Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Batuhan Aydagül yazdı: 516 bin 974 uzman öğretmen ve 66 bin 679 başöğretmen görüş ve emirlerinize hazırdır!

Lise birinci sınıfta kimya dersinden ilk dönem notum on üzerinde üçtü ve sınıfı geçmek için ikinci dönem altı getirmem gerekiyordu. Gayret edip çalışmış ama ortalamamı ancak beşe çıkarabilmiştim. Fransız kimya öğretmenimiz aksi diyemeyeceğim ama ciddi biriydi. Sınıfa gelir dersini anlatır ve öğrenciyle çok samimi olmazdı. Dönem sonuna yakın bir dersten sonra yanına gittim ve durumumu sordum. O zamanlar, yıl 1987 olmalı, iki dönem ortalaması beşi tutmayanlar ikmale kalıyordu. Öğretmenin notunun daha itibarı olan günlerdi ve sonuçları da borçlu geçmekten sınıfta kalmaya kadar gidebiliyordu. Ben de var olan not ortalamamla ikmale kalacaktım. Öğretmenim beni dinledikten sonra bana baktı ve yine bir ciddi tonla, gösterdiğim gayretin farkında olduğunu ve bundan dolayı ikinci dönem notumu altıya yükselterek beni geçireceğini söyledi. Gayret etmeme rağmen kimyadan çok anlamamış olmanın mağlubiyeti bir yana, bir öğretmenin öğrencisini süreç içinde yakından izleyerek varabileceği kanaati de kullanarak değerlendirme yapması sayesinde hem ikmale kalmamış hem de sürecin sonuç kadar kıymetli olabileceğine dair çok önemli bir hayat dersini erken yaşta öğrenmiştim.

Türkiye 24 Kasım’da Öğretmenler Günü’nü kutladı. Öğretmenler çok hak ettikleri övgüleri ve teşekkürleri sosyal medya mesajları, öğrencileri ve ailelerinden gelen hediyeler, çalıştıkları kurumların yaptıkları jestler ya da şirketlerin kendilerine özel sundukları indirimler yoluyla almış olabilirler. Bunların içindeki samimi hisleri ve içten teşekkürleri en iyi onların ayırt edeceğine hiç kuşkum yok. Öte yandan, Cumhurbaşkanı Erdoğan öğretmenleri sarayında ağırlayarak onurlandırdı ve bu vesileyle ülke çapında uzman ve başöğretmen olmayı hak kazananların sayılarını kamuoyuna ilk o açıkladı. AK Parti döneminde “öğretmenlerin görevlerini gönül huzuruyla yapabilmeleri için” attıkları adımlardan söz eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın altını çizdiği başlıklar özetle altyapı yatırımlarını ve öğretmen işe alımlarını işaret ediyordu. Öğretmenin gönül huzuruna giden yol ülke ortalaması referans alınarak verilen derslik ve öğretmen başına düşen öğrenci sayısından geçiyordu.

Cumhurbaşkanının açıklamasına göre, 516 bin 974 öğretmen uzman öğretmen, 66 bin 679 öğretmen de başöğretmen olma hakkı kazanmıştı. Ülkede dikilen fidan sayılarının bize ormanlarda ekolojinin ve doğal yaşamının oluşumu hakkında yeterli bilgi vermediği ya da hakim savcı, mahkeme ve adalet hizmet binası sayılarındaki artışın hukukun üstünlüğü adına anlamlı olmadığı gibi kaç öğretmenin uzman ya da başöğretmen olduğu da Türkiye’de eğitimin durumu için çok anlamlı bir gösterge değildir. Bu sayıların arkasındaki öğretmenlik mesleğinin kariyer basamaklarına ayrılması politikasına biraz daha yakın baktığımızda Türkiye eğitiminde çok sık karşımıza çıkan “niyeti iyi, problem tanımı eksik, uygulaması sorunlu” değişikliklerden biri daha çıkıyor. 

Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmenlerin mesleklerindeki ilerlemeyi takdir eden ve bunu maaşlarında artışla gösteren yönetim uygulamalarını düşünüyor olması önemli. Eğitimi arada öğretmenlerden dinliyorum demiştim, onlara sorarsanız gayret gösteren öğretmenlerin fark ve takdir edilmesi çok kıymetli, bunun maddi olarak ödüllendirilmesi ise fazladan bir motivasyon sağlıyor. Ancak değerlendirmenin sadece maddi iyileştirmeyle ilişkilendirilmesi ve konuşulması çoğunluğu işlerini gerçekten büyük bir içsel motivasyonla yapan öğretmenleri rahatsız ediyor. Buna ek olarak, Türkiye OECD ülkeleri arasında öğretmenlerin mesleğe başladıklarında aldıkları maaş ile deneyime ve kariyer basamaklarındaki yükselişe bağlı olarak alabilecekleri maaş arasındaki farkın en az olduğu ülkelerden biri. Dolayısıyla, bakanlığın bu konuyu ele alması önemli. 

Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu politika değişikliğini de öğretmenlerin ve öğretmen sendikalarının görüşlerini yeteri kadar almadan ve dinlemeden yaptığını öğrendim. Her ne kadar sevgili eğitim antropoloğu Müge Ayan’ın “Tüm öğretmenler adına genelleme yapmayalım arkadaşlar” uyarısını unutmasam da Türkiye’de öğretmenin birçok ihtiyacı arasında kendilerinin ciddiye, görüşlerinin de dikkate alınmasının öncelikli olduğunu öne sürebilirim. Öğretmenlerin bu derdi yeni değil. Keza bu, 1980 darbesinin hızlandırdığı tarihsel bir süreçte öğretmenlerin toplumun organik entelektüelleri arasında yer alan özerk bireyler olmaktan, hakim ideolojinin kendilerine giydirdiği (dar) mesleki kıyafet içinde hareket etmek zorunda olan teknisyenlere dönüştürülmek istenmesi sorunu. Beraberinde de öğretmenlerin ve diğer kamu çalışanlarının ulaşabildiği birçok sosyal destek sisteminin zayıflaması. Günümüzde öğretmen kendini siyasal, bürokratik, sosyal ve teknolojik baskı altında güçsüz ve yalnız hissettiğini ifade ediyorsa, bunun çözümü için yola çıkan kamusal ve kamu dışı aktörlerin öncelikle onları can kulağıyla dinlemesi ve beraber güçlenme yolculuğunda yanında yürümeye gönüllü olması gerekiyor.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmenlerin kariyer gelişimlerini düzenlemek için başvurduğu çözüm de yine, sınavlar. Bir öğretmene mesleki kariyer gelişimini takdir etmek için uzman ünvanı vermenin tartışmasını bir başka zamana erteleyerek, o uzmanlığı hak edip hak etmediğine bir sınavla karar vermenin yanlışlığına alternatif ne olabilir diye bakalım. Özünde, öğretmenler tüm bilgi, beceri ve deneyimlerini sınıfta uyguluyorlar. Her ders öğrencileriyle yeni etkileşimler kuruyorlar, ortaya çıkan öğrenme fırsatlarını fark edip kazanıma dönüştürebiliyorlar, tek tek öğrencilerinin gelişimini izleyip gerekli müdahaleleri yapıyorlar. Tüm bunları bir öğretim programı temelinde, okulda zümreden meslektaşlarıyla işbirliğinde, idarecilerin öğretimsel liderliğinde yapmaları da ideal bir okulda bekleyeceğimiz pratikler. Üstüne de meslektaşlarıyla, velilerle ve hatta okulun komşularıyla ilişkileri de öğretmenlik pratiğinin ve deneyiminin önemli bir kısmını oluşturuyor. Öğretmen, “performansını” kabaca özetlediğim bu çok katmanlı, çok aktörlü günlük hayatın içinde gerçekleştiriyor. Dolayısıyla, bu “performansın” değerlendirmesinin tüm bunları dikkate alan bir şekilde, öncelikle okul içinde, temelinde güven olan meslektaş ilişkileriyle ve bakanlık yetkililerinden desteğinde gerçekleşmesi gerekir.

Türkiye’de okullardaki mevcut durum bu tür bir değerlendirmeyi hakkıyla yapmaya izin vermiyor, dolayısıyla en azından hakkaniyet açısından memlekette hala bir nebze hatırı olan sınavlarla bunu yapmayalım mı diye sorabilirsiniz. Yapmayalım! Yaptığınızda 516 bin 974 öğretmenin uzman öğretmen, 66 bin 679 öğretmenin de başöğretmen olma hakkı kazanırken öğretmenlik mesleğinin statüsünün daha da zedelendiği, okuldaki ilişkilerin daha gerildiği, öğretmenin “yine yeni yeniden”, “Beni zaten kimse dikkate almıyor ki” algısının güçlendiği bir durum ortaya çıkıyor. 

Ben dokuzuncu sınıfta sürecin hakkını vermenin kıymetini iyi bir öğretmenden öğrendim. Ama kolektif olarak eğitimde problemi belirlerken ve çözümü geliştirirken katılımcı süreçlerin hakkını vermeyi ve o süreçlerdeki öğrenimlerin kıymetini bilmeyi öğrenemedik. Problemleri doğru tanımlamadan belirleyeceğimiz çözümler bize kısa zaman içinde yeniden çözülmesi gereken sorunlar doğuruyor. Demek ki Milli Eğitim Bakanlığı’nın iyi bir öğretmene ihtiyacı var. Onlar da fazlasıyla Türkiye’nin sınıflarındalar, sadece birilerinin kapılarını çalıp onları dinlemesini bekliyorlar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.