Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Edgar Şar yazdı: AKP sonrasında devlet kurtarılabilecek mi?

Demokrasinin hangi ideal tanımıyla bakarsanız bakın, Türkiye, tarihinin hiçbir anında tam anlamıyla bir demokrasi olamadı. Ancak yine Türkiye, doğu ve güneyinde bulunan, kısmen dilini, tarihini ve coğrafyasını paylaştığı ülkelerden farklı olarak, modern anlamda devletin şu veya bu şekilde var olduğu bir ülke oldu.

Evet, belki uluslaşma süreci tam anlamıyla başarılı olmadı; toplumsal cemaatleri aşıp tüm kesimlerin kendini bulduğu bir cemiyet inşa edemedik ya da bugün halen modern, gelişmiş toplumların alamet-i farikalarından kapsayıcı kamusal alan kültürümüz yok. Özetle, sürekli “gelişmekte olan” bütün ülkeler gibi gelişme ve modernleşmeyi kronik sendromlar ve travmalar üzerinden yaşıyoruz. Fakat yine de ülkemiz modern devletin bazı oldukça önemli unsurlarına başından beri iyi-kötü sahip oldu.

Nitekim bu kadar eksikliğe ve tarihinde yaşanan bunca krize rağmen toplumun varlığını sürdürmesinin, özellikle son 10 yılın bıraktığı ciddi hasarlara rağmen toplumun halen çökmemesinin belki de tek sebebi, modern devletin alamet-i farikası olan bu unsurlar. Bunlardan ilk akla gelenler, asgari demokrasinin direği olarak seçimler ve iktidarın barış içinde el değiştirmesi; tüm eksikliklerine rağmen görece nitelikli ve sosyal mobiliteye imkan sağlayan kamusal eğitim; çocukların ve gençlerin gelişimleri için hiç de ideal olmayan bir yöntem olmasına karşın adalet ve liyakat açısından görece başarılı merkezi sınav sistemi ve kamusal istihdamın bu yolla yapılması.

Bu unsurlara ve son 10 yılda bunların ne denli bir hasara uğradığına baktığımızda, Türkiye’de siyasal rejimin maruz kaldığı amansız otoriterleşmeye ve ülkemizde hiçbir zaman tam anlamıyla olmayan demokrasinin rekor seviyede uğradığı erozyona rağmen bir demokrasi krizinin ötesinde bir devlet krizinden bahsetmek durumundayız!

KPSS’nin ve bu sınava umut bağlayan yüz binlerin başına gelenler bizlere bu krizi bir daha çıplak gözle görme imkanı verdi. Sınavın iptali, sınav sorularına kendi kitaplarında yer verdiği söylenen yayınevinin incelenmesi ve ÖSYM yönetimindeki değişiklik maalesef bu meselenin içyüzüyle uğraşıldığı anlamına gelmiyor. Tersine, olan biten belli ki daha büyük bir skandala işaret ediyor. Konuyla ilgili Timur Soykan’ın Tweet dizisini buraya bırakıyor ve konuya dönüyorum.

Ülkemizi hali hazırda yöneten otoriter ittifakın önümüzdeki seçimleri kaybetme ihtimali, Türkiye’de demokrasinin “kurtuluşu” için önemli bir ilk adım olarak görülüyor. Doğru. Muhalefetteki tüm partiler de otoriter bir iktidara muhalif olmanın gereği olarak, gerek program gerekse söylemlerinde demokrat gözüküyorlar. Sonuç olarak bu partilerin önümüzdeki süreçte Türkiye’de demokrasiyi yeniden inşa etmeleri konusundaki vaat ve beklenti önümüzde duruyor. Bu kolay bir iş değil, umarım başarılabilir. Ancak yine bunun ötesinde, cumhuriyetin başından beri iyi kötü var olan ve şimdiye kadar hiçbir siyasi iktidarın bu kadar sarsamadığı devletin, bahsettiğim modern unsurlarıyla yeniden kurulması gibi bir gereklilik de var. Muhalefet partileri bir yandan bunu da vadediyor ama bu da hiç kolay bir görev değil.  

Önümüzdeki süreçte bu amaca ulaşılabilmesi için var olan zorluklar ve bunların nasıl aşılabileceği konusunda akla gelen birkaç hususa yer vermek istiyorum:

1)    Bu inşa mümkün olduğunca kişisel değil, kurumsal yapılarca başarılabilir. Sonucun mümkün mertebe sürdürülebilir olması için ise sürecin de o denli kapsayıcı olması gerekir. Altılı masa dediğimiz yapının bu noktada faydalı olabileceğini düşünüyorum. Altılı masanın liderler ötesinde siyasi partilerden oluşması, masanın ele alacağı ve kişiselleştirilme riski olan her konunun daha kurumsal bir gözle ele alınması ihtimalini mutlak anlamda olmasa da arttırıyor. Bununla birlikte adalet, geçtiğimiz 10 yılla hesaplaşmayı gerektirdiği kadar inşanın tüm toplumu kapsayıcı şekilde yapılmasını da gerektirir. O bakımdan özellikle AKP’den kopan partilerin bu süreçte yer alması bence elzemdir.

2)    Seçimleri kazanması durumunda iktidara gelecek olan yeni yönetim cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini, mevcudu temizlemenin ötesinde, yeniyi kapsayıcı bir şekilde inşa etmek üzere kullanmalı. Bunun aksi durumunda Türkiye’de ne demokrasinin ne de bu yazıda ele alındığı anlamda devletin yeniden inşası söz konusu olabilir. Unutmayalım ki bugün muhalefetin içinde de devleti bugün yönetenlerin gitmesini isteyip, devletin tıpkı bugünkü gibi yönetilmesini isteyen kişiler mutlaka vardır. Türkiye’nin geliş(eme)me, demokratikleş(eme)me kısır döngüsünden çıkması, bu kişi ve anlayışların önümüzdeki dönemde öne çıkmamasına bağlı.    

3)    Muhalefet kendisinden beklenen ve kendisinin de vadettiği bu inşayı yapacak ise bununla ilgili ciddi bir yol haritası ve ciddi bir kamu yönetimi planı üzerinde çalışmalı. Şimdiye kadar bu konuda gündeme gelen tek şey muhalefetin seçimi kazandıktan sonra yapacağı kritik atamalar için uygun isimleri içeren bir liste oluşturduğu. Bu belki iyi bir ilk adım olabilir ancak görevin büyüklüğü bundan çok daha fazlasını içeriyor. “Göreve geldiğimizde herkesi atacağız” demek hem anlamlı hem de gerçekçi bir hedef olmayacağına göre özellikle yargı ve genel olarak devlet bürokrasisinde nasıl bir yapılandırma yapılacağı, atamaların ve terfilerin nasıl gerçekleştirileceği, kurum içi eğitimlerin nasıl kullanılabileceği konusunda ciddi bir yol haritası gerekiyor.

Unutmamak lazım ki tüm bunlar ancak muhalefet seçimi kazanırsa gerçekleştirilebilecek şeyler. Aksi takdirde ülkemizde demokrasi ve modern anlamda devletten elde ne kalır, bilinmez. Bu sebeple bugün muhalefetin ortak cumhurbaşkanı adayının kim olup olmaması gerektiği konuşulurken, seçimi kazanabilme yeteneğinin yanı sıra demokrasinin ve devletin kapsayıcı olarak yeniden inşası meselesinin de unutulmaması gerekiyor. Yaygın eğilimin aksine ben bu uyarıyı arka planda “X aday olsun, Y olmasın”, “A popüler ve seçimi daha kazanabilir belki ama B devleti daha iyi tanıyor” vs. argümanları gündeme getirmek için söylemiyorum. Daha önce olduğu gibi şimdi de muhalefetin birliğinin buradaki kritik değişken olduğunu düşünüyorum. Aday kim olursa olsun seçimi kazanmak için de bu yazıda bahsedilen kapsayıcı inşayı gerçekleştirmek için de bu birliğe ihtiyacı olacak. Aday kim olursa olsun, demokrasiyi de devleti de kişisel ajandalarla değil, kurumsal bir vizyonla inşa edebilir. Bu da toplumun neredeyse tamamını temsil konusunda iddialı bir muhalefetin beraberce rol alacağı kapsayıcı bir yol haritasıyla mümkün olabilir. Aksi taktirde daha önce “eh işte” seviyesindeki demokrasimize de modern devlete de tekrar kavuşmak bir hayal olabilir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.