Grand Kartal Otel’deki trajik yangının ışığında Gökhan Bacık, afetlerin politik tabiatlarını ele alıyor, bunun farkında olmayan devletlerin çökme riskiyle karşı karşıya olduğunu vurguluyor.
Afetlerin politik ve toplumsal bağlamı
Afetler politiktir. Çünkü afet, politik bir bağlamın içinde ortaya çıkar. Dolayısı ile afet, politik bağlamı yani dengeleri ve algıları değiştirir. Ancak içinde doğduğu politik bağlam, afetin de anlamını üretir. Nitekim, afetten sonra söylem savaşı başlar. Herkes kendi politik bakışına göre afetin ne anlama geldiğini inşa etmeye çalışır. En keskin siyasi tartışmaların ve hatta ayrışmaların bazıları afetlerden sonra ortaya çıkar.
Büyük afetler, devletler için meşruiyet krizi anlamına gelir. Sebebi ne olursa olsun çok sayıda insanın öldüğü bir afet, devlet için acizliktir. Devletin normal zamanlarda güçlülüğü üzerine sürdürdüğü sürekli propaganda, böylece açık düşmüş olur. Dünyanın her yerinde devlet elitlerinin aciz durumlarını onların afetlerde ve savaşlarda ölen vatandaşlarının cenaze törenlerindeki hallerinde görürüz. Devlet, eğer senin çocuğunun cenazesini kaldırmaya gelmiş ise artık senin kadar güçsüzdür.
Dünyada afet konusunu çalışan önemli uzmanlar ve bu uzmanların, araştırmalarını yayımladıkları Journal of Disaster Studies gibi dergiler var. Bu kişilerin uzlaştığı konulardan birisi ‘doğal afet’ kavramının yanlış olduğudur. Doğa olayları kendi nedenselliği içinde devam eder. Ateş yakar, yanardağ patlar, deprem sarsar, sular taşar… Bunların afete dönüşmesi insanların doğayla girdiği ilişkinin sorunlarıyla ilgilidir. Bu konuyu Rebecca Solnit’in afetleri nasıl anlamamız gerektiği konusundaki önemli kitabının başlığı özetler: Cehennemdeki Cennet. Yani yeryüzü aslında bir cennettir. Bütün olaylar kendi doğallığı içinde cereyan eder. Buradaki olayları afetlere yani cehenneme dönüştüren insanın bilgisizliği ve sorumsuzluğudur.
Adalet, hafıza ve hesap verebilirlik
Afetlerden sonra sürekli olarak bir hafıza tartışması ortaya çıkar. Neden unutuyoruz? Marina Povizkina ve T. Ahlbom Persson’un bu konuyla ilgili çalışmaları bize önemli ipuçları sunuyor. Afetlerden sonra insanlarda keskin bir adalet ve ceza duygusu ortaya çıkar. Eğer bu duygular tatmin edilmezse sosyal bir hafıza oluşmuyor. Adalet ve ceza duygusunun oluşması ise bizi hesap verilebilirlik konusuna götürüyor.
Dolayısıyla bir toplumda yaşanan afetlerden dolayı teknik kadrolar ve siyasiler hesap vermiyorlarsa orada hafıza da oluşmuyor. Sonuç olarak ölenler öldüğüyle kalıyor, hayat beş gün sonra kaldığı yerden devam ediyor. Türkiye’de neredeyse her neslin yaşadığı büyük bir deprem olduğu halde hala binalarda kolon kesilmesinin kaynağı aslında bu tartışmayla yakından ilgili. Hafıza yoksa kimse binanın kolonlarını kesmekten çekinmez. Çünkü hafıza yoksa kural yoktur, denetim yoktur ve nihayet ceza de yoktur.
Peki, toplumdaki adalet ve ceza duygusunu nasıl tatmin edebiliriz? Ceza duygusu afetle ilgili teknik hataları olanlara yöneliktir. Kabloyu doğru bağlamayan bir teknisyen yahut diyelim ki, yolun inşaatından sorumlu bir müteahhit… Ancak bu, sadece ceza duygusunun tatminiyle ilgilidir. Toplumsal adalet beklentisiyse siyasi sorumluluk almakla ilgili. Sadece teknik sorumlulara ceza vermek adalet beklentisinin tam olarak tatmin edilmesi için asla yeterli değildir. American Journal of Political Science’ta 2005 yılında yayımlanan makalelerinde Torun Dewan ve Keith Dowding siyasi sorumluların istifasının hükümet/idare lehine algıya olumlu katkı verdiği tezini destekleyen ampirik veriler sunmuştur. Türkiye’de eskiden beri en az anlaşılan konulardan birisi de budur. Maalesef, Türkiye’nin politik kültür geleneğinde istifa yok. Bir bakıma istifa, Batılı bir icat ve kurum olarak görülebilir.
Türkiye’deki afet yönetiminde sorumluluk eksikliği
Örnek olarak, Bolu yangınında teknik ve siyasi sorumluluk kümesini tanımlarsak buradaki muhtemel kişiler belediye başkanı, itfaiye müdürü, diğer teknik kurumlar ve idarecileri, vali, kaymakam ve ilgili bakanlardır. Teknik sorumluluğu bir kenara bırakırsak, siyasi sorumluluk şöyle tanımlanır: “Belediye Başkanı isen bileceksin, vali ise bileceksin, bakan isen bileceksin.” Yani bu siyasi/idari konumlarda olanların bilmeme hakkı yoktur. Bir belediye başkanı, vali yahut bakan bilerek bir hataya neden oldu ise buna zaten suç ve yolsuzluk denir. Afetler gibi konularda siyasi sorumluluk ise bununla ilgili değildir. Siyasi sorumluluk şudur: “Bu koltukta oturuyorsan her şeyden sen sorumlusun.”
Daha geniş olarak bakarsak Kartalkaya yangını bizi iki konuda daha düşünmeye zorluyor. Birincisi, idari yapı. Türkiye’nin idari yapısı gelişmelere göre değişmemiştir. İdari yapı bağlamında siyasi bağnazlık, eskiden beri sıkıntılara yol açıyor. Nitekim, bu yangında gördük ki, binlerce insanın kaldığı bir alan fiilen küçük bir ilçenin kapasitesine terk edilmiş. Sonuçta ne belediye başkanı ne bakan sorumluluk kabul ediyor. Demek ki, bu kadar yoğun ve bu yoğunluktan ötürü yüksek bir müdahale gücü gerektiren kritik bir alan Seben ilçesinin kapasitesine teslim edilmiş. Bu nedenle, Türkiye’de idari tutuculuk bir kenara bırakılmalı ve yüksek kapasiteli müdahale ve idare gücü gerektiren alanlara yönelik esnek yönetim biçimleri geliştirilmelidir. Hızlı nüfus değişiklikleri olan turistik alanların güvenliği ve yönetimi konusunda çağdaş gelişmelere uygun esnek idari modeller üretmek gerekmektedir.
İkinci nokta ise, idarenin siyasi algısı. Türkiye’de hem Kemalist hem post-Kemalist dönemde devlet elitleri en büyük tehlike olarak ‘ideolojik felaketleri’ görmüştür. Yani, tıpkı Kemalist bir savcı gibi post-Kemalist savcı için esas tehlike bazı düşüncelerdir. Bu algı, bir refleks ve hassasiyet oluşturmuştur. Bolu’da bir yurttaş Tweet atsa yahut Bolu’da en küçük sokağa bir Kürtçe isim verilse, bunu anında algılayan sistem, sezon boyunca binlerce insanın kaldığı bir oteldeki hayati sorunu önceden algılayamamaktadır. Türkiye’de kalubeladan beri sistemin en şehvet duyduğu suçlular düşünce suçlularıdır. Bunun nedeni Türk politik kültüründeki “devletin kıyameti zararlı düşüncelerden” gelir saplantısıdır. Halbuki, Türkiye’deki politik ve hukuki elitler şunu anlamalıdır: Devletler, ekonomik sebepler yahut kötü altyapıdan kaynaklanan sorunlar gibi nedenlerle de yıkılır. Mesela iyi bir posta teşkilatı olmayan devletler daha kolay yıkılır. Uçakları ve trenleri tam zamanında kalkmayan devlet de zayıf bir devlettir.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.