Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ali Hakan Altınay yazdı: Aşk olsun

“Aşk olsun” eskimeye ve hatta unutulmaya yüz tutmuş bir ifade. İlk duyduğumuzda edindiğimiz izlenim sitem çağrıştırdığı. Eskiden sitemlerimizi niçin böyle bir ifade ile dillendirmeyi seçmiş olabileceğimizi gelin birlikte düşünelim.

Aşk olsun, “Eğer aşk olsaydı böyle demezdin/düşünmezdin/yapmazdın” tezinin kısaltılmış hali olduğuna dair bir genel kabul var. Peki, aşk her zaman ve her yerde var mıdır ya da olmalı mıdır da bize böyle sitem etme hakkı doğar. Belki de illa aşk değil de onun bir belirtisi ya da sonucu olarak iyi niyet, hüsnüniyet murat ediliyor çoğu zaman. Peki iyi niyete gerek var mı?

Malum homo economicus’u temel alan devasa bir sosyal bilim ve iktisat literatürü var. Bu hegemonik literatür insanların kendi çıkarları peşinde koştuğu; bunda da hiçbir beis olmadığı ve hatta toplumsal fayda olduğu tezleri üzerine kurulu. Eğer böyleyse, iyi niyete, hele hele aşka hiç gerek yoktur.

Homo economicus gayet atomize bir birey. Bu atomize bireyin çıkarı denen şey kendi bedeni ve onun hazlarıyla ilgili. Çıkarların hesap makinesi ise soğukkanlı akıl. Akleden kalp ya da kalbeden akıl türü önermeler bu paradigma için çok yabancı. Bu modele uzun yıllar içinde getirilen itirazlar sonucunda atomize bireyin toplum ve doğa ile bağlarına da anlatılarda, modellerde yer açılma gerekliliği kabul görmeye başladı ama bu düzeltmeler “hem çok geç, hem de çok az” dedikleri türdendi.

Revize modellerin insanın ilişkiselliğine dair son cümlesi aslında anlamlı bir insan anlatısının ilk cümlesi olmalı. İnsanın tabii ki binbir türlü ilişkiselliği var. O ilişkiler olmadan insan zaten insan olarak var olamaz. Önemli olan bu ilişkiselliklerin doğası, dokusu, ritmi. Buradan bakılınca iyi niyet de, aşk da çok önemli.

Yetersiz muhabbet

İki yazı önce insanın en büyülü, en mucizevi etkinliği diye bahsettiğim muhabbet de bu yüzden önemli. Muhabbet etmek basit bir veri, bilgi ya da mesaj alışverişi değil. Arapça etimolojisindeki h-b (hubb) ve h-b-b (habib) sevgi ve dostluk demektir ve muhabbet etme eylemine içkin olan iyi niyeti bize hatırlatır. Ne kadar ilginçtir ki Columbia Üniversitesi’ndeki Difficult Conversations Lab’de yakın zamanda yapılan araştırmalar insanların muhataplarından üç olumlu mesaj almadan onlardan gelen eleştirilere kulak kabartmadıklarını gösteriyor. Yani gerçek ilişki iyi niyet teyit edildikten sonra başlıyor. Muhabbet sadece konuşanla da ilgili değil. Dinleyenin de cevap verme telaşıyla değil, anlama niyetiyle dinlemesi gerekiyor; güzel Türkçemizde de buna “can kulağıyla dinlemek” diyoruz. Başka bir ifadeyle sahici bir muhabbet sahici bir merakın ürünü.

Son dönem zihinbilim çalışmaları iyi bir muhabbet içindeki insanların çeşitli beden ritimlerinin senkronize olmaya başladığını gösteriyor. Ayna nöronlar sayesinde birbirimizi ve niyetimizi anlayabildiğimizi bir süredir biliyorduk ama burada bahsi geçen senkronizasyon başka bir düzeye işaret ediyor. Bu araştırmalar “aşk olsun” gibi eskimeye, unutulmaya yüz tutmuş başka bir deyişi doğrular nitelikte: “Laf lafı, laf da kalbi açar.”

Komşu bir olguya dikkat çeken bir başka saptama da “Muhabbet olmadan merhamet olmaz.” Buradaki merhamet sözü hiyerarşi imalarına karşı haklı bir alerji besleyen kulaklarımızı tırmalayabilir ama o alerjiyi bir anlığına paranteze alabilirsek kastedilenin dayanışma ve yarenlik olduğunu göreceğimizi düşünüyorum.

Peki niye böyle? Acaba muhabbet dediğimiz pratik su geçirmez olduğu varsayılan çeperlerimizi daha bir sızdırır kılıyor; mesafeleri kapatıyor; farklılıkları yumuşatıyor olabilir mi? Memleketimizde bir Arap atasözü olarak bilinen “Adalet dostluğun halifesidir” tespitinin uzun süre Assos’da yaşamış Aristo’ya ait olması sizi şaşırtır mı?

Muhabbet, iyi niyet ve aşkın yaşamsallığını binlerce yıldır dillendirmiş, yaşamış ve yaşatmış bu topraklarda şimdilerde utanç verici bir lümpenliğin anaakımlaşması riskinin belirdiği yadsınamaz. Lümpen dünya görüşü kaba hatlarıyla şöyle: Hayat adil değil. Bana adaletsizlik yapıldı. Dolayısıyla ben de başkalarıyla ilişkilerimde her türlü ahlaki kısıttan muafım. Sadece güce yaranmak, güçten faydalanmak için taviz veririm. Adaletsizlikten aldığım payı artırmaktan başka bir amacım yok. Zaten çoğu insan bunu yapıyor… dolayısıyla beni kınayamaz ve yargılayamazsınız.

Bu tür bir çağdaş lümpenlik ile homo economicus arasında ilginç parallelikler var: İki anlatıda da insan kendisi dışında hiçbir şeyden sorumlu değil. İki ekol de iyi niyet ve ona komşu değerlerin sadece aptallar için olduğunu düşünüyor. Sosyal bilimin zorlu meselelerinden birisi demokratlar olmadan demokrasinin sürdürülebilir olup olmadığı. Daha açık bir ifadeyle, eğer herkes kısa vadeli çıkarının ve alışverişsel bir rasyonalitenin peşindeyse ve kimse uzun vadeli çıkarı ya da erdemi önemsemiyorsa demokrasi ayakta kalabilir mi? Ya da bir demokrasinin çürümemesi için demokratların bir toplumdaki asgari oranı ne olmalı?

Korkarım yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye coğrafyası “insanlığa lümpenlik/erdem dengesi ne olduğunda çürüme geri dönülmez noktaya gelir?” konusunda önemli bir veri sunmak durumunda kalacak. Bu deneyimin izleyicisi değil de parçası olan binlerin sadece haklarda değil sorumluluklarda da eşit olduğumuzu tekrarlamak isterim. Lümpen şirretlikten çekinip, ölü balık taklidi yapanları ne çocukları ne de tarih unutur. Türkiye’nin ana omurgası olan kardeşlik, vicdan, erdem ve muhabbet örüntüleri çürüdüğünde kimse için güvenli bir yer kalmaz.

Adres:
Ali Hakan Altınay
Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü
Semizkumlar Mah. Çanta Cad. No: 162
Silivri Kapalı Cezaevi (9 no’lu Cezaevi), Koğuş: A47
İstanbul

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.