Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ali Hakan Altınay yazdı: Cemil Çiçek, Hayati Yazıcı ve diğer AK Partili hukukçulara açık mektup

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin yürürlüğe girdiği gün olan 10 Aralık tüm dünyada ve ülkemizde İnsan Hakları Günü, o hafta da İnsan Hakları Haftası olarak kutlanıyor. Bizler bu haftaya en temel haklarımızın ihlal edilmeye devam ettiği bir durumda giriyoruz.

2018 Kasım’ında bir sabah kapımıza polisler geldi ve 36 saat gözaltında kaldım. Açıklığa kavuşturulması dört saat bile sürmemesi gereken bir mesele yüzünden dört senedir eziyet çekiyoruz. Bu konuyla ilgili çok sayıda kişi konuştu. Önceki dönem Cumhurbaşkanları, Anayasa Mahkemesi eski Başkanları yargılamayı ve verilen mahkûmiyet hükmünü çok güçlü ifadelerle eleştirdi. Türkiye Barolar Birliği Başkanı yargılamayı “Türkiye’nin Dreyfus Davası” olarak nitelendirdi. Her celseye şahsen katılan İstanbul Barosu önceki Başkanı bu davanın son 40 yılın en kötü davası olduğu yönündeki değerlendirmesini kamuoyu ile paylaştı. Lakin daha AK Partili hukukçulardan bir değerlendirme göremedik. 5 bin saattir özgürlüklerinden, sevdiklerinden mahrum bırakılmış birisi olarak 5 soru için 5 dakika ayırmanızı isteme hakkım olduğunu umuyorum:

1) Belki dikkatinizi çekmiştir, 25 Nisan 2022’de İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Gezi davasında Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesi uyarınca hakkımızda hüküm verdi. Eminim sizlerin de bildiği gibi, 312. madde “cebir ve şiddet yoluyla” hükümeti çalışamaz duruma getirmeyi suç sayıyor. Lakin sanıkların ellerine değil bir silah, bir dal parçası aldığına dair ne bir delil ne de bir iddia var. İddia makamının kolluktan çağırdığı tanıklar hiçbir sanığın şiddete karıştığını görmediklerini söyleyip bazılarının gergin ortamları yatıştırdıklarını teslim etme ihtiyacı hissettiler. Aklınızdan “Siz yapmamış olsanız da Gezi’de vandallık vardı” düşüncesi geçebilir. Eğer birlikte kardeşçe yaşayacaksak, muğlaklıkların, sessizliklerin arkasına saklanmanın yanlış olduğuna inanan birisi olarak, TOMA’lara molotof atanların, AK Parti binalarına saldıranların yanlış yaptığını, suç işlediğini hiç tereddütsüz söylüyorum. Umarım sizler de bu dava sanıklarının hiçbirinin ilişkisi olmayan bu şiddet olaylarını kovuşturmak yerine, bizlerle uğraşanların çok yanlış, zararlı (bakınız 4. soru), hukuksuz bir iş yaptığını söyleyecek dirayete, ahlaki pusulaya sahipsinizdir.

2) 25 Nisan’da hakkında hüküm verilenlerin hepsinin daha önce aynı suçlamalardan yargılandıklarını ve oybirliği ile beraat ettiklerini, bu hükmün bizler temyiz etmesek bile otomatik temyize tabi olduğunu bildiğinizi umuyorum. Vareste tutulduğumuz celseler dahil yargılamanın tamamına katılmış, bazıları nisan celsesi için yurtdışından kendi tasarrufuyla Türkiye’ye geri dönmüş ve davaya gelmiş bizlerin bu kesinleşmemiş hükümle birlikte tutuklanmamızı makul buluyor musunuz? Eğer buluyorsanız, nedenini açıklar mısınız? Eğer bulmuyorsanız, itirazınızı kamuoyu ile paylaşır mısınız? AK Parti yıllarca tutuklamanın istisna olması gerektiğini söyleyip tutuklama önlemini gittikçe daha zor koşullara bağladı mı?

3) Yapılan yargılamanın niteliği, kalitesi konusunda bir fikir edinmeniz için kendimden bir örnek vereceğim: Önce şunu söylemeliyim, davada mahkûm edecek tek delil yok, suç yok. Benimle ilgili hükümete karşı işlediğim iddia edilen suça dair tek delil yok ama tutunabildikleri ve delil dedikleri tek somut belge Avrupa Birliği’ne yazılmış ve Gezi olayları nedeniyle Türkiye ile müzakerelerin Avrupa Birliği tarafından durdurulması önerisine itiraz eden bir mektubun 20 imzacısından birisi olmam. Savcı bu mektubun Türkiye’yi zor durumda bıraktığını iddia etti. Biz ise tersini öne sürdük ve görüşlerine başvurulması için Dışişleri eski müsteşarları ya da şu andaki Dışişleri Bakan Yardımcısı’nın uzman ve tanık olarak dinlenmesini istedik. Ülkenin zor durumda bırakıldığı iddiasının ülkenin bu konudaki en yetkin kurumunun temsilcileri tarafından değerlendirilmesini istemek kadar makul, doğal, meşru ne olabilir? Bu talep mahkeme tarafından reddedildi. Bakanlık yetkililerini tanık olarak dinletememek adil yargılama hakkı, keyfi olarak lekelenmeme haklarının ihlali değil mi? 25 Nisan kararından sonra aralarında Dışişleri Bakanlığı, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Kamu Güvenliği Müsteşarlığı, Türkiye Büyükelçiliği yapmış bir grup insan “Hakan Altınay’ın güzel ülkemizin çıkarları için çalıştığına kefiliz” diye bir kamuoyu açıklaması yaptı. Belki aklınızdan geçiyordur, bahsedilen görevlerin tamamı AK Parti döneminde yapılan görevler. Bu veriler ışığında sizler mahkemenin yaptığı yargılamayı ve verdiği hükmü makul, haklı, adalete ve hukuka uygun buluyor musunuz?

4) Köyümüzde bir yalancı çoban varsa, muhtarı, ihtiyar heyetini, kahvenin müdavimlerini, köy ahalisini uyarma sorumluluğumuz olduğunu sanırım hepimiz kabul ederiz. Cebir ve şiddet, yurtdışı ile gayrimeşru ilişkiler gibi konularda yalancı çoban gibi davrananların, kurt gerçekten geldiği zaman köyü hazırlıksız, savunma reflekssiz bırakma kötülüğünü yaptığını ayıplama ve kınama zorunluluğu olduğunu da yadsımayacağınızı umuyorum. Peki sizler bunu yapıyor musunuz? Cumhurbaşkanı Erdoğan adli yıl açılışında adaletin işleyişindeki hataların konuşulmasından, diyalog ile iyileştirme adımları atılmasından bahsetti. Yalancı çobanın verdiği zararı, yaptığı kötülükleri köyün ahalisi, ihtiyar heyeti ve muhtarı nezdinde açıklayacak, kınayacak inanca sahip misiniz?

5) Bunlardan bahsetmek istemezdim. Ama konu ne ben, ne de Gezi… Konu nasıl bir ülke, nasıl bir toplum olacağımız. Ben Yale Üniversitesi, Brookings Enstitüsü gibi saygın kurumlardaki kariyerimi bırakıp, Green Card’ımı kendi irademle iade edip, ülkemde eğitimci olmayı seçtim. Boğaziçi, Koç, Sabancı üniversitelerinde ders verdim. Öğrencilerim benim referansımla Harvard, Oxford gibi üniversitelere burslu kabul aldılar, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri tarafından görüşlerine başvurulmak için davet edildiler. Bunları kendimi özel ya da değerli bulduğum için söylemiyorum. Mahkemede de söyledim, bu ülkenin değerli insanları şefkat ve şifa veren hemşireler, asgari ücretle ailelerine onurlu bir hayat sunmak için didinen ebeveynler, Irak’ta şehit olan ama isimlerini bile hatırlamakta zorlandığımız 69 kardeşimizdir. Kendimden bahsediyorum çünkü yargının kimlere halk düşmanı muamelesi yaptığını bilmenizi istiyorum.

Açıkça ifade edeyim, benim AK Parti’ye ne özel bir sempatim ne de özel bir antipatim var. Benim gözümde AK Parti’nin başarıları da var, hataları da. Temel eğitimdeki ders kitaplarının ücretsiz verilmesi, yüksek öğrenimde harçların kaldırılması önemli, olumlu adımlar. Son dönemde Azerbaycan dayanışması ve bu işbirliğinin sonuçları çok önemli bir başarıdır. Lakin, AK Parti’nin son yıllardaki dilini son derece hoyrat, ayrıştırıcı, sevgisiz buluyorum ve topluma çok büyük zarar verdiği kanısındayım. AK Parti eleştirilerim 27 Nisan muhtırasına itiraz etmemi de engellemedi, 17-25 Aralık sonrasında uluslararası basına “Hiçbir toplum bu kadar güç kullanan bir hareketin bu kadar gayri saydam olmasına rıza göstermez” dememe de mani olmadı. Benim açımdan bunların hepsi Cumhuriyet’in “hür ve mesul vatandaşı” olmanın gereğiydi, benim ve herkesin sorumluluğuydu. 

Daha fazla uzatmak istemiyorum ve soruyorum: “Gelin birlikte çalışarak kuralım” dediğiniz sevgi, muhabbet, adalet temelli Türkiye Yüzyılı’nı benim gibi vatandaşları hapse atarak mı başlatacaksınız?

AK Partili dostlara daha evvel iki kez seslendim… Bu üçüncü – ve sanırım son – seslenişim.

Erdemliler Hareketi olarak yola çıkan, adaleti ismine dahil eden, milyonlarca üyesi olan bir siyasi partinin 20 yıldan sonra erdeme, adalete duyarsızlaşması sadece kendisi için değil, geniş bir coğrafyada benzer referansları, iddiaları olan hareketler için de çok trajik bir yenilgi olacaktır. Birbirimizi sicil amiri olarak görmemiz bizi toplum yapan en önemli özelliklerimizden.

Ben oğlumun, eşimin ve annemin, komşularımın ve bakkalımın, hocalarımın ve öğrencilerimin gözünün içine bakabiliyorum ve bundan hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim. Umarım sizler de vazgeçmezsiniz.

Hiçbir korku ya da endişe bizi bu ülkenin “hür ve mesul vatandaşları” olmaktan, bunun gereklerini yerine getirmekten feragat etmeye yetmemeli. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.