Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Burak Bilgehan Özpek yazdı: Bir dolandırıcının anatomisi

Bu yazıyı yazdığım saatlerde, sosyal medyanın gündeminde bir dolandırıcılık hadisesi vardı. Cuma akşam saatlerinde ortaya atılan bir iddia kısa zamanda birçok kullanıcı tarafından tasdik edildi. İddialara göre; son zamanlarda açtığı sohbet odalarıyla ismini duyuran, özellikle milliyetçi ve ulusal gençleri cezbetmeyi başaran ve yükselen mülteci karşıtı duygulara başarıyla hitap eden B. isimli şahıs tanıştığı kişilere kendisi hakkında farklı hikayeler anlatmış, onlardan para istemiş, aynı anda birden fazla kadın ile ilişki yaşamış, onlardan aldığı borçları ödememişti. Söylentiler arasında. B’nin bir şehit ailesini dolandırdığı da var. Konu her bakımdan ilginç çünkü Çiftlikbank veya kripto para vurgunlarından farklı olarak burada mağdur olanlar daha çok kazanmak için risk alan yatırımcılar değil. Ortada bir Ponzi zinciri de yok. Aksine, güçlü duygular etrafında bir araya gelmiş, sahip oldukları duygudaşlık üzerinden birbirleriyle ilişki kurmuş saf ve sıradan insanlar var. Yine de bu beklenmedik bir hadise değil.

İşin sosyal medya üzerinden tezgahlanması beni şaşırtmadı çünkü son dönemde öfkeli milliyetçilik tamamen bu platformlar üzerinden örgütleniyor. Özellikle Zafer Partisi’nin kurulmasıyla birlikte, yeni bir siyaset tarzıyla tanıştığımızı söyleyebilirim. Bu tarz, şimdiye kadar tanık olduğumuz birçok popülist öğeyi barındırmasının yanı sıra bunun çok daha ötesine geçiyor. Alışkın olduğumuz türde kurumsal bir siyasi partiden ziyade, hiyerarşik ve bürokratik yapısını öne çıkarmayan ve özellikle gençlerin içindeki öfke ve korku merkezlerine hücum ederek onları kenetlemeyi amaçlayan bir yapıdan söz edebiliriz. Bu açıdan mesela Erbakan popülizminden farklı bir noktayı temsil ediyor. Erbakan’ın İslami popülizmi “gerçek halk” ile “yozlaşmış elitler” arasında bir karşıtlık yaratıyor, yozlaşmanın sebebini laiklik ile açıklıyordu. Benzer şekilde Erdoğan da Anadolu feraseti ile beyaz Türklük arasındaki kimlik savaşını derinleştirmişti. Ancak her iki lider de teşkilatlar üzerinden ilerleyen, seçkinlerin hiyerarşik bir avantajının olduğu sistemler kurmayı ihmal etmediler. Böylece emir-komuta zinciri denebilecek bir disiplini muhafaza etmeyi başardılar. Diğer bir ifadeyle, tempoyu belirleyen hep liderler oldu. Popülizmin zirvelerinde dolaştıkları zamanlarda bile tek hareketleriyle tansiyonu düşürme becerisine, takipçilerini sakinleştirme kapasitesine sahiplerdi.

Bu yeni fenomen ise tamamen farklı. Ümit Özdağ ve Zafer Partisi, oy verilecek aktörler olarak ete kemiğe bürünmüş halde varlar ancak inşa edilmek istenen bir siyasi partinin kazanma stratejisinden daha çok belirli bir ruh halini egemen kılmak. Bu yüzden, hiyerarşik bir partiden ziyade, her sosyal medya kullanıcısının aslında hem şeyh hem mürid olduğu bir hikaye izliyoruz. Güvenlik korkularını daha afili sözlerle tahrik etmeyi başaran, daha estetik küfürler ederek görüşlerini dile getiren, daha gizemli bir karakter yaratan, gençlerin ilgisini çekebilecek daha heyecanlı hikayeler anlatan her insan bu yapı içerisinde öne çıkabilir ve kanaat önderi sıfatını alabilir. Sosyal medyanın demokratik yapısı ise bunun için biçilmiş kaftan. Sıradan bir insanın binlerce kişiye ulaşması için bundan 20 sene önce aşması gereken bir sürü editör ve kapı bekçisi varken artık bu filtrelere tahammül etmek zorunda değil hiç kimse.

Göçmen ve sığınmacı karşıtlığının vulgar şekilde gündeme sokulması ve sosyal medyada aldığı karşılık ise bu süreci adeta bir yarış haline getiriyor. İnsanlar, sokaktan geçen sıradan bir kadını sırıtarak kameraya kaydeden sapık bir Pakistanlı görünce öfkeleniyor. Sınırlarımızdan koşarak geçen binlerce Afgan’ın görüntüsü birçoğumuzun sinirlerini bozuyor. Böyle bir durum ile karşılaşan bir insandan sorunun kaynağı ve çözümleri üzerinde düşünmesi beklenir. Bu çoğu zaman meşakkatli bir süreçtir çünkü hiçbir krizin basit ve kolay çözümü yoktur. Dolayısıyla, hem teknik bilgiyi hem de entelektüel yorumu aynı anda seferber etmeniz gerekebilir. Ya da hem sorunu olabilecek en dar çerçevede yorumlayabilir ve olabilecek en basit çözümü önerebilirsiniz. Karşı karşıya kaldığımız bu yeni siyaset, elbette ki ikinci seçeceğe yöneliyor ve sorunu bir travmaya dönüştürerek muhatabından olabilecek en basit çözümü satın almasını istiyor. Burada devreye, sosyal medya kullanıcıları, popüler anonim hesaplar ve gizemli kanaat önderleri giriyor. Gençlere, maruz kaldıkları olgu olabildiğince trajik şekilde aktarılıyor. Travmatize edilen gençler, üzerinde düşünmeye vakit olmayacak ivedilikte bir tehditle baş başa olunduğuna ikna ediliyor ve önerilen en radikal çözümü benimsemeleri bekleniyor. Sosyal medyanın milliyetçi ve ulusalcı starları bu süreçte attıkları nutuklar, ettikleri küfürler ve sergiledikleri inançlı, kararlı, öfkeli tutum ile birden bire milletin tertemiz, has evlatlarına dönüşüyor, birer halk kahramanı muamelesi görüyorlar.

Öyle ki durup düşünmeyi salık verenler de birer hain olarak damgalanıyor. Yeteri kadar öfkeli olmayan herkes ahlaki bir zaafiyet içinde olmakla veya iradesizlikle suçlanıyor. Göçmen/sığınmacı meselesini Özdağ kadar öfkeli ve ısrarcı konuşmayan her politikacı, mafya dizilerinde gördükleri otel lobilerinde İsrail ajanlarıyla viski içerek “ülkelerini satan” kaypak tiplere dönüşüyor gözlerinde. Bu kuvvetli duygudaşlık, hızlı şekilde dünyayı dost-düşman; siyah-beyaz ikileminde gösteriyor onlara. Birlikte küfrettikleri, birlikte sinirlendikleri, sohbet odalarında birlikte linç ettikleri insanlar ile salt iyilerin kurduğu masalsı bir ittifak, bir aile huzuru yaşanıyor adeta. Dışarıdaki şeytanlar, yani durup düşünelim diyenler, iyi ile kötü arasında bir üçüncü yol olmadığı için hızlı şekilde bir terör örgütüyle, bir ulusal güvenlik tehdidiyle veya yabancı bir devletin siyasi amaçlarıyla özdeşleştiriliyor, damgalanıyor. Böylece onlar da, kötülerin yani şeytanların olduğu bok çukuruna yuvarlanıyor. Arınmış, öfkeli, kararlı ve azimli gençler bu şekilde bir araya geliyor ve o zamana kadar kimsenin siyaseten farkına varmadığı, önemsemediği bir güç olarak kendilerini göstermek istiyorlar. Adeta “Fight Club” filminde Tyler Durden’ın gizli müridleri gibi yüzlerini, kimliklerini saklayan ancak birbirlerine bir kardeşlik hukukuyla bağlı olduklarını düşünen bir yer altı örgütlenmesi gibi bir hesaplaşma günü bekleniyor.

Eleştirel düşünce, teknik bilgi, entelektüel yorum itibar kaybettikçe öne çıkan yüzeysel ve lümpen ideoloji bu yüzden herhangi bir dolandırıcının da inanılmaz derecede ahlaklı bir dava adamıymış gibi kendisini satmasını kolaylaştırıyor. Yani söylem basitleştikçe aslında herkesin zekası, muktesebatı, kültürü birbirine eşitleniyor. Bu yüzden aslında ortaokul mezunu olan B.’nin cehaleti anlaşılmıyor. O, bu milletin dertlenen, çabalayan, tehlikeyi göze alan bir evladı olarak görülüyor ve diğer insanların ceplerindeki parayı sorgulamadan verdikleri bir karaktere dönüşüyor.

Bugün milliyetçiliğin arkasına gizlense de bu tip bir radikalizmden kimse muaf değil. Bağlamına göre farklı ideolojilere sızabilecek bir sinsilikten bahsediyorum aslında. Sorunları basitleştiren, destekçilerini travmatize ederek onları olabilecek en radikal çözüme ikna eden, kendisini ahlakla özdeşleştiren ve eleştirel sesleri hızlı şekilde kriminalleştiren ruh hali içine girdiği her ideolojik bedeni bir çıkar ve sömürü ağına dönüştürür. Dolandırıcılık burada yapısal bir zorunluluk halini alır. Bu yüzden, B.’nin dolandırıcılığını bireysel bir ahlaki zaafiyet olarak yorumlamak eksik olacaktır. Bir dolandırıcının halk kahramanı veya kanaat önderi olabildiği yapıları sorgulamak gerekir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.