Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Burak Bilgehan Özpek yazdı: Türklere göre Putin’in ontolojisi -2

Geçtiğimiz hafta yayınlanan Metropoll anketinde, Rusya’nın Ukrayna işgali hakkında halka ne düşündüğünü sorulmuş. Halkın yüzde 80’e yakın bir kısmı Türkiye’nin tarafsız kalması gerektiğini söylüyor. Sadece yüzde 19’luk bir kesim Türkiye’nin Rusya karşıtı bir tutum alması gerektiği fikrinde. Aynı anket, halkımızın yarıya yakınının ise işgalden Rusya’yı değil Ukrayna’yı sorumlu tuttuğunu belirtmiş. Neresinden bakılırsa bakılsın bunlar ilginç sonuçlar. Çünkü aynı şirket, benzer bir soruyu Türkiye’nin Libya politikası ile ilgili sorduğunda, Türkiye’nin tutum alması gerektiğini savunanların oranı yaklaşık yüzde 40 çıkmış. Yani Ukrayna’dan yana taraf olunması gerektiğini düşünenlerin iki katı.

Bu oranları ilginç kılan şey, nüfusun önemli bir bölümü Libya’da yaşanan iç savaşa ülkenin müdahil olmasını isterken, bölgesindeki ülkelerin egemenliğini tanımayan ve bu egemenliği ihlal etme hakkını kendisinde gören, nükleer güç sahibi Rusya’nın agresifliğine karşı bir tedirginlik duymuyor. Yani Türkiye’nin zorlama yorumlarla ulusal çıkar icat ederek asker göndermeye, müdahil olmaya hevesli olduğu coğrafyalara yönelik politikalarını desteklerken, objektif bir tehdit olan hatta tehdit olduğunu açık açık kendisi beyan eden Rusya’ya karşı inanması zor bir rahatlık içinde toplumumuz. Putin yayılmacılığının ne denli sümen altı edildiğini ve önemsizleştirildiğini herhangi bir Avrupalı ile konuştuğunuz zaman daha rahat anlayabiliyorsunuz zaten.

Bu rahatlığın sebebi elbette ki medya. Ukrayna savaşı süresince sadece hükumetin kontrolü altındaki medya değil aynı zamanda muhalefet medyası da Ukrayna yanlısı yayın yapmadı. Televizyonlar, uluslararası ilişkiler disiplininin marjinal kabul ettiği ve komplo teorisi olarak sınıflandırdığı argümanlarla dolup taşıyor. Hükümet, bir yandan son yıllardaki sadık müttefiki Avrasyacı emekli askerler üzerinden ilerliyor, diğer yandan da savaş sırasında Avrupa’nın sergilediği tutarsızlıkları öne çıkartarak hem Ukrayna trajedisini halkın gündeminden çıkartıyor hem de Batı’nın iki yüzlülüğü retoriğini beslemeye devam ediyor. Bununla birlikte, muhalefet medyası da çoğu zaman arkaik bir NATO karşıtı dil üzerinden ilerliyor ve Putin’in kurduğu otokrasiden, oligarşiden ve militarizmi besleyen yayılmacılıktan bahsetmeye gerek duymuyor. Halbuki muhalefet, Türkiye’de Putin’e özenen bir rejimle muhatap ve maalesef bunun farkında olan, bu benzerliği kurabilen çok az kişi var.

Bütün bu gürültü içinde İslamcıların sesi ise çok az duyuluyor. Haklarını vermek lazım, AKP’den koparak kendi siyasi rotalarını çizmeye çalışan Gelecek ve DEVA partileri ilkesel davrandılar ve işgalin ilk gününden itibaren Rusya’nı sorumluluğunu vurgulayarak Ukrayna’nın yanında yer aldılar. Ne var ki Ukraynalıların maruz kaldığı işgal bir davaya dönüşmedi ve Rusya güçlü şekilde kınanmadı. Hatta Müslümanlar açısından yüz kızartıcı hadiselerin vuku bulması da tepki çekmedi. Mesela Çeçenlerin tekbir getirerek işgale katılması veya Çeçenistan müftüsünün Rusya’nın yanında savaşmayı cihat, bu uğurda öleni de şehit ilan etmesi neredeyse hiç konuşulmadı. Bunun yerine, İslamcılar bir yandan yaşanan krize karşı Erdoğan’ın gösterdiği ılımlı yaklaşımı öve öve bitiremediler diğer yandan da içinde bol bol NATO, ABD ve emperyalizm geçen cümleler kurmaya devam ettiler.

Özellikle sol akademisyenlerin Türkiye okumasını sarsan şeyler bunlar. Çünkü onlar, Soğuk Savaş dönemine odaklandıkları çalışmalarında, NATO’ya bağlı Türk güvenlik elitinin, yani Establishment’ın, komünizmi durdurmak için İslamcılığa müsaade ettiğini düşünürler. Böylece yerel bir İslami hareket ile Türk müesses nizamını ve dolayısıyla NATO’yu birbirine eklemleyerek bir analiz yaparlar. AKP iktidarı süresince, bu düşünceyi destekleyen çok fazla şey olmuştur doğrusu. Mesela, AKP’nin Suriye iç savaşına ısrarla dahil olma isteği ve ABD ile birlikte askeri bir operasyona katılma arzusu bu denklemi tamamlıyordu. Ne var ki yaşadığımız son altı sene, aslında İslamcıların hayatta kalmak için ne denli pragmatik davranabildiklerini ve ABD ile sanıldığı gibi kalpten bir bağlılık içinde olmadıklarını gösterdi. Bugün AKP kontrolündeki medyada Avrasyacılar boy gösteriyor, birçok Avrasyacı sosyal medya hesabı bütün enerjilerini AKP muhaliflerini yaftalamaya harcıyor ve en önemlisi Türkiye, dış politikasını Rusya ile birlikte şekillendiriyor. Suriye ile başlayan müzakere sürece, S-400 ve Akkuyu gibi stratejik konularda işbirliğine dönüşmüş durumda.

Suriye

Elbette ki sosyalizme karşı İslamcılığın kullanılması inkâr edilecek bir olgu değil. Benzerini 1970’li yıllarda Enver Sedat Mısır’da yapmıştı. Üniversitelerde İslamcı faaliyetleri serbest bırakmış ve bunu sosyalizme karşı bir tedbir olarak düşünmüştü. Bu strateji ise İhvan’a enerji vermiş, ilerleyen yıllarda aktör olarak sahnede kalmasına yardım etmişti. Ancak Mısır bir NATO üyesi değildi ve Soğuk Savaş’ta Bağlantısızlar Hareketi içindeydi. Yani yapısal bir faktörün şekillendirdiği bir politika yoktu ortada. Benzerinin Türkiye’de de olduğunu, Türk güvenlik elitinin kendi siyasi pozisyonunu korumak için bu tip hamleler yaptığını düşünenlerdenim. Yani failliği yapıya değil birime yüklemeyi tercih ediyorum. Dolayısıyla, AKP’nin Rusya ile girdiği pragmatik ilişki beni pek şaşırtmıyor. Çünkü mesele yerel bir oyunda ayakta kalmak. Buna destek verenin kim olduğu pek de önemli değil.

Enver Sedat

Siyasal İslamcılığa özgü bu pragmatizm aslında sanıldığından daha fazla bir şeyi ima ediyor. Hasan El-Benna tarafından kurulan Müslüman Kardeşler, aşikar şekilde sömürgecilik karşıtıydı ve Müslümanların bu sömürge düzenine meydan okumasını dini bir vecibe olarak görüyordu. Bu idealizm onu Mısır iç siyasetinde pragmatizme itmiş, sürekli olarak sistemin içindeki aktörlerle ilişki içinde olmayı arzulamıştı. Benna’nın dünyası aslında çok netti. Bir savaş vardı ve Mürşid, bir komutan olarak, gerekli ittifaklara girip bu ittifakları bozma hakkına sahip olmalıydı. Bu pragmatizm ilerleyen yıllarda öyle bir noktaya vardı ki Müslüman Kardeşler 80’li yıllarda Meclis’e girebilmek için seküler ve ulusalcı Vefd Partisi ile anlaşmakta beis görmediler.

Bu ittifak kurma meselesi İslamcıların Batı’ya ve Rusya’ya yaklaşımlarını anlamak için önemli. Zira, Batı’nın özellikle Türkiye’deki İslamcılarla kurmaya yanaşmadığı bir ittifak var. Ve aslında Türk İslamcılarda bu ittifakın maliyetlerinden, kendi iktidarları üzerindeki sınırlayıcı etkisinden oldukça çekiniyorlar. Zira ister iktisadi ister siyasi bir işbirliğinden bahsedelim, iki tarafın anlaşması da zor savaşması da. Batı, İslamcıların resmettiği yekpare bir kötü değil, artık bunu gizleyemiyorlar. Belki bu yüzden Avrupa’da gördükleri her ırkçı saldırı onları rahatlatan bir duruma dönüşüyor. Ancak Avrupa’daki ırkçılığa bizzat Avrupa’nın tepki göstermesi ve bunu da evrensel değerler adına yapması bütün denklemi alt üst ediyor. İslamcılar karşılarında İslam düşmanı aşırı sağ liderlerden müteşekkil bir Avrupa görmeyi umarken, kendi iç çekişmelerini dünyanın gözü önünde yaşayan, kendi içini kıya sıya eleştiren ve bunu bir demokrasi projesi olarak tanımlayan bir Batı buluyorlar. Oysa Rusya bunun tam tersi. Güçlü bir lider etrafında kenetlenmiş, türdeşliğini vurgulayan ve farklılıkları bastırmayı kudretli devlet olarak tanımlayan bir yapı. Bu yapının dünyayı paylaşılacak bir ganimet olarak görmesi fakat güç kapasitesinin sınırlı olması da önemli. Bunlar İslamcıları Rusya ile savaşmaya veya anlaşmaya iten sebepler bana göre. Rusya’yı tanımlayabiliyor İslamcılar çünkü onunla kurabilecekleri ilişkiye oldukça aşinalar.

Bu yüzden Rusya’nın işgali, aşina olunan bir ötekinin aşina olunan bir yönteminden farklı bir şey değil. Bu aşinalık bazı İslamcıların, kendilerini rahat rahat tanımlamasını da beraberinde getiriyor. Rusya, elbette ki kötü ama onunla karşılaşmak bir varoluş krizi yaratmıyor. Bu yüzden Batı’nın demokrasi üzerinden “sinsice” ilerleyerek ülkeleri içeriden “işgal etmesine” karşı Rusya’nın tank ve topla bir ülkeye saldırması daha dürüst geliyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.