rengi değişecek. Yani onlar biraz ummak istiyorlar.

Özkan: Belki de. Ama ben şu değerlendirmeye katılıyorum: Partide, Sayın Erdoğan’la kitle arasındaki iletişimi kontrol eden bir kesim var ve onlar aşağıdan gelen şikâyetleri ve talepleri, meselâ ekonomiyle ilgili şikâyetleri yukarıya ulaştırmak istediklerinde, “CHP ağzıyla mı konuşuyorsunuz?” diye susturulduklarını söylediler. Kastamonu’dan bahsettim ya; teşkîlâtın istediği ve yerelde güçlü olan biri il başkanı olmak istiyor ve o baskıyla görevden el çektiriliyor, seçimden çekilmesi sağlanıyor. Sonra gidip Yeniden Refah Partisi’nden aday oluyor. Afyon’da belediye başkanı olmak isteyen birden çok aday adayı var. Hiçbiri aday yapılmıyor. “Ben aday olmak istemiyorum, aday değilim” diyen il başkanını belediye başkanı adayı gösteriyorlar. Sonra, seçim öncesinde viral olmuş, o meşhur 4X4 arâzi aracının üstündeki görüntü ortaya çıkıyor. 

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yerel seçimlerdeki hezîmetinin temel sebeplerinden biri, parti teşkîlâtının kitleyle arasında ciddî bir kopukluk olması. Çünkü Afyon ve Kastamonu başta olmak üzere, bu şehirlerde AK Parti’nin seçimlere girerken zihniyeti: “Biz buraya ceketimizi koysak kazanırız. Dolayısıyla niye yereldeki teşkîlâtı, kitleyi dinleyelim? Biz Ahmet, Mehmet, Hüseyin, Esra, kimi koyarsak zâten kazanıyoruz burada. O zaman oraya genel merkezin dediklerini harfiyen yerine getirecek emir erleri koyalım”. Zihniyet bu. Bunun netîcesinde de seçmenle parti arasında ciddî bir kopukluk oluyor. Tekrar söylüyorum, geçmişte Adalet ve Kalkınma Partisi’nde siyâset yapmış kişiler ve onların âileleri bu seçimde CHP’ye oy vermişler. Yaşanan kopuşu daha çarpıcı anlatabilecek bir şey yok. 

Bir de şunu eklemek gerekir: Cumhur İttifâkı’nın diğer ortağı Milliyetçi Hareket Partisi de aynı sorunlardan mustarip. Kastamonu’daki adayı son derece yanlış bir aday. Çeşitli skandallarla seçim öncesinde gündeme gelmiş ve MHP’nin çok güçlü olduğu, yıllarca belediye başkanlığını elinde tuttuğu bir şehirde, oylarını %10’un altına çekmiş. Kezâ Afyon’da da benzer bir dinamik var. Yalnız şunun altını çizmek lâzım: Yerelde, Adalet Kalkınma Partisi’nde büyük bir çözülme var ve bana bu geri döndürülebilir gibi gelmiyor. Öyle kongre yaparak geri çevrilecek bir durum değil. Bize söylenen, partide “rigor mortis”, yani ölüm sonrasında gelen bir donma durumu olduğu ve artık müdâhale edilemediği. Bir de, hem Afyon hem Kastamonu’ya ve CHP’nin kazandığı diğer şehirlerin küçük ilçelerine baktığımız zaman, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin taşrada, kırsalda oyunu koruduğunu görüyoruz. Yani ekonomik kriz oralara daha sirâyet etmemiş. Meselâ Konya’da Akşehir CHP’ye geçti. Büyük ilçelerde, büyük kent merkezlerinde ve şehirleşmiş nüfusta, Adalet ve Kalkınma Partisi şehirleşmiş nüfûsun ihtiyaçlarına ve sosyokültürel beklentilerine artık cevap veremiyor. Bu da net olarak ortaya çıkıyor. 

CHP ile ilgili son olarak şunu söylemek istiyorum: CHP’nin bu başarısının temel sebeplerinden biri, yerelde güçlü adayların olması. Adalet ve Kalkınma Partisi yerelde emir erleriyle seçime girerken, CHP güçlü yerel siyâsetçilerle seçimlere girerek kazanmış. Tabiî bunun getirisi yüksek. Ama CHP için şöyle bir tehlike var burada: Bu güçlü siyâsetçilerle genel merkezin uyumlu bir ilişki yürütebilmesi gerekiyor. Yani bu siyâsetçileri tasfiye etmek değil, yereldeki bu güçlü siyâsetçilerle bir harmoni yakalanması gerekiyor. Mesela Tanju Özcan örneğini görüyoruz. Sürekli genel merkezle sorunlar yaşayan bir siyâsetçi. 

Tabiî bir de başkanların başarılı olması gerekiyor. Seçim sürecinde güçlü ve “bizden biri” profili çizebilirler, ama Kastamonu’da, Afyon’da, Kütahya’da, Adıyaman’da, her yerde CHP’li belediye başkanlarının öyle de bir yükümlülüğü var. Çok zor bir görev aldılar. Bu arada bir not düşeyim Behlül: Doğu Anadolu’da, İç Anadolu’da AK Parti’nin hâlâ büyük ölçüde gücünü koruduğunu söylüyorsun, doğru; ama meselâ AK Parti’nin kazandığı Kayseri’de, Konya’da, Kahramanmaraş’ta, Malatya’da Yeniden Refah Partisi’nin 10-20 puan gibi puanlar aldığını ve bunların hemen hemen hepsinin AK Parti’den geldiğini görüyoruz. Şimdi rakamlar önünde yok, ama meselâ Konya’da daha önce %60’la seçim kazanan AK Parti, bu seçimde %40’la kazandı gibi. Yani oralarda da AK Parti’de bir düşüş var, ama oradaki düşüşler daha çok Yeniden Refah Partisi’ne yarıyor. 

Evren, “AK Parti tekrar düzelir mi?” sorusunu sana da sorayım; ama esas, CHP’yi konuşalım. Ben şöyle değerlendiriyorum: AK Parti’nin ilk baştaki teşkîlâtı, ferâgat eden, fedâkârlık yapan, verici insanlardan oluşuyordu. Ama iktidârın belli bir aşamasından sonra, “vermeden alan” olmaya başladılar. Meselâ Yeniden Refah Partisi, eski Refah Partisi’nin örgütlenme şemasını taklit ederek yine verici bir parti olarak karşılarına çıktı. “AK Parti’de bir geri dönüş mümkün mü?” diye sorayım sana da, sonra da CHP ile devam edelim. 

Balta: Yeniden Refah Partisi ile başlayayım. Bizim de gördüğümüz, şimdi senin de söylediğin gibi, Yeniden Refah Partisi’nin yine ulusal düzeydeki söylemleri ve AK Parti seçmeninin ulusal düzeydeki dönüşümlerden, ekonomik krizden vs. olan hoşnutsuzlukları yüzünden oy kaymasının yanı sıra, o kadar ciddî bir siyâsî kadro geçişi var ki aslında. Yerelde insanlar birbirlerini tanıyorlar, kimin kim olduğunu, nerede siyâset yaptığını, nasıl bir siyâsetçi olduğunu biliyorlar. Dolayısıyla, Yeniden Refah Partisi’nin seçmenleri sâdece Adalet ve Kalkınma Partisi’nden kopmuş gruplar değil, aynı zamanda siyâsal kadroları da öyle. Dolayısıyla o teşkîlâttaki bozulmadan mutsuz, huzursuz olan, kendisine artık Adalet ve Kalkınma Partisi’nde bir yer bulamayan siyâsal kadrolar –ki bunlar yerelde sevilen siyâsal kadrolar– Yeniden Refah Partisi’ne geçtiğinde, artık siyâsetin burada yapılacağına dâir bir işâret veriyor yereldeki insanlara. O işâretler yerelde çok önemli. Hangi âilenin, kimin, sevilen siyâsetçilerin nereye geçtiği çok önemli. 

Aslında bizim hep başından beri söylemeye çalıştığımız şey, Adalet ve Kalkınma Partisi bu yerel siyâsetçileri artık tutmuyor ya da zâten tutmak istemiyor, onlarla iktidârı bölüşmek istemiyor. “Geri döndürülebilir mi?” meselesi aslında tam da burada düğümleniyor. Biz hep şunu söylüyoruz: Ulusal düzeyde, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin seçim kazanmasının temel mekanizmalarından birisi, siyâsal rekabeti engellemek. Muhâlefetin önüne baskıyla, onu soğurarak ve başka yollarla o siyâsal muhâlefet alanını daraltmak. Sansürle ya da muhâlif siyâsetçileri kendi içine katarak, çeşitli yöntemler kullanarak, gerçek bir siyâsal rekabetin olmadığı bir siyâsal rejim yaratarak devam etmek. Bu, parti içinde de var. Parti içindeki belirli kliklerin kendi iktidarlarını devam ettirebilmesi, aslında seçim kazanma mantalitesinin ya da arzusunun önüne geçmiş. Yani parti içinde de siyâsal rekabeti bir biçimde baskılayarak, engelleyerek, dondurarak ve durdurarak partinin kontrolünü sağlama gibi bir mesele var. 

Demokrasi asında gerçek siyâsal rekabet demek. Başka şeyler de demek, ama çok özünde bu. Bir partiden siyâsal rekabeti kaldırmak, tıpkı ülkedeki ulusal düzeydeki kurumlarda olduğu gibi, partinin bütün kurumlarının çürümesine, çözülmesine, ilişkilerinin kopmasına, koordinasyonun bozulmasına ve o süreçlerde büyük bir aksamaya yol açıyor. Şimdi bunu geriye döndürebilmek için hem gerçek anlamda, ulusal düzeyde de yerel düzeyde de siyâsal rekabeti sokmanız lâzım. Ama siyâsal rekabeti sokmak da çok büyük bir risk. Orada da seçim kaybedebilirsiniz. Hem parti içindeki hem ulusal düzeydeki iktidârı kaybedebilirsiniz. Dolayısıyla Adalet ve Kalkınma Partisi bunu, son 10 yılda giderek kapanarak ve o rekabet unsurunu azaltarak yaptı. Ben bunun yeniden geri döndürülebilir bir şey olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bu, kapattığınızda kolayca açabileceğiniz bir şey değil. Ancak hakîkaten ciddî büyük dönüşümlerin dışsal faktörlerin, seçim yenilgilerinin olması lâzım. Ben Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, çok o noktada olduğunu, şu an oradan ilerleyeceğini düşünmüyorum. Siyâsal rekabeti yeniden parti içine sokmasının riskli olduğunu düşünüyorum. “Eskiye dönmek” derken, belki daha söylemsel düzeyde, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin altın yıllarında olduğu gibi daha içerici, daha sâhici bir şeye dönmekten bahsediliyor. Ama bunun mümkün olabilmesi, partinin her düzeyde rekabete açık olabilmesiyle ilişkili. 

CHP ile toparlayalım programı. Behlül, şöyle bir soru sorayım, sonra aynı soruyu Evren’e de soracağım: CHP’nin çok net bir seçim zaferi var; şu ya da bu şekilde birisi kaybetti, ama CHP de kazandı. Çok çarpıcı bir zafer. CHP, yıllar sonra, AK Parti’nin ortaya çıkışından beri ilk kez birinci parti oldu. Aradan geçen zaman zarfında çok tartışma oldu. Sen nasıl değerlendiriyorsun? CHP bu yerel seçim zaferini taşıyabiliyor mu? Cumhurbaşkanlığı ayrı bir olay olduğu için onu bir kenara koyalım. Şu âna kadar gördüklerine göre, CHP ilk genel seçimde birinci parti olma potansiyelini taşıyor mu, ne dersin?

Özkan: Potansiyelini taşıdığı kesin, bunu net olarak söyleyebilirim. Seçmen nezdinde de, “Artık Adalet ve Kalkınma Partisi ile olmuyor bu iş. Bizim sorunlarımıza, ihtiyaçlarımıza ve beklentilerimize cevap vermiyor bu parti. O zaman kime gitmemiz lâzım? Kim var alternatif?” sorusu gündeme geliyor. Meselâ Afyon’da ve Kastamonu’da bunu net olarak gördüm. “CHP var. Yerel seçimde bir de bunları deneyelim, bunlarla yol alalım” anlayışı oluşmuş seçmende. Dolayısıyla bunun devam etmesi mümkün. CHP, Ege’de bütün vilâyet merkezlerini kazandı. Batı Karadeniz’de çok önemli kazanımları var. 

Bir de şunun altını çizmek lâzım: Bu seçimde CHP’nin denenmesinin, CHP’ye kredi verilmesinin sebeplerinden biri de, CHP’nin 2019 seçimlerini Ankara ve İstanbul’da çok güçlü adaylarla kazanması ve Ankara ve İstanbul’u iyi yönetmesi. En azından Anadolu’daki algı bu. İmamoğlu ve Yavaş başarılı bulunuyor. Aslında bu seçimlerde de, “Biz CHP’ye oy veriyoruz. Ancak CHP’nin bundan sonraki cumhurbaşkanı adayı İmamoğlu veya Yavaş’tan biri olacak”. Dolayısıyla biraz da oraya bakarak CHP denenmiş. 

Meselâ merkezde CHP %50 almış, ama küçük ilçe ve kasabalarda bir varlık gösterememiş. Dediler ki: “CHP cumhurbaşkanlığını kazanırsa buralar da döner”. Onlar daha temkinli yaklaşıyorlar. Yerelde ölçek küçüldükçe, kaynakların dağıtılması ve kullanılması sebebiyle iktidârın ağırlığı ve orayı yönetmesi, oy tercihlerini belirlemesi daha baskın oluyor. Ama şehir merkezlerinde bu geçerli değil. Dolayısıyla CHP için önemli bir kredi bu ve CHP’nin içinde de bu krediye karşı oldukça tedbirli ve soğukkanlı yaklaşıldığını görüyorum ben. Çünkü CHP teşkîlâtında ve genel merkezinde bir 1989 travması var. 1989’da, CHP teşkîlâtındaki, bugün yaşayan bütün önemli isimler, 89 travmasını yaşamış o dönemki genç kuşaklardı. 89’da SHP iken, Türkiye’de yine birinci parti olmuş, bütün büyükşehirleri almış. Yine o dönemde meselâ Kastamonu’yu kazanmıştı ve önemli başarıları vardı. Ama o süreç iyi yönetilemedi ve bu SHP açısından 1994 ve 1995’te genel ve yerel seçimlerde berâberinde hezîmeti getirdi. Bunun getirdiği deneyim ve acı tecrübenin mîrâsı var. Belediye başkanlarının yerelde başarısız olmaları sâdece yerelde kalmıyor. Erdoğan sürekli kullandığı “CHP çöptür çamurdur” söylemini 30 sene sonra bile sürdürüyor, değil mi? Dolayısıyla “Bu kötü mîrâsı, bu aynı hezîmeti yaşamamamız lâzım” diye temkinli bir yaklaşım var CHP’de. Ama bu ne kadar işleyecek? 

Meselâ “Ekonomik krizi de kullanarak Ankara’nın belediye başkanlarının bütçesini kısma, bir anlamda yereldeki belediye başkanlarının kolunu bükme, ellerinden bu maddi imkânları alma stratejisi işe yarar mı?” diye sorduğumuzda, seçmenlerden çok çarpıcı cevaplar geldi. “Biz tabiî ki CHP’li belediye başkanlarının performansına bakacağız. Biz bunlara oy verdik, ama izleyeceğiz. Fakat belediye başkanlarının kendi başarısızlıkları ayrı bir değerlendirmeye tâbi tutulacak. Ama eğer Ankara, hükûmet, belediye başkanlarının başarısız olması için maddî kaynaklarını keserse, yani bizim siyâsî tercihlerimizden dolayı bizi cezâlandırmaya kalkarsa, biz kendi tercihimizin arkasında dururuz” dediler. Anadolu’daki bu siyâsî bilinç düzeyi, seçmenin olayları okuması gerçekten insanı şaşırtıyor. Çok rasyonel karar veriyorlar. Evet, onu yazmaya çalıştık. Evren’in oradaki gözlemleri benden daha iyi. Diyorlar ki: “Evet, CHP’li siyâsetçiler bir duygu bağı kuruyorlar. Bunlar bizden biri”. “Bizim Hasan”, “Burcu kızımız” diyorlar meselâ. Ancak bu duygusal bağlarının arkasında bir rasyonel tercih de var. Yani seçmen asla ve asla irrasyonel değil. Tıpkı geçmişte AKP’ye oy verirken irrasyonel davranmadığı gibi. O oy, bir makarnaya değil, aslında o oyun arkasında çok fazla sayıda dinamik var. Bugün de CHP’ye verilen oy son derece bilinçli, rasyonel ve seçmen oldukça iyi izliyor siyâseti. CHP’nin, AKP’nin, iktidârın buna nasıl tepki vereceğini de çok yakından izleyecekler.

Evet, Evren seninle ve aynı soruyla bitirelim. Behlül çok güzel hatırlattı 1989 sendromunu. O zaman SHP iktidâra yürüyordu, sonra başına neler geldiğini gördük. Elimizde çok fazla bir şey yok, ama şu andaki yaşananlara göre yine de söylemler, alınan pozisyonlar, iyi kötü birtakım şeyler var. Sen nasıl görüyorsun? CHP bu zaferi taşıyabiliyor mu?

Balta: Bir not eklemek istiyorum: Behlül’ün söylediği borç ve kaynak meselesi çok önemli aslında. “Merkezle yerel aynı partiden olsun, böylelikle hizmet gelsin” meselesini satın almıyordu seçmen. Zâten aynı partiden ve hizmet gelmemiş. Merkezle belediyelerin aynı partiden olması, tam aksine kontrolsüz yolsuzluk getirmiş. Merkezle yerelin aynı partiden olmadığı İstanbul ve Ankara gibi belediyelerde, bu belediyelerin kaynaklarını yaratabildiğini, yönetebildiğini görmüşler, yetkinlik görmüşler. 

Şimdi hep aynı yere dönüyorum: CHP bu zaferi taşıyabilir mi? Avantajı şu: CHP’nin yetkinlik ve samîmiyetini ispat edebileceği çok önemli bir platformu var. 2019’da bunu yapabildiği için 2024 seçimlerini kazanmış ve tıpkı Behlül’ün söylediği gibi, Kastamonu ve Afyon’da da seçmenler bunun farkında. Sâdece İstanbul ve Ankara seçmeni değil, aslında bütün Türkiye bu belediyelere bakmış. Şimdi de bütün Türkiye, CHP’nin elindeki belediyelere bakıyor. Dolayısıyla oradaki yetkinlik ve samîmiyet, iyi, samîmî, dürüst, açık ve şeffaf belediyecilik olağanüstü önemli. Dolayısıyla seçilen her belediye başkanının tek tek büyük sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. 

İkincisi, bunu hep bir eleştiri olarak getiriyorlar, ama ulusal siyâsetten örnek vereyim: Bence CHP içerisindeki farklı söylemlere, farklı profillere sâhip adaylar, aday adayları ya da liderler veya Ekrem İmamoğlu, Özgür Özel ve Mansur Yavaş gibi siyâsetçilerin farklı profiller olması, farklı seçmen gruplarına hitap etmesi, birinin milliyetçi, birinin daha Kemalist, birinin daha Karadenizli seçmene hitap ediyor olması bir avantaj. Her seçmen grubuyla konuştuğumuzda, farklı yerlerde kendisiyle ilişkilendirdiği CHP’li siyâsetçi üstünden CHP’yi okumuş. Onun orada olmasını iyi bir şey olarak görmüş ve kendisini orada görmüş. Dolayısıyla bu bir avantaj. Ama aynı zamanda bir dezavantaj. Dezavantajın ne olduğunu da söyleyeyim. “Siyâsal rekabet iyidir” dedik. Bu tarz bir siyâsal rekabet de iyi. Ama bunun kaotik bir görüntüde olmaması lâzım. Behlül’ün söylediği gibi o harmoni çok önemli. Hem bu belediyelerin hem de daha ulusal düzeydeki CHP’nin liderlik ekibi gibi gözüken grupların birlikte çalışabilmesi ve bir harmoni içerisinde farklılıklarını bir arada tutabilmesi önemli. Aslında bir tür yeni bir ittifak siyâseti gibi, ama bu sefer parti içindeki ittifak siyâseti gibi. Oradaki güç paylaşımı, o rekabetin nasıl ilerletileceği ve düzenleneceği son derece önemli. 

Son bir şey, bununla da hep çok karşılaştık. Seçmenin bize sorduğu şöyle bir soru vardı: “Belediye tamam da, biz belediye için CHP’ye oy verdik, belediyeye aday seçtik, ama belediyeyi yöneten devleti yönetebilir mi?” CHP söz konusu olduğunda, özellikle milliyetçi ve muhâfazakâr seçmenler bir devlet açığı görüyorlar. Sonuçta 21 yıldır iktidarda olan, neredeyse devletleşmiş bir parti var ve muhâlefet, o devletin kadrolarından, yönetme süreçlerinden ve söyleminden çok uzaklaşmış. Türkiye’de 21 yıldır, 90’lardaki gibi bir siyâsal rekabet ve dönüşüm süreci yok muhâlefet partileri açısında. Dolayısıyla seçmen sâdece belediyeyi, sâdece hükûmeti değil, devleti yönetme becerisi görmek istiyor. Bunu tam olarak kelimelere dökemiyor belki. Belki savunma, belki dış politika, belki bir bütün, belki yetkin kadrolar… Adalet ve Kalkınma Partisi, Erdoğan, iktidâra gelirken, geçmişte devletin içerisinde yer almış aktörleri de yanına almıştı. Ama seçmen nezdinde, devlet yönetmek konusunda bir soru işâretini hem Afyon’da hem Kastamonu’da gördüğümüzü söyleyebilirim. 

Evet, arkadaşlar çok sağ olun. Öncelikle yaptığınız araştırma için elinize sağlık. Bunları yazdınız, biz de sizinle değerlendirdik. 31 Mart seçiminin üzerinden çok geçmedi, yani çok da geç değil bu değerlendirmeler için. Afyon ve Kastamonu örnekleri üzerinden CHP’nin nasıl kazandığını ve iktidârın nasıl kaybettiğini gözlemlediniz. “İktidar” diyorum, çünkü oralarda sâdece AK Parti kaybetmedi, aynı zamanda MHP de kaybetti. İki şehirde de MHP siyâsî olarak çok güçlü bir geleneğe sâhip. CHP ise tam tersi, oralarda zayıf bir geleneğe sâhip. Gerçekten iki çarpıcı örnek. Oradaki gözlemleriniz ve analizleriniz için ikinize de çok teşekkürler.

Evet, Özyeğin Üniversitesi’nden Evren Balta ve Behlül Özkan, Afyon ve Kastamonu’da sâhada yaptıkları değerlendirmeleri, yorumlarını ve gözlemlerini bizimle paylaştılar. AK Parti’nin ve iktidârın kalelerinin nasıl CHP’nin eline geçebildiğini ve bunun kalıcı olup olamayacağını konuştuk. İkisine de ayrı ayrı teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.