Bir-iki haftalık kısa bir süre içinde çok şey oldu. Gidişatımızın ürkütücü bir hâl aldığına dair emareler çoğaldı. Bir türlü üstünden gelemediğimiz uçurumun kıyısında yaşadığımıza dair duygu iyice yerleşik bir hâl aldı. Eskiden bir iç rahatlığıyla “Hiçbir şey olmaz” deyip duranlarda bile ciddi bir tedirginlik gözleniyor. Siyaset geniş bir toplum kesimine pis ve itibarsız bir zeminde sonsuza dek manevra, sonsuza dek sert “U dönüşleri” yaparak sürdürülecek bir şey, diğer bir deyişle topyekun bir çürüme hali olarak belletilmiş görünüyor.
Bu çürüme kapsamında son olarak, Cemal Kaşıkçı davası, olayın üstünü çoktan kapattığı aşikar olan Suudi Arabistan’a devredildi. Ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan Suudi Arabistan’a giderek, Türkiye’nin itibarına da ağır zarar veren bu korkunç cinayetin azmettiricileri olarak bizzat kendisinin işaret ettiği “üst makamlarla” sarılıp kucaklaştı. Aynı Erdoğan cinayetten sonra Washington Post’a yazdığı yazıda, “Kaşıkçı’nın katli emrinin Suudi hükümetinin en üst makamlarından geldiğini iyi biliyoruz” demiş ve başka hiçbir olayın uluslararası düzen için böylesi bir tehdit oluşturmadığını kesin bir dille belirtmişti. Bunları hatırlatıp bu kucaklaşmanın vahametine işaret etmek isteyenlere, sosyal medyadaki AKP’li taife, “Siyaset budur, ülke menfaati budur, ne siyasetten ne ülke menfaatinden anlarsınız” diyerek hakaretler yağdırdı.
Ülkemizin âli menfaatleri… Bütün bunlar olurken Gezi’de demokratik protesto haklarını kullanmaktan başka hiçbir şey yapmadıklarını dünya alemin bildiği arkadaşlarımıza ise 18 yıl hapis cezası verildi. Kendi ayaklarıyla yurtdışından gelerek duruşmaya katılan film yapımcısı Çiğdem Mater de dahil olmak üzere sekiz kişi hakkında “yurtdışına kaçma” şüphesiyle tutuklama kararı çıktı!
İlişkisizken ilgili hale geliveren ve birlikte düşünülmesi gereken haftanın olayları bundan ibaret değil. Ekrem İmamoğlu’nun Karadeniz ziyareti Gezi duruşmasından sadece günler sonra gerçekleşince, Karadeniz gezisi otobüsünden “gazetecilerle” verilen fotoğrafı da buradan okumak farz oldu. Adeta Erdoğan’ın uçağından gazetecilerle verilen pozların replikasını yapan, hatta fotoşopla Erdoğan’ın uçağından verilen bir fotoğrafa iliştirilmiş gibi görünen İmamoğlu pozu, çok ama pek çok kişiyi feci biçimde rahatsız etti. İmamoğlu’nun Karadeniz gezisine eşlik etmek üzere davet edilen gazeteciler kimler miydi? Bu sorunun cevabını otobüsteki varlığı büyük tepki çeken Nagehan Alçı köşesinde “iyi” özetlemiş. Şöyle söylüyor:
“Ekrem İmamoğlu’nun bu gezisinde iktidarı destekleyen gazete Hürriyet’ten Fatma Aksu, yine hükümet taraftarı gazete Milliyet’ten Selay Saykal, 20 senedir hep AK Parti’yi desteklemiş Türkiye gazetesi-TGRT’den de Ziya Osman Açıkel vardı. Akif Beki de çok uzun seneler Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanıydı. Bu gazetecileri de çağırmayıp dışlasa mıydı Ekrem İmamoğlu? Bu gazeteci meslektaşlarımız da bu geziye katılınca Ekrem İmamoğlucu mu oldular? Ben öyle mi oldum? Ekrem Bey ile Habertürk TV’de yaptığımız sert tartışmayı Youtube’da 3.6 milyon kişi seyretti. Oradaki görüşlerim de değişmedi. Ama ben gazeteciyim. Bu nasıl bir saçmalıktır? Anlamak mümkün değil. Gerçekten Türkiye bir açık hava tımarhanesine döndü…”
Böyle işte değerli okuyucular. Nagehan Alçı’nın yazısındaki en önemli vurgu da “Ben İmamoğlucu değilim” vurgusu. Derdi bu yani. Henüz saf değiştirmediği akılda tutulsun istiyor. Türkiye’de yer yerinden oynarken bile aklı her şeyi ferah feza alan Nagehan Alçı, bu otobüs fotoğrafına gösterilen tepkiyi anlayamıyor. “Feodal” diyor, “kabile” diyor. Kendini uygar ve Batılı diye tanımlayanların bu ilkelliği karşısında nutku tutuluyor. Söz konusu otobüs fotoğrafına gösterilen tepkiler karşısında İmamoğlu’nun basın danışmanı Murat Ongun da “Nagehan Alçı o bölgede çok sevilen bir gazetecidir” diyerek cevap veriyor. Ongun eleştirilerin 200 ila 300 kişi arasında döndüğünü ve bu eleştirilere hiç önem vermediklerini söyleyip duruyor. Döne dolaşa söylediği bu! Eyvallah… Karadeniz’de Erdoğan da çok sevilen bir siyasetçidir. Sevenleri rahat bırakın o zaman. Adaylıktı, ziyaretti, zahmetti ne gereğiNİZ var?
Siyasetin çivisi yerinden çıktığında etik ve politik olarak belkemiği sağlam birkaç insanı yanınızda yörenizde tutmuyor ve üstüne üstlük siyasal iletişimin sözüm meclisten dışarı ama “eşya” pazarlamaktan farkını bilmeyenlerle çalışıyorsanız olacağı bu. Son zamanlardaki ağır saçmalamaların -başka bir katakulli söz konusu değilse- hepsi bu nedenle. İktidara yakın bütün “tırnak içinde gazetecileri” yanına yöresine toplayıp Karadeniz turuna çıkmak kim ne derse desin Ekrem İmamoğlu bakımından büyük hataydı. “Onlar gibi mi olacağız, bizden olmayan gazetecileri davet etmeyecek miyiz?” gibi demagojik sorularla geçiştirilebilecek bir durum değil bu. Ne Nagehan Alçı ne Akif Beki ne Ertuğrul Özkök’ün ve ne de havuz medyasının diğer gazetecilerinin oradaki varlığı bu şekilde haklı çıkarılabilir. Üstelik esas mesele sadece onların orada olması değil, başka “gazeteci gibi gazetecilerin” orada olmaması.
Muhalefetin İmamoğlu gibi önemli isimlerine ve genel olarak muhalefet liderlerine bu tür büyük hataları yaptıranlar da genellikle danışman kadroları. İcraatları nihai olarak bir politik sonuç ortaya koyuyor olsa da bir duruş ve bir muhakeme yetisi, memleket olaylarına ve ülkenin geleceğine ilişkin kavrayış bakımından müthiş bir apolitiklik söz konusu. Kimse siyasal iletişim kutuplaşmacı ve partizan olsun demiyor. Etik ve politik olarak sorumlu seçimler yapmaktan, yurttaş yararına politik bir akıl dairesinde kalmaktan söz ediyoruz.
Nagehan Alçı otobüsteki varlığını eleştirenlere, “Benden utanmıyorsanız Osman Kavala’dan utanın” demiş. Osman Kavala’yı açık ara en çok savunan isimlerden biri hatta birincisi olduğunu söyleyerek olayı Gezi’ye bağlamış. Yanlış anlamadınız, Gezi’nin kriminalize edilmesi sürecindeki en haysiyetsiz yalanları televizyon ekranlarından seksen milyona duyuranlar Osman Kavala adına “utanmamızı” talep ediyor şimdi! Gezi yalanları konusunda özür dilediler de biz mi duymadık? Nagehan Alçı ara ara Kavala davasıyla ilgili olarak “Bu işte bir tuhaflık var. Burnuma garip kokular geliyor. Bu tuhaflığın ve garabetin perdesi kaldırıldığında hakikatin görüleceğine inanmak istiyorum…” filan dediği yazılar yazıp bir kenara koyduğu için kendisini eleştirenlerin Osman Kavala’dan utanmasını isteyebiliyor. O “pis kokular” ifadesi bu haksız ve hukuksuz yargılamada AKP’nin ya da Erdoğan’ın iradesi dışında bir yerleri işaret ediyor. “Türkiye’de yasama kurumu var, yürütme kurumu var ama yargı kurumu olup olmadığından maalesef artık emin değilim” derken de bu hedef şaşırtmayı pervasızca açık ediyor. Pes vallahi… Birisi tımarhaneden mi söz etmişti?
İmamoğlu eğer Nagehan Alçı’nın dediği gibi gerçekten de bedenindeki tüm hücrelerle Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı olmak istiyorsa, “Ben onlar gibi yapmayacağım” demekten, yani “Ben mesela onların en militan gazetecilerini dışlamayacağım” demekten vazgeçmesi gerekiyor. Onlar gibi yapmayacağı yer burası değil. Bunca haksızlığa ve hukuksuzluğa aktif destek vermiş kadroların adını temize çekmeye kimsenin hakkı yok. Bu konjonktürde muhalefetin liderliğine heves eden her ismin politik olarak sorumlu bir duruş edinmesi şart. Oysa şimdi de ben bu satırları yazarken, “Ben, ilk yurt içinde yapacağım bir geziye, örneğin Abdülkadir Selvi’yi davet etmek istiyorum” dediğini gördüğüm İmamoğlu’nun açıklamalarındaki naif mantığı özetlemeye nefesim yetmiyor. Abdülkadir Selvi gidecek ve mütemadiyen husumet ettiği İmamoğlu’nu tanıyacakmış. Böylece de “Selvilikten” vazgeçeceğini umuyor. İnanılır gibi değil…
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Gazetecilerin yıllar ve yıllardır başına gelmeyen kalmamışken, sarı basın kartları iptal edilir, işlerine son verilir ve cezaevlerinde hayatlarına el koyulurken tuttukları köşelerde onca zaman iktidar allayıp pullamış olan, Nagehan Alçı’yı, Akif Beki’yi ve Ertuğrul Özkök’ü alarak -cumhurbaşkanı adaylığı çıkarması ya da değil- Karadeniz gezisi yapmak nedir? AKP tabanının bile çoğunluğunun hiçbir sempati duymadığı bu isimlerin varlığından umduğunuz nedir?
İmamoğlu hiç değilse basın ve ifade özgürlüğü üzerinde sosyal medya dahil hiçbir alan bırakmayarak ağır tahakküm kuran bir anlayışın terk edileceğini, gazeteciliğin yeniden itibarla birlikte anılacağını gösteren iki ismi yanına alamaz mıydı? Hadi ateş gibi gazetecileri, mesela Bahadır Özgür’ü ya da Mühdan Sağlam’ı yanına almayı aklından geçirmedi, hadi Bekir Ağırdır gibi bir aklı selimi Konda Genel Müdürlüğü nedeniyle davet edemedi, ama gazetecilikle ilişkili iyiden iyiye unutulmuş görünen bir hatırayı canlandırmak için olsun, zamanında yaygın medyada da çalışmış ve adları iyi-kötü bilinen Murat Yetkin, Ünsal Ünlü, Çiğdem Toker gibi bir-iki itibarlı insanı da yanına almak hiç mi aklına gelmedi? Yılların tecrübeli gazetecisi Ruşen Çakır neden yok? Üstelik de Hopalı.
Hürriyet ya da Milliyet’te çalışıyor olsalar bile Fatma Aksu ya da Selay Saykal’ın adları Karadeniz bölgesinde Evrim Kepenek’ten daha mı fazla biliniyordu? Yirmi yıldır hak gazeteciliği alanında yazan çizen, toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ve erkek şiddetiyle ilişkili haberciliğin önemli isimlerinden olan Kepenek ya da Gökçer Tahincioğlu bu geziyi doğru düzgün ve sorumlu bir haberciliğe konu etse yaygın medya yazılanları görmezden mi gelecekti? Peki şimdi ne yazdılar? Yoksa bu gazetecilerin Karadeniz gezisindeki varlık nedenleri İmamoğlu’nu gerçekten de bitirmeye matuf o tek fotoğrafta yer almaktan mı ibaretti?
Evet bu isimlerin bir kısmı Akapella korosundan koptu. Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde sözcülüğünü yürüten Akif Beki de görece erken kopanlardan. Bu nedenle adını burada anarak haksızlık ettiğimi düşünebilirsiniz. Fakat yazının başında Gezi demişken, Beki’nin Gezicileri kimlere referansla itiraz ahlakına davet ettiğine de şu linkten bir bakın. Daha Gezi’nin ilk günlerinde, 1 Haziran 2013’te yazılmış, henüz Gezi direnişini demokratik itiraz hakkını kullanmaktan sapmakla suçlamak için hazırda bekleyenlerin bile pek bir neden bulamadığı dördüncü günde yayınlanmış bir yazı! Bir de hemen ertesi gün yazdığı “Dayanın Hükümet Gitmiyor” yazısı var. Şöyle tespitler içeriyor: “Münakaşa kesilmediğine göre dert başka. Yok istedikleri, hükümeti düşürmekse şimdilik Gezi Parkı’nda elde edilen kazanımlarla yetinsinler.” Gezi olayları kronolojisini buraya bırakayım da, her yere AVM inşa etmek inadıyla buna yönelik isyan inadını hem nalına hem mıhına vurarak nasıl eşitlediğini bir inceleyin.
İtibarsız isimlerle yeni bir başlangıç yapılamaz. Erdoğan’ın uçağından aparılmış otobüs fotoğrafını görüp duracaksak, iktidar makamında da Erdoğan oturmaya devam etsin bari…