Ali Hakan Altınay yazdı: Birkaç yılbaşı sorusu

Bir yılın bitmesine, yenisinin başlamasına iki gün kaldı. İnsan zaman fikrimizin, zamanı dilimleme yöntemimizin ne kadar fiktif olduğunu cezaevinde daha yoğun hissediyor. Mesela hafta niye illa yedi gündür? Eğer yanlış anımsamıyorsam, Batı Afrika’da hafta dört günden oluşuyor. Antropologların tezi o coğrafyada ürünlerin hızlı bozulduğu ve bu nedenle pazarın dört günde bir kurulduğu, dolayısıyla haftanın da dört gün olarak tahayyül edildiği. Yıl biraz daha kapsayıcı bir ritme dayanıyor. Mevsimleri, dolayısıyla ekim, dikim, hasat, düğün, bayram zamanlarını hep birlikte öngörebilmek zaruri… Dolayısıyla bir yıl ne zaman bitiyor, yenisi ne zaman başlıyor bilmek önemli. 21. yüzyılın koşuşturması içinde bayram, yılbaşı gibi dönüm noktaları normal hengamenin dışına çıkıp, bir-iki adım geri atıp, biraz etrafa bakmak, normalde sormadığımız soruları sormak, kendi öznel cevaplarımızı demlemek, sezgilerimize kulak vermek için iyi bir fırsat olabilir. Eğer siz de böyle bir molayı anlamlı buluyorsanız, benim aklımda birkaç soru var.

19. yüzyılda yaşayan bir gözlemci “Her şeyin fiyatını biliyoruz ama hiçbir şeyin değerini bilmiyoruz” demiş. Fiyat ile değerin farklı olduğunu ima ettiği için, hatta bu ikisinin arasında bir çelişki olabileceğini öne sürdüğü için dikkate değer bir tez gibi geldi bana. Günlük hayatımız değer ile fiyatın aynı olduğu ya da en azından aynı yönde hareket ettiği varsayımıyla geçiyor. Halbuki en değerli şeyler – sevgi, dostluk, hava, su, çoğu bilgi – için fiyattan söz etmek anlamlı değil. Fiyatı olmayan ama bu tür olağanüstü değerli şeyler olmadan zaten hayatın kendisi mümkün değil; bir mucize eseri mümkün olsa böyle bir hayat anlamlı da değil. Lakin etrafımız bize bir şeyler satmaya odaklanmış binlerce, milyonlarca insanla dolu. Almamızı istedikleri şeyler olmadan ne kadar eksik ve yoksun olacağımızı bize anlatmanın, hissettirmenin, düşündürmenin envai çeşit yolunu düşünüp hayata geçiriyorlar. Bir rivayete göre Kore’nin başkenti Seul’de yakınında bir kahve dükkanı olan duraklara yaklaşan belediye otobüslerinin havalandırmalarına hafif bir kahve kokusu veriliyor ki siz iner inmez kahve almaya yönelin. Gözlerimizin, kulaklarımızın araçsallaştırılmış uyaranlar için yol geçen hanı olduğunu biliyorduk ama burun deliklerimizin de artık hedefte olması göreceli yeni bir durum. Daha evvel de irdelediğimiz gibi alışveriş örüntüleri ve onlara içkin araçsallaştırılmış ilişkiler her yerde ama muhabbetlerimiz ve onlara içkin iyi niyet temelli, sahici, geçirgen ilişkilerimiz bayağı güdük. Mesela, fiyat dışındaki değer ölçütlerini bize düşündürten, hissettiren, yaşatan ortamlar nerede? Bunları toplum adına kim düşünüyor, hayal ediyor, geliştiriyor? Yılbaşında hediye almak yerine birbirimize ne ifade ettiğimizi, birbirimiz olmadan niye eksik olacağımızı sahici bir dilde anlatma, birbirimize sarılma cesaretine, iradesine sahip miyiz? Yoksa, eksiklik duygumuzu sonsuza kadar reklamcıların insafına mı bırakacağız?

Prof. Dr. Engin Geçtan (1932-2018)

İkinci soru kümem ilkiyle ilgisiz değil: Boğaziçi Üniversitesi’nin seveni bol hocalarından rahmetli Engin Geçtan, “Hayat” kitabında çarpıcı bir soru sorar: “Anlaşılmaktan umudu kestiğimiz için mi beğenilmeyi bu kadar önemsiyoruz?” Soru sosyal medya çağından önce sorulduğu için vizyoner bile sayılabilir. Beğeni biriktirme tutkumuzun son dönemde sınır tanımadığı kesin. İnsan olduğumuz için başkalarına ihtiyacımız var; başkaları önemli olduğu için onlar tarafından beğenilmek de önemli. Peki, beğeni anlaşılma pahasına olacaksa da tercihimiz beğeniden yana mı? Anlaşılmak beğenilmekten daha çok zaman gerektirdiği için mi beğenilmeyi anlaşılmaya tercih ediyoruz? Yoksa, gerçekler anlaşılırsa beğenilmeyeceğimizden endişe ettiğimiz için mi? Peki, anlaşılmadan gelen beğeni sahiden bize yetecek mi? Sığ beğeni kanalları çoğaldıkça, güçlendikçe, kendimizin daha güdük bir versiyonuna mahkum kalma olasılığından çekinmiyor muyuz?

Beğeniye olan ihtiyacımız, şöhrete olan ilgimiz bu çağın bizde yarattığı önemsizlik, değersizlik hissiyle de ilgili olabilir. Halbuki dünyayı ismini bilmediğimiz sıradan insanların iyilik ve erdem yetkinlikleri ayakta tutuyor. Biliyor musunuz, mahpus olmanın en zor tarafının sevdiklerinizi mutlu edecek, onlara iyi gelmek için yapabileceklerinizin çok sınırlı olması olduğunu bilen, sezen insanlar bana ve koğuş arkadaşım Tayfun Kahraman’a çocuklarımız Ege ve Vera’ya gönderebilmemiz için kartpostallar, kendi elleriyle çizdikleri desenler yolluyorlar. Bunlar bizi tanımayan, bazen kendileri de cezaevinde olan, bir ihtimal hayat boyu karşılaşmayacağımız insanlar. Dünyanın Mad Max benzeri bir cehenneme dönüşmesinin önündeki en büyük engel sıradan, normal insanların erdem reflekslerinin bu derece inatçı olması. İyi ki varsınız isimsiz iyi insanlar! Marifet iltifata tabi olduğunu göre, etrafımızdaki iyiliği takdir etme refleksini gösterebilecek miyiz dersiniz?

Bir yılbaşı hafta sonu için bu kadar soru fazla diyebilirsiniz… Haklısınız. Derdim bu sorulara illa kesin cevaplar bulmak da değil… Bu meseleleri, bu meselelerin iç gerilimlerini, tercihlerimizin fırsat maliyetlerini farkında olmak, demlemek bile değerli, yararlı geliyor bana. Umarım sizler için de öyledir ve umarım 2023’e sevdiklerinizle ve keyifle başlama ayrıcalığına ve bu ayrıcalığın değerini bilme imkanına sahipsinizdir.

Mektup adresi:
Ali Hakan Altınay
Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü
Semizkumlar Mah. Çanta Cad. No: 162
Silivri Kapalı Cezaevi (9 no’lu Cezaevi), Koğuş: A47
İstanbul

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.