Berrin Sönmez yazdı: Heybeden CHP çıkar mı?

CHP’nin önseçim süreci, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum atanması ihtimali ve muhalefet stratejileri üzerine kaleme aldığı analizinde Berrin Sönmez, “Heybeden CHP çıkar mı?” diye soruyor

Heybeden CHP çıkar mı?
Berrin Sönmez yazdı: Heybeden CHP çıkar mı?

Heybeden CHP çıkar mı? Muhalefet için kritik dönem

Weimar Cumhuriyeti’nin son yıllarını yaşıyor gibiydik uzun süredir. Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması, yaratılan ya da icat edilen diyebileceğimiz diploma krizi ve birisi istinafta olan çok sayıda dava açılması gösteriyor ki bu eşik aşıldı. 19 Mart, ucube sistemin otoriter rejimden çıkıp totaliter yönetime geçiş tarihi olarak bir milat hükmünde görünüyor. Muhalefetsizleştirme operasyonu adımıyla başlatılan totaliter yönetim aşaması sadece siyasi partileri değil sivil toplumu, gazetecileri, politika yapıcı bürokrat ve danışmanları da hedef aldı. Ki bu listenin sanatçıdan menajere, gurmeden medyuma uzandığı biliniyor.

Gezi ise iktidarın bakış açısındaki değişmeyen liste başı konumunu kimselere kaptırmıyor. Kadın hareketinin, LGBTİ+ların ve örgütlerinin, toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesinin iktidarın kara listesinde her daim yerini koruduğu kehanet değil göz önündeki gerçeklerden. Öğrencilerin, emekçilerin, sendikal hakların ve her türlü hak savunusunun yer aldığı listede baroların, meslek odalarının da yer aldığı malum.

Kürt meselesi ve Kürt siyaseti (şimdilik) listede paranteze alınmış gibi görünmekle birlikte barış umudu yeşerten serin hale yürüyor olması bu karanlık tablodaki tek iyi şey. Yıllardır topluma yaşatılanların deneyimi ile oluşmuş muhtemelen eksikleri de olan bu listenin bilmediğimiz başka odakları da içermekte olduğu düşünülebilir. Kısaca itiraz edenler ve etmeyenler için birbirine zıt iki ayrı muhataplık sistemi sergileyen yönetim anlayışı sanırım değişecek. Kamusal biat yani açıktan desteğini ifade etme zorunluluğu dayatılırken diğer yandan biat etmeyenlere söz hakkı tanımayan sistemin propaganda medyası ile sınırlı kalmayacağını tahmin edilebilir.

Ürkütücü bir tablo çizdiğimi düşünenler olabilir ama olayların sıcaklığından bir uzaklaşarak bakınca gidişat bu yönde görünüyor. Eleştirel medya, muhalefet partileri ve toplumsal muhalefete bakınca hala hukuki açıklamalar, bağımsız yargı vurguları ve demokratik teamüllere atıf görmek hayli şaşırtıcı. Çok uzun zamandır bunlar iktidarın sözlüğünde yok. Ucube sistemi kuran anayasa değişiklik paketi metni yazım aşamasından itibaren yok. Bu nedenle o metni gördüğüm ilk andan itibaren ucube sistem demiştim ve devam ediyorum. 2017 referandumu dahil olmak üzere o metin yazıldıktan sonraki seçimler geçmişten bildiğimiz anlamadaki mümkün mertebe eşit koşullarda yarışılan demokratik seçimler değildi.

Bir darbe söylemidir aldı yürüdü

Selahattin Demirtaş’ın aday gösterilerek hapishaneden Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası yürüttüğünü unuttuk mu? Can Atalay’ın milletvekili seçilip tahliye edilmediği, özlük hakları verildiği halde yemin ettirilmediği günlerdeyiz hala. Dolayısıyla Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olmasını önlemek için sınır tanımayan girişimlerin devam edeceği herkes tarafından görülmeli ve gerçekçi politikalar üretilmeli.

Bir darbe söylemidir aldı yürüdü. Yargı darbesi, siyasi darbe, sivil darbe gibi tanımların halkta karşılığı yok. Evet darbeler tarihimiz büyük acılarla dolu ve üstelik hiçbir darbe halkın geniş kesimleri tarafından desteklenmedi. Sessiz kalındı, beklendi. “İki-üç yıl dişimizi sıkarız, sonra darbeciler gider, siyasiler gelir” yaklaşımı hakimdi halkta. Bu yaklaşımın rasyonel gerekçeleri vardı, haksız değildi. Yazıyı uzatmamak için girmiyorum o konulara.

Şu kadarını belirteyim ki darbecinin ömür boyu hüküm sürmeyeceğini dağdaki çoban da derdest edilen siyasetçi de bilirdi. Bu nedenle sürekli darbe çağrışımları halka sakinleştirici enjeksiyon etkisi yapıyor. “Biraz bekle acısı geçer” mesajı vermek yerine somut gerçekliği daha isabetli tanımlamak gerekir. Siyasetçiler için de geçerli olmalı bu etki ki koşullara uyumlu politika üretme kısıtlığı içinde muhalefet partileri de. Kayyum, siyasi yasak, seçilmişlerin, siyasi parti temsilcilerinin, yöneticilerinin hapsedilmesi halkın ekonomik ve siyasi haklarının yok sayılması olduğu için darbe yerine ülkemizde sık kullanılmayan ama somut gerçeklikle çok örtüşen halk düşmanlığı ile tanımlıyorum. Mafyatik ortama da toplumun çıkar ve beklentilerinin tersine şekillenen iktidar politikalarına da uyumlu bir tanım bence. Biat eden etmeyen ayrımıyla bölünmüş toplum yaratıldığına göre tam anlamıyla halk düşmanlığı oluyor Muhalefetsizleştirme politikaları.

CHP’nin önseçim süreci ve olası engeller

CHP’nin önseçim oylamasını üye olmayan yurttaşlara da açık hale getirmesi isabetli bir karar oldu. Demokratik, kapsayıcı bu kararın iktidar tarafından hoş karşılanması mümkün değil. Adaylık için önseçim kararı iktidarın İmamoğlu planlarını öne çekmesine yol açtıysa eğer oylamanın tüm halka açılması da korkarım CHP hakkındaki planlarını öne çekmesine yol açabilir. Asırlık parti bu durumu öngörmüş ve uygun politik tedbirler alır ya da almış olsun. Totalitarizme karşı muhalefeti özellikle ana muhalefetin diri tutulması akla gelen ilk önlemlerden çünkü.

Anlaşılır sebeplerle burada isim vermeyeceğim bir köşe yazısı okların CHP’ye çevrildiğini düşündürdü. Başlık İmamoğlu ve gözaltı hakkında olsa da içerik CHP’nin son kurultayı, şaibe, delege, rüşvet söylentileri ile yüklüydü. İktidar politikalarının işaret fişeği sayılabilecek bir mecrada yayınlandığı için dikkate almak gerektiğini düşünüyorum. Aynı köşede daha önce Merdan Yanardağ için hakaretamiz söylentilere yer verilmiş olması ve şimdi hapis cezası gündeme düşmüşken… Eğer sezgilerimde haklıysam 23 Mart Pazar günü üye olmayanlar için ikinci bir sandığın kurulacağı ön seçimi engellemek ya da geçersiz kılmak için iktidar bazı adımlar atmaya hazırlanıyor demektir. Özellikle en az kent uzlaşısı kadar sevilmeyen dayanışma kavramı ile isimlendirildiğini düşünürsek aksi ihtimal yok hükmünde gibi. Oylamayı önlemek için polisiye tedbirler düşünülüyor olabilir.

Muhalefetsizleştirme politikaları ve CHP’ye kayyum tehdidi

Önseçim sonuçlarını geçersiz kılmak istenirse de yolun çoktan döşendiği “şaibeli kurultay” bahanesiyle yargı hızlandırılır. CHP’ye kayyum atamak yönüne bile gidilebilir. AKP kongresinde aklımdan hiç çıkmayan iki cümleden birisi “yarım kalan hikayemiz olmayacak” diğeri “cumhur ittifakı olarak muhalefeti dönüştürme görevimizi yerine getirmekten kaçınmayacağız” sözleriydi. İkinci cümleyi gerçekleştirmekten hiç kaçınmadılar gerçekten. Siyasi arenada vekil transferinden yerel yönetimlere kayyum atama politikasına kadar ve bugün topluma yaşatılanlar, anlaşılıyor ki ittifakın görev listesinin çek edilmesi.

Hikaye cümlesi ise parti içi eleştirilere verilen cevap gibi görünüyor. Belki de yeni hikaye yasamayan bir siyasetin geçmişte eksik kalanları tamamlama hikayesi olabilir. Milli Eğitim müfredatındaki değişiklik, kadın kazanımlarının budanması, toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesinin resmi metinlerden silinmesi gibi yeni dönemde “biyolojik cinsiyet” kavramıyla öne çıkarılan “komplo teorilerinden mülhem cinsiyetsizleştirme” karşıtı yasa taslağı ve çok daha fazlası bu hikayeye dahil olmalı.

Karanlık tabloya inat, bana umut vaat eden bir sözle bitireyim yazımı. “Eğer ‘bu büyük ve korkunç dünyada’ onurumuzla var olmak istiyorsak söz konusu yozlaşmış eğilimlere karşı mücadele etmenin bizim görevimiz olduğuna inanıyorum. Bunu aktivistler, akademisyenler, entelektüeller ve hatta sadece sıradan yurttaşlar olarak yapmak zorundayız.” — Gramsci Jnr

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.