Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Öner Günçavdı yazdı: Asgari ücret artışı iktidarın kurtarıcısı olur mu?

Önümüzdeki yılki seçimlerin erken mi ya da geç mi olacağını bilemem.

Seçimi mevcut iktidarın mı, yoksa muhalefetin adayı mı kazanacak, onu da bilmem.

Seçim ne zaman yapılırsa yapılsın, kim kazanırsa kazansın, bu ülkede 11 milyondan fazla insan başkasından gıda yardım görerek yaşamlarını sürdürebilmektedir. 8,5 ila 9 milyon insan da yoksulluk sınırının altında yaşamaya çalışıyor. Rakamlar Aile ve Sosyal Yardım Bakanlığı’ndan. Yani resmi rakamlar. Bunlar, önümüzdeki seçimlerden kimin galip çıkacağından bağımsız olarak çözülmesi gereken “ahlaki” bir sorundur.

İktidar 2021 yılının aralık ayında, son yılların en yüksek zammını yaparak asgari ücreti 4 bin 250 TL’ye getirdi. Hatta bir sürpriz yaparak, asgari ücretin vergi dışı bırakılmasını da kabul etti. Bunun çalışan kesimlerin gelirine ne kadar etkisi olduğu ayrı bir konu olmakla birlikte, neredeyse 40 yıllık bir mücadelenin bu şekilde sonuçlanmasının moral açısından çalışan kesimlere katkısı büyük.

Ancak asgari ücretteki bu artış, ülkede hüküm süren ve etkisi her gün artan enflasyonist bir süreçte gerçekleşti. Hatta bazı yorumcular tarafından bu artış, gelecekte enflasyon konusunda fazla bir ilerleme kaydedemeyeceği düşünülen iktidarın bir ön alması olarak düşünüldü. Enflasyonun artarak devam etmesi, asgari ücrette yapılan bu artışın yılın daha ilk yarısında eriyip gideceği yönünde bir beklenti oluşturdu.

İlginçtir, ücretlerde bu düzeyde yaşanan bir artıştan sonra işverenlerden çok fazla eleştiri gelmedi. Aksine büyük çoğunluğu tarafından yapılan artışlar desteklendi. Bunun aslında çok şaşırtıcı olmadığını belirtmeliyim. Zira mevcut enflasyonist şartlarda bir değişim olmadığında, onlar da birkaç aylık kısa dönemler zarfında maruz kalacakları maliyet artışlarını, ürettikleri ürünlerin fiyatlarına yapılacak zamlarla çok kolay telafi edilebileceklerini bilmekteydiler. Dahası bir taraftan bu kesimlerin kontrol edemedikleri dış kaynaklı fiyat artışlarından yurt içi talebin etkilenmemesi için çalışan kesimlerin satın alma güçlerinde ayarlama yapılmasına ihtiyaç vardı. Kısacası asgari ücretlerdeki bu artış, bir bakıma herkesin çıkarına hizmet edecek bir politika değişikliğiydi.

Çalışan kesimler şubat ayında ilk zamlı maaşlarını aldılar. Bugün nisan ayı ve üçüncü kez zamlı asgari ücret alacak birçok çalışan. Ama aralık ayında yapılan ve böyle sonuçlanacağı herkes tarafından tahmin edilen “kehanetler” de gerçekleşmiş oldu. O günden bugüne yaşadığımız yüksek enflasyon asgari ücretlerde ciddi erimelere neden oldu. Neredeyse başa dönüldü.

Yaşı 40’ın üstünde olanların bileceği gibi, Türkiye yüksek ve kronik enflasyonist bir süreci daha önce de yaşadı. Aslında şimdiki iktidarın “Eski Türkiye” diye niteleyip, aşağıladığı dönemlerde enflasyonla mücadelede havlu atan iktidarlar, toplumsal baskılarla baş edebilmek için çareyi ücretleri altı ayda bir değişen şartlara uydurmakta buldular. Ücretlerde “Eşel Mobil” uygulaması olarak bilinen bu uygulama, enflasyonda katılığı arttırdığı gibi, onunla mücadeleyi de zorlaştırmaktaydı. Enflasyon nedeniyle çalışanların azalan satın alma güçlerini arttırmayı amaçlayan bu uygulama, beraberinde geleceğe yönelik ürün fiyatlarındaki enflasyonist beklentilerin de artmasına ve bu şekilde mevcut enflasyonist gelişmelere kaynaklık etmesine yol açmaktaydı.

Bu uygulamaya bugün de başvurup, farklı bir sonuç elde edilebileceğini beklemek mümkün değildir. Böyle bir kurumsal değişimi kabul etmek, sadece enflasyonla mücadele konusunda iktidarın isteksizliğini kamuoyuna açıkça ilan etmek anlamına gelecektir. Neden olacağı olumsuz etkileri ve uygulamadan beklenen amaçları düşününce, böyle bir uygulamanın enflasyonla mücadelenin vazgeçilmez bir aracı olarak düşünülmesi doğru olmayacaktır. Aksine bu uygulamayı daha çok bir “sosyal politika” aracı olarak görmekte yarar vardır.

Son günlerde kamuoyunun enflasyonla ilgili artan kaygıları, geçmişte olduğu gibi asgari ücrette yıl ortasında ayarlamalara gidilmesi yönünde taleplere neden oldu. Gerçi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı bu konuda herhangi bir hazırlıklarının olmadığını ifade edip, ülkemizde yürürlükte olan mevzuata dikkat çekerek, böyle bir ayarlamanın her yılın aralık ayında yapılabileceğini belirtti. Enflasyon ile birinci dereceden muhatap olması gereken TCMB’miz ise kendi açısından konuya ışık tutup, bu tartışmalara dâhil olmadı. Büyük olasılıkla, görüş beyan ederek daha sonra “Saray’ın” takınacağı tavırla zıt bir konuma düşme ihtimalini göz önünde tutarak, ülkemizdeki her sorumlu kurum gibi o da sessiz kalmayı tercih etti.

Tabii konunun muhatapları sessiz kalınca, tartışmalarda siyasi bir gelecek gören ama bu konuya tarafı olmayan, alakasız kişiler de görüş beyan eder duruma geldiler. Saray’da yaptıkları görüşmelerden elde ettikleri gayri resmi intibalara dayanarak, kamuoyuna açıklamalar yapmaya ve bu şekilde beklenti oluşturmaya başladılar. Dahası Saray adına yapılıyormuş gibi bir izlenim bırakan bu açıklamalardan sonra, Saray’ın da sessiz kalması dikkatleri çekmektedir. Anlaşılan o ki, Saray bu konuda “fırsatçı” bir tavır sergileyecekmiş gibi. Saray ilerleyen günlerdeki gelişmelere bakarak pozisyonunu belirleyecek, elbette kendisi için en fazla siyasi kazanç imkânı doğduğu bir anda, asgari ücreti arttırmayı tercih edecektir. Niyet bu mudur, bilmek zor. Ama dışarıdan karşımıza çıkan görüntü böyle bir görüntüdür. Siyaseten böyle bir izlenim verilmesinin en önemli sebebi ise enflasyonla mücadele konusunda kararlı bir duruşun sergilenememesi ve doğru politikaların uygulanmıyor olmasıdır. Bu da ister istemez iktidarın enflasyonla mücadelede “havlu attığı” yönünde bir izlenim oluşturmaktadır.

Nedense yaşanılan hızlı refah kayıpları karşısında kimse bu ücret ayarlamalarının soruna çare olup, olmayacağını tartışmaya bile zaman bulamamaktadır. Sanki enflasyonla birlikte, bu ücretleri vermesi beklenen üretici kesimlerin de kazançlarının benzer şekilde arttığı ve bu artıştan daha adil pay alabilmenin yolu olarak ücret artışları gündeme getiriliyormuş gibi bir anlayış hâkim kamuoyunda.

Oysa ülkemizdeki ekonominin en önemli sorunu, neredeyse kırk yıldır üretimde rekabeti düşük ücret düzeyleriyle sağlamayı amaçlayan bir iş stratejisinin hâkim olmasıdır. Hiçbir şekilde ülkemizdeki işletmeleri çok daha yüksek ücret verebilir duruma getirme yönünde tedbirler herhangi bir tartışmaya konu edilmemiştir. Oysa bugünkü enflasyonist süreç, çalışan kesimler gibi üretici kesimleri ve müteşebbisleri de refah kayıplarına maruz bırakmış, onların yüksek ücret ödeme güçlerini olumsuz etkilemiştir. Bugün karşı karşıya kaldığımız enflasyonun geçmişte yaşadıklarımızdan temel farkı da budur.

Hülasa, yaşadığımız fiyat artışlarının niteliği ve yaşanma şekli geçmiştekilerden farklı olduğu için asgari ücretin tespitini sağlayan kurumsal yapının tek başına iktidar yetkilileri tarafından ve salt onların siyasi menfaatleri dikkate alınarak belirlenmesi doğru olmayacaktır. Katılımcılıktan uzak, sorunun taraflarını dışlayan bunun tersi bir davranış, mevcut ekonomik sorunlarımızın daha da kötüleşmesine neden olacaktır. Sorun, bir sosyal politika aracı olarak düşük gelir grubundaki hanelerin azalan refahının telafisi ise bu amaçla başka politikaların düşünülmesinde yarar olacaktır. Ancak bu araç üretimle olan bağı koparılmış ücret artışları yapmak değildir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.