Farkındayım Ekrem İmamoğlu “vız gelir tırıs gider” sözünden dolayı özür diledi ancak bu yazı o özürden önce kafamdaydı ve çoğu yazı ve yayında olduğu gibi önce başlığı bulmuştum. Hem değiştirmeye kıyamadım, hem de İmamoğlu’nun “vız gelir tırıs gider” özrünün altını “sadece ve sadece” diye çizmesinden hareketle malum fotoğraf hakkındaki eleştirileri pek ciddiye almamakta ısrarcı olduğunu düşünüyorum.
Zaten fotoğraf krizinin temelinde İmamoğlu’nun, belli bir iktidara sahip olan siyasetçilerin büyük çoğunluğu gibi “eleştiri”den pek hoşlanmaması var. Eleştiriden hoşlanmayan siyasetçilerin yine büyük çoğunluğu ilginç bir şekilde kendilerini hedef alan “saldırılar”dan hoşlanıyor. Zira karşı kamptan gelen saldırılar onları kendi kamplarında daha meşru kılıyor, destekleri artıyor. Hatırlanacaktır, İmamoğlu yerel seçimler öncesi ve sonrası, siyasi iktidarın sözcüleri ve medyasının saldırılarına maruz kalıp bunları bertaraf ettikçe gücünü artırdı, muhalif cenahtaki insanların daha çok kalbini ve desteğini kazandı. Ancak son olayda yaşandığı gibi, o ana kadar kendisini desteklemiş, hatta bu uğurda risk de almış kesimlerin bir bölümünden -sayısı önemli değil, ölçmemiz de mümkün değil- eleştiri gelince bunu bir art niyetli saldırı gibi algılayıp -bu noktada eleştiriden hoşlanmaması etkili olmuşa benziyor- bunları bir tür karşı saldırıyla savuşturmaya kalktığında işin rengi değişti. Diğer bir deyişle, Erdoğan ve yanlılarına karşı işe yaradığını gördüğü tavır ve üslubu kendilerini muhalefette tanımlayan kişilere karşı da benimsemeye kalkınca baltayı taşa vurmuş oldu.
Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak
Fotoğraf kriziyle birlikte aklıma ilk gelen “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” atasözü oldu, hatta bir yayında bunu kullandım da, ancak daha sonra düşününce “pirinç”in ne olduğu sorusu aklıma takıldı ve cevabın “koca bir hiç” olduğunu gördüm. “Bulgur”u biliyoruz: İmamoğlu’nun belediye başkanı olmasını isteyen, ona oy veren, onun için çalışan, hatta önemli bir bölümü kendisini Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı olarak görmek isteyenler. Peki “pirinç” ne, kim, kimler? Nagehan Alçı ve Ertuğrul Özkök mü? Eğer öyleyseler bu kişiler kimi, neyi temsil ediyorlar?
Açıkçası bu ikiliden beni en çok rahatsız eden Özkök. Alçı, belli kesimler tarafından sevilmeme konusunda onu fazlasıyla geride bırakıyor olabilir ama ülkeye kötülük etme açısından Özkök’ün eline su dökemez. Çünkü 40 yıla yaklaşan gazetecilik hayatımda, farklı dönemlerde medyanın toplum aleyhine kullanılmasının en kritik örneklerinde bir şekilde hep Özkök’ü gördüm.
Neyin yatırımı?
İmamoğlu’nun Doğu Karadeniz gezisini Medyascope adına Ali Macit ile Ali Deniz Çakır (yani oğlum) takip etti. Ali Deniz, daha yola çıkmadan, geziye İsmail Saymaz, Akif Beki, Nagehan Alçı ve Ertuğrul Özkök’ün de davetli olduğunu öğrendiğini söyledi. Anlam veremedim ve gezinin ilk günü yaptığım yayında şöyle demiştim:
“Yanında bayağı geniş bir gazeteci grubu var. Birtakım ünlü isimler de var, düne kadar iktidârın yanında olan birtakım isimler de var. Belki hâlâ iktidarla ilişkiyi muhâfaza etmeye çalışan, ama ileriye de yatırım yapmak isteyenler için, İmamoğlu gezisi gerçekten çok akıllıca bir şey. Zâten o resimleri görünce, İmamoğlu’nun gelecekte de Türkiye siyâsetinde etkili olacağını anlıyorsunuz, o kişilerin yatırım yapmasından hareketle.”
Kemal Can da benim bu sözlerimden hareketle, haklı olarak “Onların yatırım yapmalarını anlarız da İmamoğlu ve ekibi onlardan ne umuyor olabilir?” tarzı bir soruyla en can alıcı noktaya parmak basmıştı.
Sahiden ne umdu(lar)? Akif Beki’yi anlamak mümkün. Beki, Karar Gazetesi’ndeki diğer kişilerin çoğu gibi, uzun bir süre AKP ve Erdoğan’la birlikte olmuş, ama bir aşamada şu ya da bu nedenle ondan kopup sistemli bir şekilde muhalif olmayı tercih eden bir kesimi temsil ediyor. Beki ve onun gibi kişileri de istememek, bir anlamda altılı masada Gelecek ve DEVA partilerini istememek gibi bir şey olur, ki böyle olanlar da yok değil var.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
İyi de Alçı ve Özkök kendilerinden başka neyi temsil ediyorlar? Onları yanına almak ya da en azından kendisine karşı nötr kılmakla İmamoğlu’nun eline ne geçebilir? Bir açıklamasında kullandığı “helalleşme” kavramının bu iki kişiyle nasıl bir alakası olabilir? Bu kavramın uluorta kullanılması, Kılıçdaroğlu’nun bu perspektifte attığı adımları işlevsiz kılma riski de içermez mi?
Anlaşılmaz bir ısrar
Kuşkusuz siyaset risk almayı da içerir. Beklenmedik yer ve zamanlarda risk alıp bunların altından başarıyla kalkanların siyasette önleri açık olmuştur. Örneğin İmamoğlu da, garanti bir Beylikdüzü varken Kılıçdaroğlu’nun imkansız gibi görünen büyükşehir adaylığı önerisini kabul ederek risk aldı ve kazandı. Öyle ki kendisine geleceğin (cumhur)başkanı olarak bakıldı. Şimdiyse ne anlama geldiği belli olmayan bir “helalleşme” iddiasıyla kendisini bugünlere taşıyan kesimlerin en azından bir bölümünden “helallik” alma şansını tehlikeye attı.
Başlığa “durduk yere” lafını bu yüzden koydum. Ama o malum fotoğrafın yayınlaması üzerine gelen tepkilere verilen tepkiler sanki krizin durduk yere değil, bilerek çıkarıldığını düşündürtüyor. Ya da İmamoğlu ve ekibinin yaşananları bir kriz olarak görmediklerini.
Önce basın sözcüsü Murat Ongun’un İsmail Küçükkaya’ya söyledikleri, ardından İmamoğlu’nun peş peşe iki açıklaması fotoğraftan dolayı hayal kırıklığı yaşayanların -haklı olarak- kendilerinin umursanmadığını düşünmelerine yol açtı. İmamoğlu’nun, sonradan özür dilediği “vız gelir tırıs gider” sözlerini, ne alakası varsa Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının anmasında sarf etmesi de acayipti.
Halbuki eleştirileri önemsediklerini söyleseler veya Ümit Özdağ-Süleyman Soylu düellosunu fırsat bilip konuyu unutulmaya terk etseler daha akıllıca olabilirdi.
Erdoğan’ın arayıp da bulamadığı fırsat
Krizleri zamana yaymak deyince aklıma ilk olarak Erdoğan geliyor. Örneğin şu satırları yazana kadar onun Özdağ’a karşı Soylu’ya sahip çıktığını duymadım. Çıkmayacak anlamına gelmiyor ama hemen olaya müdahil olmaması onun artık alıştığımız bir stratejisi.
İmamoğlu’nun durduk yere kriz çıkarıp üstelik bunu daha derinleştirmesinden de en çok mutluluk duyan kişi hiç kuşkusuz aynı Erdoğan’dır. Zira seçim kampanyasından itibaren İmamoğlu’nu alt etmek için elinden geleni yapan, bu çabaları da genellikle İmamoğlu’nun lehine sonuçlanan Erdoğan ilk kez kendisine karşı en güçlü aday olarak gördüğünü düşündüğüm İmamoğlu’nun kredi kaybetmesine tanık oluyor ve bunda kendisinin hiç payı yok.
İmamoğlu bayram vesilesiyle sadece kendi memleketi Trabzon’a değil, Erdoğan’ın memleketi Rize’ye (ve bu arada her biri ayrı ayrı benim memleketim olan üç ilçeye, Hopa, Arhavi ve Kemalpaşa’ya) giderek adaylık startını vermişti. Doğu Karadeniz gezisi onun için riskliydi ama bu riski göze aldı. Gittiği yerlerin hemen hepsinde yoğun ve sahici bir ilgi gördü. Sonuçta Erdoğan’ın uykularını kaçıracak kadar başarılı bir performans sergiledi.
Ama o malum fotoğraf nedeniyle/sayesinde Erdoğan uykularına yeniden kavuşmuşa benziyor.