Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ali Hakan Altınay yazdı: Gezi’ye dair sıradışı bir muhabbet

Muhabbet etmek herhalde müşterek repertuarımızdaki en insani, en büyülü ve en yerli ve milli uğraşımız. Bunun niyesini bir sonraki yazıda anlatmaya çalışacağım. Bu ilk yazıda ise AK Partili, MHP’li dostlar ile hasbihal etmek istiyorum (Evet benim AK Partili, MHP’li dostlarım var. Bu partilerde çok sayıda erdemli, vicdanlı insan olduğunu birinci elden biliyorum.)

Belki malumunuzdur, bir aydır Silivri’deyim. Dışarısıyla iletişim, dışarıdan bilgi akışı sorunsuz değil ama bizim davayla ilgili iki kamuoyu araştırmasından haberdar olduk. İki araştırma da Gezi davasındaki hükmün hukuki değil siyasi olduğunu düşünenlerin çoğunlukta olduğunu bulmuş. Yüzde 30 civarında bir grup ise kararın hukuki ve dolayısıyla makul ve meşru olduğu kanısında imiş. Bu yüzde 30’luk grubun içinde AK Partili ve MHP’li seçmenlerin ağırlıklı olduğunu da öğrendik. Anketler yakın geçmişte birçok konuda yanıldı ama genel resim konusunda bu verilerden şüphe duymak için bir neden görünmüyor. O nedenle AK Partili ve MHP’li dostlar ile dertleşmek iyi olur diye düşündüm.

Öncelikle, her konuda benim gibi düşünmeyenlere sırtını dönmeye inananlardan değilim. Eğitimim sırasında antropolojiden ve onun anlama inadından çok şey öğrendim. Mesela Oktar Babuna meselesinde dönemin Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un uyarılarına kulak vermeyen ben ve benim gibiler hata etti. Ya da 1999 Şubat’ı öncesinde birisi bana Abdullah Öcalan’ı Güney Kıbrıs pasaportuyla bir Yunan elçiliğinde bulacağımızı söyleseydi, buna ihtimal vermezdim; yanılmışım.

Yunus Emre, Mimar Sinan, Dücane Cündioğlu’nun yaşadığı, olduğu, söz söylediği toprakların bir evladı olmayı önemli bir ayrıcalık ve şans olarak görüyorum. Bunlardan hiçbir itirazım, memnuniyetsizliğim olmadığı anlamı çıkmasın: Mesela Ayasofya minberinden insanlık ailesine kılıç gösterilmesinin eşi benzeri zor bulunacak bir hata olduğu kanısındayım. Dünyadaki bütün İslamofoblar bir araya gelse yüzümüzü bu kadar kızartamazdı diye düşünüyorum. Neyse, gelelim Gezi davası bahsine. Dostlara, birkaç sorum var:

1) Gezi davası Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesinden açıldı. Bu madde “cebir ve şiddet yoluyla” hükümeti çalışamaz hale getirmeyi konu ediyor. Mesela, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “değil cebir ve şiddet kullanıldığına dair bir iddiada bulunmak, polis sorgusunda bile bunun sorulmadığını gördük” dediğini biliyor musunuz? İddianamede bahsi geçen hiçbir eylemin cebir ve şiddet içermediğini Anayasa Mahkememizin Aksakoğlu kararında oy birliği ile tespit ettiğini de eklemeliyim. Kendi Ceza Kanunumuzun içeriğini bize Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin hatırlatmak zorunda kalması biraz garip, biraz da utanç verici değil mi?
2) 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılama sırasında savcının tanık olarak çağırdığı bir polisin “Burada yargılananların hiçbirinin şiddete karıştığını görmedim. Avukat Can Atalay’ın gergin ortamların yatıştırılmasına yardım ettiğini de hakkaniyet adına teslim etmem lazım” dediği kulağınıza geldi mi?
3) 70 yaşını geçmiş Mücella Yapıcı’nın eylemler sırasında yapılan gözaltında çıplak aramaya maruz kaldığını; diğer birçok kişi gibi Gezi konusunda daha evvel de yargılandığını; yargılanmalar sonucunda her seferinde beraat ettiğini ama bu sefer 18 yıl hapis cezası aldığını ve şu anda 9 metrekarelik bir hücrede iki kişi kaldığını biliyor ve hakikaten makul buluyor musunuz?
4) 2020’de verilen son beraat kararlarından sonra 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan yargılama sırasında sanıklara tek bir soru sorulmamasını, iddia makamının ek tek bir delil sunmamasını ama mahkemenin daha evvel defaten beraat etmiş sanıklara bu sefer ağırlaştırılmış müebbet ve 18 yıl hapis cezaları vermesini nasıl meşru ve makul olabileceğini açıklamayı denemek ister misiniz?
5) Birisi çıkıp “Gezi’de kamu gücünü yasadışı kullanan birilerine karşı vatandaşlar kendi bedenleriyle direndi. 15 Temmuz’da da vatandaş kamu gücünü yasadışı kullanan birilerine vücutlarıyla direndi” dese ve sonra da “Arada ne fark var?” diye sorsa, ne dersiniz?
6) Gezi’nin arkasında olduğu söylenen George Soros ve Açık Toplum Vakfı ile farklı farklı bakanların ve Cumhurbaşkanlığı’nın önemli danışmanlarının Gezi olaylarından altı ay ve bir buçuk yıl sonra resmi görüşmeler yapmalarını ve bu görüşmelerini Twitter’dan duyurmaya devam etmelerini sizce nasıl açıklamak lazım?
7) T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlı Mali Suçları Araştırma Kurulu’nun Gezi’de yurtdışı fon kullanıldığına dair herhangi bir delil bulamadığını; sanıkların “fon almadık/vermedik” dediğini; sanıkların ayrıca “Yurtdışından fon almayı AK Parti kolaylaştırdı. TBMM dilediği zaman yurtdışından fon almayı yasaklayabilir. Biz de buna memnuniyetle uyarız ama bu yapılmadan fon almak/vermek yasakmış gibi davranmak milli irade gaspıdır” dediğini duydunuz mu?
8) Avrupa kurumlarının çifte standardı, FETÖ, PKK gibi yaşamsal konularda Türkiye’nin yanında olmuş ilkeli Avrupalı dostlarımızın (örneğin Marti Ahtiisaari, Jean-François Bayart, Carl Bildt, Emma Bonino, Thorbjorn Jagland, Kalypso Nicolaidis gibi) hepsinin bu dava yüzünden Türkiye’den uzaklaştığı ve Türkiye’nin en meşru meselelerinde bile taraftar bulmakta çok zorlandığı gözünüze çarptı mı? Kendi kendine bu kadar zarar veren başka bir ülke biliyor musunuz?
9) “Yargılama ve sonuçları yanlış olabilir ama Gezi iyi olmadı” diye düşünüyor olabilirsiniz. Gezi’ye bir neden atfetmek ve bu nedeni dış parmakta bulmayı rahatlatıcı buluyor olabilirsiniz. Peki, ya bir tweette gayet veciz bir şekilde ifade edildiği gibi “Kimse düğmeye basmadı… sen bizim damarımıza bastın” tezi doğruysa? Mesela “İki ayyaşın yaptığı yasa” lafı insanları çok incitmiş olabilir mi? “Siz ne yaparsanız yapın, biz bunu yapacağız” inadındaki kibiri sahiden görmeyecek misiniz?

“Dava için değil sevda için geldik” diyen Yunus Emre’yi; “Çok eksiğimiz var ama en büyük eksikliğimiz hâlâ birbirimizi yeterince sevmeyi öğrenememiş olmamızdır” diyen Galip Erdem’i; “Tanrının rahmetine açık kapı sadece sevgidir” diyen Sezai Karakoç’u gerçekten önemsiyor isek kör nefretten ve kesif bir kibirden daha iyisi mümkün olmalı. Nefret sevgiden çok daha kolay ama sevgi gerektirdiği çabaya değer. Bir toplumu esasen ortak vicdanı bir arada tutar. Birbirimize kulak vermeden, hemhal olmadan ortak vicdanımızı ayakta tutamayız. Ortak vicdanımıza, muhabbetimize zarar vermenin vebalini hiçbirimiz taşıyamayız.

Ben kendimce dünyanın farklı coğrafyalarındaki felsefeleri, inançları inceledim. Akranlarının helalliğini bizim kadar önemseyen başka bir topluma rastlamadım. Biz, birbirimizi sicil amirimiz olarak kabul eden insanlarız ama birbirimizin sicil amiri olmak sadece bazı haklar değil, çok ama çok önemli sorumlulukları da içerir. Umarım bu ehliyetimiz vardır.

Bana bir sözünüz varsa, sizi büyük bir memnuniyetle dinlerim. Avukat ya da milletvekili iseniz ve zaman ayırmak isterseniz, Silivri’de dilediğiniz zaman yüz yüze görüşebiliriz. Mektup yazmak ise herkese açık bir seçenek; adresim aşağıda. Bir sonraki yazıya kadar sağlıcakla kalın.

Silivri’den selamlar, Hakan

Adres:
Ali Hakan Altınay
Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü
Semizkumlar Mah. Çanta Cad. No: 162
Silivri Kapalı Cezaevi (9 no’lu Cezaevi), Koğuş: A47
İstanbul

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.