Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Serhat Güvenç yazdı: Türkiye-Rusya’nın “rekabet yönetimi” ve Ukrayna krizi

Geçen yıl katıldığım bir toplantıda, Doğu Akdeniz ve Suriye bağlamında Rusya, Türkiye ve “Batı”nın politikaları tartışıldı. Ben Doğu Akdeniz’de Türk-Rus işbirliği ve rekabetini ele alan kısa bir değerlendirme yaptım. Suriye konusunda ortaya çıkan işbirliği görüntüsünün, aralarındaki rekabeti ve belli konulardaki derin görüş ayrılıklarını örtmeye yetmediğini ifade ettim. Konuşmamı bir örnekle tamamladım. O örnek 2018 yılındandı.

Rusya, 2015’te Suriye iç savaşına doğrudan dahil olduktan sonra, Doğu Akdeniz’e ciddi bir deniz kuvveti kaydırmıştı. Bu kuvvet Eylül 2018’de Suriye kıyılarından Libya açıklarına ve Girit’in batısına dek uzanan geniş bir alanda büyük bir deniz tatbikatı gerçekleştirdi. Bir gövde gösterisine dönüşen tatbikat öncesi Ruslar, Akdeniz’de 10 ayrı tehlikeli saha ilan ettiler. Bu sahalarda Rus savaş gemileri ve uçakları gerçek mühimmat kullanarak atış yapacaktı. Yine o dönem ülkemizde bu hamleyi salt ABD’ye bir meydan okuma olarak görüp memnuniyetini ifade edenler oldu. 

Kısa süre sonra anlaşıldı ki Rusların ilan ettiği 10 tehlikeli sahadan biri Türkiye ile KKTC arasındaki sulardaydı. Tek başına bu gelişme dahi Ankara’yı rahatsız etmeye yeterdi. Ancak Rusların ilan ettiği koordinatları haritaya işleyenler, daha da ilginç bir durumla karşılaştı. 10 numaralı yasak sahanın güney sınırı KKTC kıyılarına dayanmıştı (KKTC karasuları değil). Eski adıyla Kormacit, yeni adıyla Koruçam Burnu’yla neredeyse temastaydı. Kuzeyde ise Türk karasularının bitiminden başlıyordu. Türkiye ile KKTC arasındaki en kısa deniz bağlantısı geçici de olsa fiilen Rus Deniz Kuvvetleri tarafından kapatılmış oluyordu. Bu konuda Ankara’dan yapılan bir resmi açıklama görmedim. Belki daha sonra düzeltilmiştir. Ama bu uygulama Rusların, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin Kıbrıs tezlerine pek de sıcak bakmadığına işaret ediyor; hatta KKTC’nin varlığını bile dikkate değer bulmadığını gösteriyordu.

Recep Tayyip Erdoğan ve Vladimir Putin

Toplantı kuralları gereği adını paylaşamayacağım bir diğer konuşmacı, Rusya penceresinden aynı olayı değerlendirirken hiç şaşırmadığını söyledi. Ona göre bu, Erdoğan ve Putin’in yürüttüğü “rekabet yönetimi”nin (competition management) tezahüründen başka bir şey değildi. Zaten Ankara da, hem yazılı olarak hem de bizzat Erdoğan’ın ağzından her fırsatta Rusya’nın Kırım’ın ilhakını tanımadığını ifade ediyordu. Tatbikattaki 10 numaralı tehlikeli saha ilanı da bunun karşılığı olarak görülmeliydi.

Ruslar Doğu Akdeniz’de bir daha bu çaplı bir tatbikat yapmadılar. Bir yıl sonra gövde gösterisi yapma sırası Türk Deniz Kuvvetleri’ndeydi. İlk kez ülke çevresindeki üç denizde aynı anda yapılan Mavi Vatan Tatbikatı’nın muhataplarından birisi de muhtemelen Rusya idi. İki ülke arasındaki ilişkilerin rekabet ve işbirliği uzun zamandır “kompartımanlaştırma” kavramı ile açıklanıyordu. Ama “rekabet yönetimi”, olan biteni daha iyi anlatıyor sanırım. Zira ikinci kavram iki ülke arasındaki ilişkilerin esasen rekabetçi olduğunu teslim ediyor.  

Türk-Rus rekabetinin kökleri çok eskiye dayanmaktaysa da, rekabet yönetiminde Soğuk Savaş’ın yumuşama evresi (detente) milat oluşturmaktadır. Uluslararası ortamdaki yumuşama ve özellikle 1964 Kıbrıs Krizi nedeniyle Türkiye, Rusya ile ilişkilerini iyileştirmeye yöneldi. Başbakan Süleyman Demirel’in Eylül 1968’deki 10 günlük Sovyetler Birliği ziyareti bu açıdan önemlidir. Bu ziyareti takiben ekonomik ve ticari ilişkiler hızla gelişmiştir. Önemli sanayi projeleri için Sovyetler Birliği’den ciddi mali ve teknik desteği alınmıştır. Özetle ekonomi, iki ülkenin özünde rekabetçi ilişkileri yönetilebilmeyi başardığı alan olarak öne çıktı.

Süleyman Demirel’in 1968’te SSCB ziyaretinde çekilen bir kare.

Soğuk Savaş bittiğinde, Ankara ve Moskova’nın ikili ilişkilerini nasıl yöneteceği merak konusuydu. Bu konuda kaygılarını dile getirenler de vardı. Galiba MESA’nın 1995’te Vaşington’da yapılan yıllık toplantısı sırasındaydı, Prof. Dr. Duygu Bazoğlu Sezer Türk-Rus ilişkilerinin geleceği konusunda karamsar sayılabilecek bir tablo çizmişti. Birkaç nedenle: Öncelikle İki ülke arasındaki rekabeti soğuran, doğrudan karşı karşıya gelmelerini engelleyen örgütsel ara yüz (NATO) belirleyici olmayacaktı. Ankara, Rusya politikasını tek başına belirleyecek ve uygulayacaktı. Geçmiş örnekler iki ülkenin doğrudan siyasi ilişki kurdukları dönemlerde rekabetin çatışmaya evrilebildiğini gösteriyordu. İkinci neden Orta Asya’nın bir jeopolitik rekabet sahası olarak ortaya çıkışıydı. “Türk modeli” tartışmaları ilk kez 1990’larda gündeme gelmişti.

Duygu Hoca’nın korktuğu olmadı. Ankara ve Moskova, çatışmacı değil, karşılıklı ekonomik bağımlığı artıran bir ilişki kurdular ve yürüttüler. Bavul ticareti ile başlayan, Türk yüklenicilerin Rusya’da kazandıkları büyük inşaat projeleri ile serpilen ve nihayet Rus doğal gazına bağımlılık ile pekişen bir model ortaya çıktı.

Öte yandan ortak komşuluk alanlarında Türkiye, Rusya’yı da kapsayacak çok taraflı işbirliği mekanizmalarının kurulmasına da öncülük etti. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü, BLACKSEAFOR (Karadeniz Donanma İşbirliği Görev Grubu) ve Karadeniz Uyumu Harekatı bu tür örneklerdir. Bir bölgesel güvenlik mimarisinin en azından tohumları da atılmıştı. Amaç Rusya’nın NATO ve AB’nin genişlemesinden duyduğu hoşnutsuzluğun Karadeniz’de gerilim ve istikrarsızlığa dönüşmesini önlemekti. Rusya askeri bakımdan zayıf olduğu dönemde bölgesel işbirliği mekanizmalarının sağladığı görece istikrardan yararlandı. Zira bu mekanizmalar, bölge dışı ülkelerin Karadeniz’deki askeri mevcudiyeti için gerekçe de bırakmıyordu.

Ancak 2008 Rusya-Gürcistan Savaşı sonrası tablo hızla değişti. Bu ülkenin NATO ve AB ile yakınlaşma çabalarının da etkisiyle Kafkaslar’da savaş patladı. Gürcistan, Türkiye’nin askeri bakımdan önemsediği ve yatırım yaptığı bir ülkeydi. Savaş sırasında Rusya, Gürcistan’daki Türk askeri yatırımlarının neredeyse tamamını hedef aldı ve imha etti. Ancak bu ülke topraklarından geçen Bakü-Ceyhan-Tiflis Boru Hattı’na zarar vermekten kaçındı. Ayrıca Türk ve Rus deniz kuvvetleri komutanları TCG Kemal Reis fırkateyninde buluşarak gerilimin Karadeniz’deki sonuçlarını yönetme konusunda doğrudan iletişim kurdular.   

2014 yılında bu kez Rusya’nın Kırım’ı ilhakıyla sonuçlanan melez savaş sürerken, iki ülke üst düzey askeri yetkilileri arasında benzer bir temas kuruldu mu bilmiyoruz. Ancak tam o sırada Türk Deniz Kuvvetleri, tarihinde ilk kez Afrika kıtasının etrafını dolaşmak üzere milli bir görev kuvvetini seyre hazırlıyordu. Barbaros Deniz Görev Kuvveti, iki fırkateyn, bir korvet ve bir denizde ikmal gemisinden oluşuyordu. Yanı başındaki bir deniz harekat sahasında bir savaş yaşanırken, Türkiye’nin böylesine bir deniz kuvvetini çok uzak denizlere seyre göndermesi bana ilginç gelmişti. Ankara, bu şekilde Karadeniz’de Rusya’yı doğrudan karşısına almak istemediğini ortaya koymuş oldu. ABD’deki şahinler bir yana bırakılırsa, NATO içerisinde ne Gürcistan ne de Ukrayna için Rusya ile çatışma heveslisi de pek yoktu. Putin’in hesabı doğru çıkmıştı. Batı için Ukrayna, uğruna savaşa girilecek bir ülke değildi. Ama her iki taraf da bundan kendilerine göre dersler çıkardı.  

24 Kasım 2015’te Türkiye, sınır ihlali gerekçesiyle Rus uçağını düşürmüştü.

Türkiye ve Rusya arasında rekabet Karadeniz’de hala yönetilebiliyordu ancak Suriye’de işe yaramadı. Rusya’nın buradaki savaş dahil olmasıyla birlikte, başka coğrafyalar için geliştirilen ve nihayet kurumsal karar mekanizmalarına dayanan rekabet yönetimi güneyde daha ilk aşamada yetersiz kalıverdi. 24 Kasım 2015 günü, Türk Hava Kuvvetleri sınır ihlali yaptığı gerekçesiyle bir Rus Su-24 bombardıman uçağını düşürdü. Belki de Duygu Hoca’nın korktuğu tam da böyle bir şeydi. Güven artırıcı önlemler altyapısı ve birikimi olmayan bir rekabet sahasında iki ülke karşı karşıya gelince işler kolayca tırmanabiliyordu. NATO’dan umduğu desteği bulamayan Türkiye, Rusya’nın karşılıklı ekonomik bağımlılıktan kaynaklanan imkanları kullanması karşısında uzlaşı aradı. Ortaya Erdoğan ve Putin arasında doğrudan ilişkiye dayanan yeni bir rekabet yönetimi modeli çıktı. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi bu modelin liderler arası güven ilişkisine dayanan yönünü iyice pekiştirdi. Türkiye’nin S-400 hava savunma füzelerinin alım kararı da bu yeni modelin ilk sonuçlarından birisiydi. 

S-400’ler Türkiye’nin ABD ile ilişkilerini deyim yerindeyse zehirlemeyi başardı. Aslında Putin, S-400’lerin de etkisiyle muhtemelen Türkiye’nin NATO’nun zayıf halkası olduğunu düşünüyordu. Ancak Ukrayna ile savunma sanayi işbirliğinin gelişmesi işleri karıştırdı. Türkiye, Ukrayna donanması için Ada sınıfı iki korvet inşa etmeye başladı. Ayrıca Bayraktar TB2 SİHA’ları da sattı. Bunlar Türkiye’nin kendi inisiyatifi ile Ukrayna’ya sağladığı kritik silahlar. Ukrayna’nın iki yeni korvete kavuşması, Karadeniz dengelerini etkileyebilecek. TB2 SİHA’lar ise Donbas civarında etkili biçimde kullanılmaya başladılar bile. Putin de bu konudaki rahatsızlığını yüksek perdeden dillendirmeye devam ediyor.

Daha bir kriz olmadan ve NATO herhangi bir karar almadan Türkiye’nin Ukrayna’nın askeri bakımdan güçlenmesine katkı sağlaması mevcut krizde Ankara’ya ittifak içerisinde önemli bir korunma kalkanı sağlıyor. Zaten Almanya izlediği politikayla şimşekleri üzerine çektiği için Türkiye şimdilik rahat. Ayrıca Rusya bu kez, açıkça bağımsız bir ülkenin egemenliğini hiçe sayabileceğini de ortaya koyuyor. Yeni Batı-Rusya gerginliği, Türkiye açısından rekabeti yönetilemez bir düzeye taşımak üzere. Mevcut durum Türkiye’nin “stratejik batılılığı”nın bir kez daha teyidi ile de sonuçlanabilir. Ancak özellikle Vaşington’da Türkiye’yi bu krizde öne çıkan ilk halka müttefikler arasında görmeme eğilimi olduğu belli. Şimdilik Türkiye’den beklentiler oldukça düşük tutuluyor. Çatlak ses çıkarmaması dahi yeterli anlaşılan.

Ukrayna sınırına konuşlanan Rus birlikleri.

2014’teki krizde çıkarılan derslere baktığımızda, bu kez Batı’nın çok daha sıkı ve tavizsiz duruş sergilediği açık. Rusya ise 2008 ve 2014 örneklerinden hareketle Batı’nın bir kez daha hareketsiz kalacağını varsaymış olsa gerek. Ancak Rusya’nın talepleri sadece Ukrayna’yla sınırlı olmadığı için gördüğü tepki de aynı oranda sert. Kremlin bunu hesaplamamış olabilir. Ancak bu kadar birliği Ukrayna sınırına yığdıktan sonra, Rusya’nın dişe dokunur bir kazanım elde etmeden geri adım atması zor.

Ankara ise yanı başında patlak verecek bir savaşın sonuçlarını en yakından hissedecek bölge ülkelerinden birisi. Önceliği doğal olarak bölgesel barış ve istikrarın muhafazası. Rusya, Ukrayna’yı tamamen ya da kısmen işgal eder ve Rus yanlısı bir yönetimi işbaşına getirirse, bu, Karadeniz’deki güç dengesini tamamen bozacaktır. Bu durumda Ankara tek başına ne Rusya’yı dengeleyebilir ne de rekabeti yönetebilir. Jeopolitik olarak Ukrayna’nın bağımsızlığı, bölgesel dengenin korunması için yaşamsal önemde. Ukrayna bölge jeopolitiğinin kilit taşına dönüşmüş durumda.

Zelenski, Erdoğan ve Putin

Ankara, bu farkındalıkla arabuluculuk çağrıları yapıyor. Her şeye rağmen Putin’in, Erdoğan’ın davetini kabul ederek Ankara’ya gelmesi önemli bir gelişme. Dikkatle izlenmeli. Bu aşamada Rusya’nın stratejisi, Ukrayna’da askeri güce başvurmaktan başka seçeneği kalmadığını göstermek. Yani Ukrayna’da girişeceği savaş “keyfi” değil, “zorunlu” bir savaş olacak. O nedenle diplomatik tüm imkanları zorladığını ve tükettiğini ileri sürebilmek açısından bu ziyaret Putin’in işine bile yarayabilir.

Bu kriz nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, askeri açıdan güçlü bir Rusya ile tek başına rekabet etmek ya da rekabeti yönetmek Türkiye’nin imkanlarını zorlayacağa benzemektedir. Kriz sonrası Türk-Rus ilişkilerinde yeni bir perde açılacaktır. Ve dolayısıyla da Türkiye’nin Atlantik ittifakıyla 70 yıllık macerasında.

Serhat Güvenç’in önceki yazıları:

Ukrayna krizi mi, Avrupa krizi mi?

Avrupa güvenliğini konuşmak

NATO genişlemesi ve Rusya’nın gecikmeli tepkisi

NATO’nun 70 yıllık müttefiki

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.