Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Öner Günçavdı yazdı: Tekçilik ve çoğulculuk

Ülkemizde ve dünyada baş gösteren ekonomik sorunlarla nasıl baş edileceği ciddi bir muamma. Özellikle ülkemizin kendine özgü nedenlerden ötürü maruz kaldığı ekonomik sorunların çözümü giderek güçleşiyor. ABD Merkez Bankası’nın (Fed) en son faiz artırımlarıyla tüm dünyaya verdiği mesajlar bizim gibi ülkelerin olumsuz yönde etkileneceğinin sinyalini veriyor.

Buna rağmen böyle bir ortamda TCMB, tüm dünyadan ayrışmaya ve her şeye rağmen faizleri düşürmeye devam ediyor. Ama daha da önemlisi, uyguladığı irrasyonel politikalara tüm ülkenin inanmasını bekliyor. Farklı düşünceleri dışlıyor. Hatta tartışılmasına bile tahammül etmiyor. Propaganda aygıtının tüm imkânları kullanılarak yapılan uygulamaların haklılığı savunuluyor.

Kamuoyunun sahip olduğu refaha da yansımaya başlayan bu gelişmeler, önce döviz kurundaki artışlar, ardından ortaya çıkan enflasyonla birlikte geçmişte elde ettiğimiz refahı alıp götürüyor. Özellikle çok kritik bir seçim öncesindeki vatandaş, geçmişteki refah düzeyini yakalayıp yakalayamayacağını sorguluyor.

Kanımca bu mümkün değil artık. Ama iktidar, uygulamaya başladığı popülist “seçim ekonomisi” uygulamalarıyla gerçekte sahip olmadığı bir refahı vatandaşla paylaşmaya hazırlanıyor. Kısaca umut pazarlamaya çalışıyor.

Tam da seçim öncesinde bu şekilde verilen bu mesajlarla vatandaşın aklı karıştırılmakta, kaybolan refahı geri getirebilecekleri algısı verilmektedir. Bugüne kadar sahte refah illüzyonları ile iktidarda kalmayı başarmış bir iktidar, benzer bir illüzyonu yaratarak bundan sonra da iktidarda kalmaya devam ettirmek istiyor.

Mevcut sorunlara yenilerini de katacak vaatlerde bulunarak, kamuoyu algısını kendi lehine değiştirmeye çalışıyor. Kimisi de alışılagelmiş “beka” söylemlerini tekrar ederek, vatandaşı soyut birtakım hedeflerin peşinde sürükleyip, sorunlara tahammül gösterilmesini sağlamaya çalışıyor. Sanki gelecekte cenneti vaat edip, bugünün cehenneme rıza gösterilmesi isteniyor.

Peki sonuç?

Elbette hüsran.

Enflasyon yükselmeye devam ederken, döviz kuru da sürekli artıyor. Cari açık ise beklentilerin tersine bir türlü kapanamıyor. Durum bu olunca, iktidarın farklılıklara, farklı düşüncelere ve hatta çoğulculuğa tahammülü kalmıyor. Her şeyi kontrol etmek istiyor.

İktidar ekonomik sorunlara kalıcı çözümler bulamayınca, hamasi söylemlerle de yetinmeyerek, kamuoyu üzerinde daha baskıcı hale geliyor. Bu da yetmemiş gibi, yirmi birinci yüzyılın modern dünyasında hiçbir geçerliliği olmayan birtakım dini grupların söylemlerinin kamuoyunda daha da görünür olmasına izin veriyor. Bu grupların “tekilci” yaşam tarzlarını tüm toplumu baskı altına almak için kullanıyor. Bu şekilde üstü kapalı olarak ülkede “tekilliğin” ve “tek tipçiliğin” propagandası yapılıyor. Farklı yaşam tarzları dışlanıyor.

Hâkim kılınmaya çalışılan tekilcilikle birilerinin tanımlandığı norm ve standartların hayatın her alanında geçerli kılınması ve bunun toplumun geneline dayatılması giderek yaygınlık kazanıyor. Konserler yasaklanıyor, toplantılar engelleniyor, farklı yaşam tarzlarına müsamaha gösterilmiyor.

Aslında siyasilerimiz tedirgin. Arayış içindeler. Ne yapacaklarını bilmeden, kendilerini akıntıya bırakmış durumdalar. Geçmişin alışkanlıklarıyla bugünün sorunlarına çözüm arıyorlar. Artık geçerliliğini yitirmekte olan siyasi alışkanlıklarla modern dünyada iktidar arayışındalar. Yeni toplumsal gerçekliklerle baş etmeye çalışırken, günümüz toplumuna nasıl liderlik edebileceklerini bilmeden iktidarlarını korumaya çalışıyorlar. Bu yüzden bazen yaptıkları ve söyledikleriyle komik duruma bile düşebiliyorlar.

Çaresizlikleri reaksiyonel tepkiler vermelerine ve çaresizce geçmişte tekrarlanmış olan siyaset yapma şekillerine başvurmalarına yol açıyor. Demode olmuş bir siyasetin, demode söylemlerini bugünün insanlarını ikna edebilmek için kullanmaya çalışıyorlar.

Kamuoyu rızası siyasilerin gösterdikleri tepkilere meşruiyet temeli oluştururken, sorunların çözümünde karşılaşılan başarısızlıklar siyaset kurumuna yönelik güvenin de sarsılmasına yol açmaktadır. Yapılan herhangi bir uygulamanın doğruluğu yanlışlığı bir yana, kamuoyu rızası üretebildiği sürece siyasiler tarafından kabul görmekte ve uzun vadede sonuçları toplum lehine sonuçlar doğurmasa da bu tarz uygulamalara devam edilmektedir. Bu da günümüzdeki popülist siyasetin kaynağını oluşturmaktadır.

Siyasilerin çaresizliğinin bir nedeni de günümüzde maruz kaldığımız değişimi yeterince yorumlayamamış olmalarıdır. Kamuoyunun bugünlerde sıkça duyduğu ve altını doldurmakta zorlandığı bir bahane bu aslında. Sanayi toplumunun siyasi kurumlarının, ortaya çıkmaya başlayan sanayi sonrası toplumun dinamiklerini ve toplumsal ihtiyaçlarını yeterince anlayamamasıdır asıl neden.

Ülkemizdeki sanayileşmenin en hızlı yaşandığı 1970’li yılları bir düşünün. O tek kanallı televizyon yayınlarının olduğu yıllar. O beyaz ekranda ne görülürse norm olarak kabul edildiği, ekranlara çıkanların söylediklerine tüm ülkenin dikkat kesildiği yıllar.

Yaşı kırkın üstünde olanlar” hatırlarlar tüm bunları.

Çok kanallı hayatla TRT’nin öncülüğünde tanıştık. Vatandaşa ne seyredeceği konusunda kısıtlı düzeyde de olsa seçme şansı verildi. Yine de seçilecek ve dinlenecek programlar kamu otoritesinin kontrolü altındaydı.

Ardından özel televizyon kanalları hayatımıza girdi ve kamu otoritesi yapılacak tercihlerde kontrolünü büyük ölçüde yitirdi. Devletin yanında özel sektörün de ne düşündüğü önem kazanmaya başladı. Bu dönüşüm bana devlet eliyle yürütülen sanayileşmede, 1950’lerin sonundan özel sektörün de ortaya çıkmasını hatırlatır. Sanayileşme, kamu ve özel sektör birlikteliğiyle yürütülmeye başlanır ve her kesimin bu süreçteki rolleri yeniden tanımlanır.

Sadece o mu?

Aynı yıllarda Turgut Özal liderliğindeki ANAP, bir bakıma vatandaşın ekonomideki tercihlerine getirilen sınırlamalara son verdi. Ekonomik tercihler çeşitlendi. O dönemde inşa edilmeye çalışılan piyasa mekanizması, vatandaşın ekonomik tercihlerindeki çeşitlilikle sonuçlandı. Bu yönüyle 1980 reformları vatandaşın ekonomik “tercihlerinde çeşitlenmenin” başladığı bir dönem olarak görülmelidir. Siyasette yeterli derecede olmasa bile, ekonomide ve hatta sosyal hayatta tekilciliğin sona erdiği, çoğulculuğun ise yavaş yavaş hayatımıza girdiği yıllardı bu yıllar.

Ekonomide bu denli çeşitlilikle tanışmış bir toplumu artık tek kanallı televizyon kanallarına mahkûm etmek mümkün değildi.

Ülkemiz bugün sanayileşme fırsatını kaçırmış, biraz da zaruretten sanayi sonrası, hizmet ağırlıklı bir ekonomik yapıya doğru evriliyor. Üretimde teknoloji kullanımı ve/veya üretimi yeterli düzeylere ulaşmasa da teknoloji tüketiminde açgözlülüğümüz ithalat rakamlarında açıkça ortaya çıkmaktadır.

Günümüzde sosyal medyanın yaygınlaşması, bir yanda çeşitliliği arttırırken, diğer yandan insanların ihtiyaçlarında çeşitlenmeyi beraberinde getiriyor. Gelir arttıkça, bireyselliği teşvik eden harcama kalıpları toplumda daha görünür hale geliyor.

Geçmişte değişimin simgesi olarak görülen onlarca TV kanalı işlevini yitiriyor. Onların yerini zaman ve mekândan bağımsız birtakım platformlar almaya başlıyor. Tüketici tercihleri özgürleşiyor. Siyasiler için kontrol edilmesi gereken o kadar çok parametre ortaya çıkıyor ki hepsini kontrol edebilmek neredeyse imkânsız hale geliyor.

Üretimde ve tüketimde çeşitlilik daha çok artıyor. Ama siyasette 1970’lerin tek tipçiliği hâkim olmaya devam ediyor. Siyasi söylemlerin modası geçerken, ister istemez siyasetin sorun çözebilme kabiliyeti azalıyor. Sonunda siyasiler çözümü çaresizce baskıları arttırmakta görüyorlar. Çoğulculuğun hâkim olduğu bir dünyada tek tipçilikle var olmaya çalışıyorlar.

Çoğulculuk” günümüzde bireyin ekonomik değer yaratma sürecinde artan öneminden kaynaklanıyor. Hem üretimde hem de tüketimde birey daha görünür olmaya başlıyor. Sabit sermaye birikimini temel alarak değer yaratan sanayi toplumunun yerine, değerin “beşeri sermaye birikimi” ile yaratıldığı bir sistem yükseliyor artık. Bu yeni sistem bireye ve bireyin yaratıcılığını esas aldığı için de özgürlük ve demokrasi arayışları sanayi sonrası toplumlarda önem kazanıyor.

Bu süreçte Türkiye’nin ne yöne gideceği bir bakıma ekonomik olarak ihtiyaç duyduğu refahı nasıl üretmek istediğine bağlı olacaktır. Tabii bu konuda hala bir tercih hakkı kaldıysa.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.