Tarık Çelenk yazdı: Sırrı’ya bir cuma ziyaretinin düşündürdükleri

Uzun süredir, ofisimizin de yakın olması sebebiyle, Zincirlikuyu Kabristanı’nda merhum Sırrı Süreyya Önder’i ziyaret etmeyi planlamaktaydım. Yurtdışında bulunduğum için cenazeye katılamamıştım; kendisine bir vefa borcum olduğunu hissediyor, bunu yerine getirmem gerektiğine inanıyordum.

Bu cuma, sela vaktini müteakip ziyaret için uygun bir zamandı. İnancıma göre, cuma öncesinde ziyaret edilen kişiler, kabirlerinde ziyaretçilerini görebilirdi. Sırrı’nın, özde itikatlı, derviş meşrepli, zaman zaman Şeyh Bedreddinvari kimliği, bu zamanlamayı benim için anlamlı kılıyordu. Ayrıca Zincirlikuyu Kabristanı, ülkenin elitlerinin kültür, sanat ve siyaset tarihine dair belirgin bir pencere sunuyordu; gezilmesi de bu anlamda anlam taşıyordu.

Sırrı’ya bir cuma ziyareti: Tarık Çelenk yazdı

Zincirlikuyu Kabristanı, daha girişte asrî ve seçkin yüzünü sergiliyor. Buraya defnedilmek ya da yer ayırtmak, adeta öteki dünyadan bugünkü Türkiye’ye, “Biz bu ülkenin tarih yapıcılarıyız; bizi unutmayın, ibret alın” mesajını veren birer anıt mezar ya da soyadı ifadesine dönüşmüş.

Kabristana girdiğimde, kime sorsam ezberlemişçesine Sırrı Süreyya’nın mezarını tarif ediyordu. Mezara yürürken, Kemal Sunal’dan Adalet Ağaoğlu’na kadar pek çok tanınır isimle karşılaştım. Hatta Osmanlı’nın son filozof ve mutasavvıfı M. Ali Aynî de bu bölgedeymiş.

Tanıma göre, “galiba buralardayız” derken, bakımlı ve parıltılı bir alan ile, Koç ailesinin antik bir anıtı andıran mezarına ve bakıcısına rastladım. Elindeki çapayla mezarı işaret eden beyefendinin gösterdiği yöne doğru bakınca, ağaca asılmış, Che figürünü andıran, kızıl ve sol sloganlarla bezenmiş bir bayrak dikkatimi çekti. İlk an “Bu Sırrı’ya ne kadar benziyor, ama olamaz herhalde” diye düşünsem de, bu tür bir mezarın Zincirlikuyu’da ne işi olur sorusu kafamı kurcaladı. Mezarın tazeliği, çiçekler, post pagan çaputlar ve sembollerle süslenmesi, bunun Sırrı’nın mezarından başkası olamayacağını gösteriyordu.

Cuma selasının huzurunda, Sırrı’ya selam verip ruhuna ilgili ayetlerle dua ettim. Sünnî bir Türkmen olan Sırrı, Oğuz geleneğindeki mazlumdan yana olma tavrını hayatına taşımıştı. Gerektiğinde Babai, gerektiğinde Kızılbaş, gerektiğinde Kürt kimliğiyle mazlumun safında oldu. Devletin karşısında mazlumdan yana ama bu toprakların düzeni için devletin içinde kaldı. Hem mazlum hem devlet, ona son kertede hep güvendi. Zincirlikuyu Mezarlığı’nın genel elit atmosferiyle Sırrı’nın mezarı arasındaki tezat, bu topraklara özgü folk ironiyi ya da ilişkin derin bir tutarlılığı da sergiliyordu.

Tarihle iç içe bir düşünce yürüyüşü

Zincirlikuyu’da, Sırrı’nın kabri etrafında bu düşünceler dolaşırken, aklıma 16.-20. yüzyıllar arasında Yahya Efendi Tekkesi haziresinde yatanlarla karşılaştırma yapma fikri geldi.

Yahya Efendi Tekke Mezarlığı.
Yahya Efendi Tekke Mezarlığı.

Zincirlikuyu Kabristanı 1935’te, Yahya Efendi Tekkesi ise 1571’de Mimar Sinan tarafından inşa edilmiştir. Yahya Efendi’nin mekânı, deruni huzuru, estetik ve coğrafi konumu ile bu dünyada yaşayanlara olduğu kadar, öteki tarafa göçenler için de bir cazibe merkezi olmuştur. Ahmet Hamdi Tanpınar, bu mekânı şöyle betimler: “İlahi mağfiret Yahyâ Efendi Dergâhı’nda âdeta güzel bir insan yüzü takınır. Ölüm burada, hemen iki üç basamak merdiven ve bir iki sedle çıkılıveren bu bahçede hayatla o kadar kardeştir ki bir nevi erme yolu, yahut aşk bahçesi sayılabilir.”

Tekke haziresinde, meşayihlerin yanı sıra Güllü Agop gibi ihtida etmiş gayrimüslim aydınlar, Cumhuriyet’in ilk döneminin bürokratları ve sanatçıları da bulunmaktadır: 7-8 Hasan Paşa, Halil Kut Paşa, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Alaeddin Yavaşça bunlardan yalnızca bazılarıdır.

Cumhuriyet’in devrimci ya da entelektüel elitlerinin bir ortak nitelikleri vardır: Yahya Efendi ya da kısmen Özbekler Tekkesi gibi mekânlarla ya kan bağı ya da manevi temas kurmuşlardır. Dev-Genç’in kurucularından Bülent Uluer, Hasan Cemal, Altan kardeşler gibi figürlerin aile geçmişlerinde tasavvufi meşayih etkileri belirgindir. Sonraki kuşaklara İttihatçılık ya da askerlik miras kalmış; bu mirasa Balkan, Filistin, Kafkas cepheleri ve yer yer Ermeni tehciri de eklenmiştir. Bu kuşağın sicilinde istisnalarla genellikle 27 Mayıscılık da bulunur. Ancak 1940-50’lerden sonra doğan nesil, bu mirasa radikal ya da liberal pozitivist bir eleştiriyle yaklaşmıştır. Bu defa İttihatçılık sivilleşmiş, enternasyonalleşmiş, tekke geleneği ise sekülerleşmiştir. Ancak ülkemizde gerçek entelektüel ve aydın olma vasfı, Osmanlı elitlerinin torunlarında hala yaşamaya devam etmektedir.

İçimden, Yahya Efendi ya da M. Ali Aynî zaman yolculuğuyla bugünün Osmanlı- ilk Cumhuriyet elitlerinin torunlarıyla karşılaşsalar, birbirlerini ikna edebilirler miydi, yoksa üçüncü bir yolda buluşurlar mıydı, diye geçirdim.

Zincirlikuyu ve Yahya Efendi kabristanlarında dolaşırken hissettiğim huzur ve tefekkür farkı, Osmanlı ve Cumhuriyet modernleşmesinin niteliği kadar, bu modernleşme sürecindeki süreklilik ve tutarlılık üzerine de bana derin izlenimler sundu

Bir cuma günü, Sırrı’nın kabristanına yapılan bu ziyaret, bizi tarihten bugünlere böylece gezdirdi. Sırrı’ya bir kez daha Allah’tan rahmet ve sevgiyle…

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.