Göksel Göksu yazdı: Devlet Bahçeli’nin uzattığı el neyin başlangıcı? Yeni dönem mi, çözüm süreci mi?

Siyasetin baş döndüren ritmine ayak uydurmak kolay değil. 

Bir bakıyorsunuz iktidar ortakları CHP ile DEM Parti arasındaki olağan siyasi diyalog üzerinden, “DEM”leniyor göndermesi yaparak CHP’yi PKK işbirlikçiliği ile itham ediyor, bir bakıyorsunuz iklim değişiveriyor. 

Buzullar erimeye başlıyor, hava ısınıyor Ankara’ya normalleşme ve yumuşama siyaseti hakim oluveriyor. 

Çok geçmeden aniden gelen sert rüzgarların etkisiyle yumuşama dalgası yerini parçalı bulutlu bir havaya bırakıyor.

Kar yağmayacağı belli olsa da, yağmur mu yağacak, rüzgarın etkisiyle bulutlar dağılıp güneş mi açacak belirsiz!

Derken bir de bakıyorsunuz düne kadar CHP’ye DEM üzerinden PKK işbirlikçisi diyenler DEM’e el uzatıyor, tokalaşıyorlar.

Tokalaşsınlar tabi ama MHP lideri Devlet Bahçeli’nin de teyit ettiği üzre herkes biliyor ki Bahçeli kimseyle sebepsiz yere tokalaşmaz, kimseye durup dururken el uzatmaz. 

Hal böyle olunca Bahçeli’nin TBMM’nin açıldığı gün DEM partililere uzattığı el, siyasi çevrelerde ister istemez “Çözüm süreci yeniden mi başlıyor?” sorusuna yol açtı. 

Cumhurbaşkanlığı danışmanları hızla cevapladı bu soruyu. Başdanışman Mehmet Uçum, “Çözüm sürecinin gündemde olduğunu düşünmüyorum. Müzakere söz konusu olamaz. Devlet kiminle müzakere edecek? Türkiye’nin şu andaki ihtiyacı demokrasiyi daha da güçlendirme ihtiyacı, mevcut anayasadan kurtulma ihtiyacı” dedi.

Neyse ki A Haber muhabiri Rüya Akkuş Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sorusu üzerime “Bence beklemeden siyasette ılımlı iklimi sürdürelim” diyerek son noktayı koydu da buzulların erimeye devam edeceğini anlamış oldu herkes.

Al Monitor yazarı Amberin Zaman elde ettiği bilgilere göre hükümetin Öcalan’la görüşmek için ön görüşmelerini sürdüğünü ve  Öcalan’ın Kandil’le de görüştüğünü ileri sürmesiyle herkes aynı şeyi düşündü “Hiç bir şey olmuyorsa da bir şeyler oluyor.” 

Buzulların erimeye başladığından söz etmişken, iklim krizi açısından bakıldığında buzullar eridikçe kara parçalarının su altında kaldığını unutmamakta fayda var. Siyasetteki buzların çözülmesi çok önemli olsa da bu her zaman kışın sona erdiği ve baharın geldiği anlamına gelmiyor. 

Öyle olsa 11 yıl önce dönemin hükümeti tarafından başlatılan çözüm sürecinin bugün daldaki meyvelerini topluyor olurduk. Neydi o süreç? 

Her biri dokuzar kişilik gruplardan oluşan ve Akil İnsanlar adı verilen yedi heyet Türkiye’nin yedi bölgesine dağıldı. 

Gelişmeler aklıselim çoğunluğu umutlandırdı.

Nasıl umutlandırmasın ki? 

Bugün olduğu gibi o gün de amaç siyasi mekanizmaları harekete geçirerek sorunlara siyasi zeminde çözüm bulmak, -her ne kadar son 3-4 yıldır Türkiye sınırları içinde varlığını sürdürmüyor olsa da- terörü sonlandırıp şiddeti devre dışı bırakmaktı.

Kürt sorununun çözüleceğine artık kesin gözüyle bakılan o günlerde aralarında sanatçıların, akademisyen ve yazarların da olduğu Akil İnsanlar, Sivil Toplum Kuruluşları ve halkla bir araya gelip görüş alışverişinde bulunacaklar, sonra da her bölgenin akil heyeti bu görüşmeleri raporlaştırarak hükümete sunacaktı. Böylelikle hem toplum fikren ve ruhen Kürt sorununun çözümünü içselleştirecek hem kendi çözüm önerilerini sunacak ve yöreden yöreye değişen fay hatları sosyolojik anlamda haritalanacaktı.

O tarihte hem Doğu Anadolu hem de Karadeniz bölgelerinde Akil Heyetin yürüttüğü çalışmaları adım adım izleyen bir haberci olarak biraz o günlere gidelim istedim. Bu aşamada kameraların önünde gelişenler sürecin takipçileri zaten yakından izledi o nedenle hangi ilde kimin ne dediği ne söylediği değil okuyacaklarınız. O günlerde aldığım kamera arkası notları paylaşmak istiyorum daha çok. 

Hazırsanız filmi 11 yıl önceye sarıyorum… 

Yıl 2013, aylardan nisan.

Akil İnsanlar Heyeti ile Karadeniz Bölgesi’ndeyiz.

Trabzon, Sinop, Kastamonu… Bir ilden diğerine geçiyoruz. 

Grubun başında Yusuf Şevki Hakyemez var. 

Başkan Vekili Vedat Bilgin, Grup Sekreteri Fatma Benli, grup üyeleri Kürşat Bumin, Oral Çalışlar, Bendevi Palandöken ve Yıldıray Oğur.

Kağıt üzerinde Orhan Gencebay’ın ismi de var ancak onu hiçbir toplantıda gören olmadı. 

Muhtemelen “Yarabbim sen büyüksün” diye başlayıp,

“Mevsim bahar olunca 
Aşk gönüle dolunca
Sevenler kavuşunca
Yaşamak ne güzel” diye devam eden manevi varlığı yeterliydi süreç için.  

İsminin geçiyor olması sürece destek verdiğini tescilliyordu özetle.

İsimlerden anlaşılacağı üzre diğerlerinde olduğu gibi Karadeniz heyetinde de üyeler dünya görüşlerine göre farklılık gösteriyor; yine de farklılıklarına rağmen gittikleri her ilde aynı ortak paydada buluşuyor, hep birlikte “Barış” temasını işliyor, sürecin önemini anlatıyorlar.

Hitap ettikleri kitle de farklı değil. Toplantılarda söz alanlar da farklı kültür ya da siyasi görüşleri temsil ediyor ve onların talebi de barış. Sorun şu ki toplantılarda cılız sesle dillendirilen eleştiriler olsa da, hemen herkes aynı noktada buluşuyor. Farklı düşünen ve asıl ikna edilmesi ya da sürecin yönetimine ve şekillenmesine katkı sunacak  kesimler salonun dışında. 

Özetle salondakiler günler önceden güvenlik taramasından geçirilmiş, sürece ılımlı yaklaşacağı az çok bilinen STK temsilcileri ya da bölgenin akilleri; salonun dışındakiler ise çatlak ses çıkaracağı öngörülerek toplantıya katılamayanlar. Kimi eleştiriyor kimi sürece doğrudan karşı çıkıyor.

Tepkilerin olabildiğince sönümlenebilmesi için olsa gerek özellikle Karadeniz’deki toplantıların hiç birinin kent merkezlerinde yapılmadığını ve geniş güvenlik önlemleri altında gerçekleştiğini de not düşmek lazım.

O halde dışarıya da çıkmak ve o sese de kulak vermek lazım. 

“Muhalefettelerken onların da hakkını savunuyordum.
O zaman da trenden atılan bendim,
iktidara geldiler, trenden atılan yine ben oldum!
Değişen sadece makinist” diyen birinin yanından geçip akillerin güvenliğinden sorumlu olan yetkilinin yanına doğru gidiyorum. 

Bir gözü daima dışarıda.

Yükselen protesto seslerinden rahatsız.

Aslında bir taşkınlık olacağına ihtimal vermiyor.

Nedeni de bir gün önce siyasi parti temsilcileriyle yapılan pazarlık.

O konuşma hemen her ilde yapılıyor-muş zaten.

“Tamam protestonuzu yapın ama toplantıyı engellemeyin” diyorlarmış partililere… 

Dışarısı önceden pazarlık yapmış olmasına karşın öyle kalabalık ki, elinde olmadan tedirgin olduğu belli yetkilinin.

İhtiyatı elden bırakmıyor.

Ya akillerden birinin başına istenmeyen bir şey gelirse?

Aslında tedirgin olan sadece o değil, görevli olan herkes.

Hatta Araf’ta kalan polis bile… 

Araf dediğim şu: Polis akiller heyetinin toplantı yaptığı salonların çevresine etten duvar örüyor, içerdekilerle dışardakiler arasında presleniyorlar.

İçeridekiler resmi iradeyi temsil ediyor, onlar da devletin polisi olarak onları koruyor ama içeride konuşulanları ideolojik olarak benimsemedikleri de hemen anlaşılıyor.

Asıl hissettiklerini dışarıdakiler dillendiriyor, içeridekileri İstiklal Marşı okuyarak protesto ediyorlar.

Araf’taki polisler de ne yapacaklarını şaşırıyor, protestocular ellerinde Türk bayraklarıyla İstiklal Marşı okuduğunda, saygı duruşuna geçmekle geçmemek arasında bocalıyorlar! 

Bu tablo Karadeniz Bölgesi’nden.

Samsun – Bartın hattında her kesimden ayrı ses çıkıyordu o tarihte…

Akiller diyor ki: “Silahlar sussun diye geldik.

Anaların gözyaşı dinsin diye buradayız.

Gelin irademizi ortaya koyalım ve barış kazansın.”

Onları dinleyen STK temsilcileri diyor ki: 

Aydınlatın bizi.

Deyin ki, “TC’nin bütünlüğünü korumak için, silahların susması, askerimizin polisimizin şehit olmaması için şunları şunları yaptık ve şu yolu takip ediyoruz.” 

Kimine göre ‘Çapulcu’ kimine göre ‘Ergenekoncu’ olup da salona giremeyenler ya da salonlara girse de sürecin karşısında olan ya da silahların susacağına inan-a-mayanlar diyor ki:

“Akillerin masrafını bizler karşılıyoruz. 

Onlar da halkımızın nabzını değiştirme görevini yürütüyor.

Silahlı olan biz değiliz ki, gidin dağa çıkanlara anlatın siz bunları…

Onları ikna edin neye ikna edecekseniz!“

Salona hiç alınmayanlar diyor ki:

“Neden giremiyoruz o salona, neden davetliler listesinde bizler yokuz? Bizim silahımız bıçağımız filan yok ki konuşmaya geldik!

Girsek diyeceğiz ki:

Ne barışı?

Beni niye barıştırıyorsun ben ne yaptım?

Senin o barışın başka bir şey.

Anayasa değişikliğini muhalefet partileriyle yapamayacağını anlayınca Bdp ile yaparım dediniz.”

Ve içeridekiler ile dışarıdakilerin arasındaki tampon bölgede görev yapanlar! 

Polisler, devlet memurları, çalışanlar diyor ki:

Tamam bu bir görev.

Ben de memurum ve görevimi yapıyorum.

İstemesem de, içimden gelmese de yaparım, yapıyorum.

Üstelik bana bu görevi verenler de biliyor bunu.

Ama…

Ama deyip susuyor, kafalarını başka yöne çeviriyorlar…

Bafra’daki bir lokantada akillerin karşısına dikilen Şehit Yakınları Derneği’ne mensup bir başka gurup diyor ki:

“Kan aksın demiyoruz, bu acıyı çekenler biziz.”

Ve işte akillerle yürütülen konuşmadan bir bölüm:

“-Sizin çocuğunuz şehit olsaydı acaba bu şekilde gelip vererek kurtulalım der miydiniz? Benim gördüğüm -yanlış düşünüyor da olabilirim- ülkenin bütünlüğü üzerinde oyun oynanıyor…

-Oral çalışlar- Ne oldu şu ana kadar? Oyların yüzde 50’sini almış bir parti, Tayyip Erdoğan bu memleketin bir parçasını bir başkasına mı verecek, böyle mi düşünüyorsun?

– Boşu boşuna kimse silahını bırakmaz hocam. Öcalan’la İmralı’da yapılan görüşmenin altında birşey var. Yapmayın Allah aşkına sizler aydın insanlarınız. Tarih sizi yazacak ama nasıl yazacağını inşallah siz de göreceksiniz.”

Sürecin akıbeti malum. 

Akil İnsanlar Heyeti toplumun kanaatlerini ve önerilerini raporlaştırdı. 

TBMM’de Araştırma Komisyonu kuruldu. MHP katılmayacağını açıkladı, CHP komisyona üye vermedi. AKP ve BDP’nin katılımıyla süreç değerlendirildi ve 450 sayfadan oluşan rapor TBMM başkanlığına teslim edildi.

Çözüm sürecine ilişkin 10 Temmuz 2014’te  “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun” yürürlüğe girdi. 

Çözüm süreci önce  62. Hükümet programında  7 Haziran 2015 seçimlerine girerken de AK Parti’nin seçim beyannamesinde yer buldu.

Sonrası malum, 

Çözüm sürecinin temelinin atıldığı 2009 Oslo görüşmelerinin kaydının çıkması, Habur süreci, Dolmabahçe mutabakatı sonrası başlayan tıkanıklık…

Çözüm süreci sırasında kurulan ve hükümet ile PKK’nın İmralı Cezaevi’ndeki lideri Abdullah Öcalan arasında yürütülen müzakerelerde arabulucu rolü üstlenen HDP’nin 7 Haziran 2015 seçimlerinden oyunu 13,1’e çıkartması ile siyasi atmosfer tamamen değişti. 

AKP’nin ilk kez yüzde 40,8 oy alarak parlamentoda çoğunluğu kaybettiği seçimden akıllarda kalan Selahattin Demirtaş’ın seçim öncesinde, Tayyip Erdoğan’a “Seni başkan yaptırmayacağız” diye seslenmesi oldu.

Güneydoğu’da yeniden bombalar patlamaya, çatışmalar olmaya başladı. 

Temmuz’daki Suruç saldırısı ve Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi ile çözüm süreci fiilen sona erdi. 

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 29 Temmuz’da çözüm sürecinin tamamen sona erdiğini açıkladı.

1 Kasım 2015’te de seçim yenilendi.

Yeni dönem mi yeni bir çözüm süreci mi?

Bugün gelinen noktada Türkiye’de siyasi iklim 11 yıl önceki deneyin ardından Devlet Bahçeli’nin DEM Parti’ye uzattığı ele bakanlar, bir çözüm sürecinden çok, yeni bir dönemin başlangıcını görüyor.

Ancak başta da belirttiğim ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin de teyit ettiği üzere herkes biliyor ki Bahçeli kimseyle sebepsiz yere tokalaşmaz, kimseye durup dururken el uzatmaz. İktidar kanadında DEM Parti’ye uzatılan el “yumuşama süreci” kapsamında değerlendiriliyor. Yani buzullar çözülüyor.

Ancak “Süreç yeni bir döneme evrilir mi?” sorusuna cevap vermek için henüz erken. Süreci yakından izleyenler bile geriden gelecek hamlelerin iyi izlenmesi gerektiğini söylüyorlar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.