Öner Günçavdı yazdı: Sivil siyaseti dışlamadan ekonomik dönüşüm sağlayabilmek (IV)

Türkiye 2000’li yıllara ekonomisini ve siyasetini yeniden yapılandırma gayreti içinde girdi. Büyük Marmara Depremi’nin ülkemizde ve dünyada oluşturduğu dayanışma ruhu siyasi düzlemde uzlaşmayı ve birlikte karar alabilmeyi mümkün kıldı. Bu birlikteliğin sonucu, o günlerde ekonominin en temel sorunlarından biri olan enflasyonla mücadelede kararlı bir duruş sergilenebilmesi oldu. Refahları bu mücadeleden olumsuz etkilemesi kaçınılmaz olan geniş halk kitlelerinin bu soruna yol açan siyasilere açtığı krediyle enflasyona karşı kararlı bir tutum sergilenebildi.

90’lı yılların sonunda enflasyon Türkiye açısından çok kritik bir noktaya gelmişti. Ekonomide on yıl boyunca hâkim olan refah üretmeksizin mevcudun paylaşımına dayanan ekonomi politikalarının da artık sonuna gelinmişti. Bu politikaların sürdürülebilirliği olmasa da tüm ülkeye hâkim olan siyasi rekabet “yeniden dağıtım” politikalarından dönüşü imkânsız kılıyordu. İktidar mücadelesi popülist uygulamaları ve yeniden dağıtım politikalarını gerekli kılıyordu. Sermayenin farklı cephelerinde yer alan kesimler, farklı siyasi yapılar üzerinden kaynak kullanım önceliklerini belirlemek için mücadele ediyorlardı.

Büyük Marmara Depremi’nden yaklaşık dört ay önce iktidara gelen yeni bir koalisyon hükümeti bu mücadeleyi en azından siyasi düzlemde sona erdirmiş oldu. Ama üç partinin katılımı ile oluşturulan bu koalisyon farklı kesimlerin enflasyona neden olan kaynak kullanım tercihlerini değiştirmekte aynı başarıyı gösteremedi. Bir yandan kamu kaynaklarından beslenen geleneksel kesimlerin temsilcilerinin baskısı, diğer yandan sınırsız kamu kaynaklarını kullanma imtiyazını kaybetmek istemeyen bürokrasi yürütülecek olan enflasyonla mücadele politikalarına karşı direnç göstermeye başladılar. Bu kapsamda yapılması gereken reformlara direnç gösterdiler.

Ancak çok geçmeden siyaset kurumunda baş gösteren ayrılıklar o günlerde iktidarı oluşturan koalisyonda iktisadi kararlarda anlaşmazlıklara yol açtı. Doğal olarak yürütülen mücadelenin etkinliği de azaldı.

İktidarı ekonomideki diğer kesimlerle paylaşan geleneksel, tarıma dayalı sermaye gruplarının temsilcisi olan siyasilerin, enflasyona karşı yürütülen mücadelenin kendi temsil ettikleri kesimleri ilgilendiren kısımlarına yönelik takındıkları olumsuz tutum, enflasyonla mücadelede bu kesimlerden yeterli desteğin alınamadığının bir göstergesiydi. Sonuç olarak enflasyonla mücadele aksamaya başladı ve 2000 yılının sonuna doğru yürütülmekte olan program çöktü. Bu sivil siyasetin günümüzdeki en önemli başarısızlıklarından biridir.

Aslında bu çöküş sadece yürütülen ekonomik programın çöküşü değildi. Aynı zamanda ülkemizde o güne kadar işlevsel olan farklı ekonomik kesimlerin iktidarla koalisyon yapısının da çöküşüdür. Ancak kamuoyu bu çöküşü ve beraberindeki krizi sadece siyasetin aktörleri açısından bir son olarak görmeyi yeğledi. Bunun aynı zamanda, farklı partilerin çatısı altında örgütlenmiş olan ve ekonomide etkin olma mücadelesi içinde olan farklı ekonomik kesimlerin iktidar oluşturma biçiminin de çöküşü olduğu görülemedi. Oysa siyasilerin tasfiyesi, farklı kesimleri taleplerinden vazgeçirmediği gibi, bu taleplerin daha da çeşitlenmesine yol açtı. Tek yapılması gereken bu taleplerin gerçekleşmesi için gerekli yeni bir mekanizmanın oluşturulması ve bu mekanizmanın yönetimi için yeni bir siyasi yapının inşa edilmesiydi.

Krizin ardından yapılan seçimlerde iktidara gelen AKP, daha önce farklı siyasi oluşumların temsil ettiği kesimleri tek bir parti çatısı altında toparlayabildi. Seçimle tasfiye olan sadece üst yapıyı oluşturan siyasi partilerdi. Fakat o partilerle koalisyon içinde olan kesimler tasfiye olmadıkları gibi AKP onlara iktidarda yeni bir koalisyonun parçası olma fırsatı sundu. Her ne kadar zaman zaman AKP yetkilileri “yeni ve eski Türkiye” karşılaştırmaları yapsalar da onlarla birlikte ülkede değişen, var olan ekonomik kesimlerin iktidara ve iktidarın kontrolünde olan ekonomik imkânlara erişim mekanizmasındaki bir değişimdi.

Kriz sonrası süreç aslında 1980 sonrasında başlayan reform sürecinin devamıydı. Kriz, ekonomi bürokrasisinin müdahaleleriyle engellenmiş olan kamudaki reformların hayata geçirilme zamanına işaret etmekteydi. Ama çok daha önemlisi 2001 krizi bürokraside bu süreçten beslenen bir kesimin tasfiyesiydi aynı zamanda.

Bu bahsi geçen bürokratik elit sadece sol kesimde değil, aynı zamanda sağ kesimde de destek bulan “devletçi” söyleme kaynaklık ediyordu. Bu yüzden uygulamaya konulan reformlar büyük ölçüde kamuyu odağına koyan reform çabalarıydı. AKP döneminde büyük ölçüde tasfiye edilen ilk kesim kamudaki bu bürokratik yapı ve onlara etkinlik sağlayan bürokratik mekanizmalardır. İlerleyen dönemlerde AKP iktidarının yaptığı ekonomik uygulamalara direnç gösterecek bürokratik kısıtların bazılarında böylece kurtulunmuştur.

AKP’nin bu ilk döneminde iktisadi kaynak ihtiyacı had safhadaydı ve bunun için de uluslararası kuruluşların desteği önemliydi. Bu bakımdan o günkü siyasi yapı iktidar koalisyonunu oluştururken, ülke ekonomisinin dışa açık kesimlerinin gücünü de kullanarak, Batı ile ekonomik ve siyasi bağ kurmaya önem gösterdi.

Bu dönemde AB üyelik müzakereleri hız kazandı. Reformlarla birlikte ülke önemli yabancı kaynak çekebildi. Dışarı ile ticari bağları güçlü reel sektör temsilcileri ile finansal sermayenin temsilcileri ilk AKP dönemindeki iktidar koalisyonunda önemli rol üstlenmiş oldular.

Bu yüzden finansal sermaye bakımından önem arz eden makroiktisadi istikrar ve sermayenin çıkarlarını gözeten bir makroekonomi yönetimi ısrarla tercih edildi. Büyük sermayesinin (TÜSİAD veya İstanbul sermayesi) iktidar koalisyonundaki karar süreçlerinde etkin olmaları sağlandı. Onların arzu ettiği şekilde uluslararası sermaye ile ilişkilerin sorunsuz devam etmesi sağlandı.

Bu dönemde muhalefetin toplumsal temsil gücü zayıf kaldı. O günlerde Meclis’te CHP ile temsil edilen muhalefet, ekonomik gerçeklerden kopuk şekilde, sadece tasfiye edilen bürokrasinin sesi olmaya ve onların menfaatlerine olan politikaların savunusuna soyundu. Bu da muhalefetin toplumdan kopukluğuna yol açtı. Alternatif geliştiremedi.

Buna karşılık AKP toplumun tüm kesimlerini görmeyi ve onların ihtiyaçlarını karşılamayı kendine görev edindi. Daha önce farklı siyasi partilerde konsolide olan farklı siyasi anlayışların tek bir parti içinde konsolide olması sağlandı. Tek bir parti aslında farklı kesimlerin büyük bir koalisyonu haline geldi. Ancak çok daha önemlisi AKP bu dönemde ülkemizdeki sermayenin farklı kesimleriyle sıkı bağlar geliştirirken, bu sermayenin ihtiyaç duyduğu şekilde makroiktisadi yönetim tarzı benimsemekte bir sakınca görmedi.

Çok daha önemli bir değişim ise sermaye kesiminin taleplerinde yaşandı. Kriz öncesinde siyasi rekabetin kaynağı olan bu kesimler bu dönemde kendi aralarındaki rekabete ara verdiler. Zaten rekabet edecek de bir şey kalmamıştı. Kriz öncesi rekabetin ortaya çıkardığı koşullar istisnasız tüm kesimlerin aleyhine olan, hiçbir şekilde kazananı olmayan bir durum yaratmıştı. Yapılması gereken rekabet edebilecekleri uygun koşulların oluşturulması ama daha da önemlisi uğruna rekabet edebilecekleri bir refahın üretilmesidir.

İkinci AKP dönemi 2007 seçimlerinin ardından başladı. Bu kez şartlar değişti. Ortaya çıkan ekonomik koşullarda iktidar koalisyonu içinde yer alan sermaye arasından tercih yapmak mümkün oldu. Bu tercihte o günlerde dışarıda yaşanan ekonomik gelişmelerin de rolü oldu.

Öncelikle ABD menşeili ekonomik kriz Türkiye’yi etkisi altına aldı. Ancak çok daha önemlisi Türkiye’nin AB ile üyelik görüşmeleri tıkandı. Daha sonra da bazı AB üyesi ülkelerin liderlerinin açıklamalarıyla Türkiye’nin AB’den dışlanması gündeme geldi. Kanımca siyasi iktidarın farklı sermaye kesimleri arasında yapacağı tercihte bu husus da etkili oldu.

Sebebi ne olursa olsun siyasi düzlemde bu durum Türkiye’yi de yeni arayışlara itti. İktidardaki gücünü konsolide etmeye çalışan AKP, birinci dönemindeki ekonomik koşullarında gelişip güç kazanan yeni bir sermaye grubunu öne çıkardı. Bu sermaye niteliği itibariyle küçük ve orta boy işletmelerin oluşturduğu, çoğunluğunun Anadolu’da faaliyet gösterdiği, geleneksel değerlerin temsilcisi olan bir gruptu. Milliyetçi ve dini duyguları yüksek bu grubun, iktidarın bürokraside örgütlenmek için işbirliği yaptığı kesimlerle de ilişkilileri vardı.

Burada ilginç olan AKP’nin ortaya çıkan ekonomik ihtiyaçlara bağlı olarak sivil siyasi mekanizmanın imkânlarını da kullanarak böyle bir yeni koalisyon geliştirerek, Anadolu’ya yükselmekte olan sermaye gruplarıyla yeni bir ittifakı kendi siyasi yapısı içinde geliştirebilmesidir.

Bu sırada muhalefet toplumsal ihtiyaçları görmekten uzak bir şekilde, hala iktidar gücünü kaybetmiş bürokratik kesimlerin şikâyetlerini dile getirmeyi sürdürmekteydi.

Ancak bu yeni ittifakın daha önce iktidara dâhil olan büyük, küresel sisteme açık sermaye ile ciddi bir rekabet içine girmesi kaçınılmazdı. Her iki kesimin ihtiyaçları ve bu ihtiyaçlarını karşılamak için uygulanması gereken politikalar farklıydı. İktidar açısından sorun ise farklı sermaye grupları arasından kimi tercih etmesi gerektiğine karar vermesi ve onu kollamasıydı.

AKP bu dönemde radikal bir dönüş yaparak Anadolu sermayesini temsil eden, küçük ve orta ölçekli, yeni yeni dünyaya açılmaya çalışan sermaye gruplarını ve onları temsil eden kesimleri tercih etti. Ancak iktidarın Anadolu’da aradığı bu desteğin bir de diyeti mevcuttu. İktidar bunu da vermek konusunda bir tereddüt göstermedi. Uygulanan politikalar değişti. Bu sermaye gruplarının temsil ettiği sermaye birikiminin hızlanması için gerekli yönde politikalar oluşturuldu. Dış pazardan ziyade, iç pazarın önemi arttı. Yurtiçi tüketim harcamaları desteklendi. Hatta bu kesimin çok daha kolay sermaye biriktirebilmesi için teknoloji ihtiyacı göreli olarak düşük, ölçek olarak çok fazla sermayeye ihtiyaç duymayan ve bunların sonucunda verimlilikleri de bir o kadar düşük olan hizmet-ticaret-inşaat gibi iktisadi faaliyetler iktidar tarafından desteklendi.

O günlerde Türkiye’nin kolaylıkla temin ettiği dış kaynaklar bu sektörlerdeki işletmelerin kullanımına açıldı. Finansal sermayenin temsilcisi olan bankaların iş hacminde çok daha kurumsal, dışa açık büyük sermaye gruplarından ziyade bu tarz işletmelerin ağırlığı artmaya başladı.

Ancak çok daha önemlisi toplumsal talepleri temsil etmesi bakımından AKP hala tek siyasi yapı olmaya devam etti. Ana muhalefeti oluşturan CHP’nin ise temsiliyet sorunu ve buna bağı siyaset üretebilme problemleri devam etti.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.