Medyascope’daki son yazımda “Türkiye’nin ikinci yüzyılında sadece hikmeti için hakikat peşinde araştırma yapmaya gönüllü akademisyenler gerçekten özgür bir üniversite bulabilecek mi?” diye sormuştum. Aynı soru akademisyenlerin hem uzman oldukları alanlarda kamuya söz söyleyebilmeleri hem de entelektüel olarak güce karşı farklı bir hakikati dile getirebilmeleri için de geçerli. Yazıda, üniversiteden çıkan farklı seslere her kesimin saygıyla yaklaşmayacağını, siyaset ve medyadan akademisyenlere eleştirinin ötesine geçerek “ayar vermeye” niyet edecek kişilerin mutlaka olacağını ima etmiştim. Öyle bir durumda akademisyenlerin kanunların ve özgür üniversitenin korumasında olmasının önemine değinmiştim. Ben bunları artık 14 Mayıs’ta gerçekleşeceğini bildiğimiz seçimler sonrasını tahayyül ederek yazarken bir grup siyaset bilimcinin Altılı Masa’ya açık mektubu ve gelen tepkiler yazdıklarımı açmak ve akademik özgürlüklerin altını tekrar çizmek için somut bir vaka sundu.
Gelişmeleri özetlemek gerekirse bir süre önce Türkiye’de ve yurtdışındaki üniversitelerde görev yapan bir grup siyaset bilimci, Altılı Masa’ya hitaben açık bir mektup kaleme aldılar. Arkasından, Gelecek Partisi Genel Başkan Danışmanı Bilgehan Uçak Politikyol mecrasındaki köşesinde mektuba cevap verdi. Uçak’ın yazısı muhatabını küçük gören, aşağılayan, niyet okuma yoluyla gizli gündemlerini afişe etmeye çalışan ve komplo teorileriyle itham eden üslubuyla çok tanıdıktı. Yazı, her şeyden önce siyasetin farklı görüşlere tahammülsüzlüğünden ve siyasetçilerin saldırgan ve insanların haysiyetini hedef alan üslubundan sıdkı sıyrılan muhalif kesimler için hayal kırıklığıydı. Bu üslubun memleketin olası yeni bir döneminde söz sahibi olacak birinden gelmesi de bir o kadar tatsızdı. Gelen tepkiler sonrasında Politikyol yazıyı sitesinden kaldırdı ve bir özür mesajı yayımladı. Uçak’ın yazının linkini verdiği ve muhataplarını hor gören ifadeler içeren sosyal medya paylaşımı ise hâlâ duruyor.
Bu vaka bize akademik özgürlükler ve demokratik tartışma kültürümüz için neler söylüyor? Öncelikle, akademisyenlerin kişisel imzalarını atarak herhangi bir ortak metni kamuoyuyla paylaşması kanunlarla garanti alınan bir ifade özgürlüğü, bunun AK Parti döneminde koruma altında olmaması bir hukuksuzluk örneği. Böyle bir metni hem siyaset bilimci olarak konuya dair uzmanlıklarından yola çıkarak hem de entelektüeller olarak paylaşmalarının iş güvenceleri ve koşullarında herhangi bir olumsuz etkisi olmaması gerekir. Bunu da üniversitelerdeki akademik özgürlük sağlamalı.
Akademisyenlerin ortak mektubu kamuoyuyla paylaşıldığı andan itibaren kamusal bir tartışmanın ve beraberinde eleştirilerin odağı olabilir. Bu eleştiriler mektubun içeriğine ya da üslubuna yönelebilir. Demokratik pratikleri içselleştirdiğimiz bir zamanda mektubun içinde öne sürülen bazı sorular ya da endişeler hem yararlı tartışmalara yol açabilir hem de belki cevaplar üretebilirdi. Nitekim Bilgehan Uçak’ın 15 Ocak’ta yayımlanan yazısı mektubu referans vermeden kamuoyunda da dile getirilen bazı endişelere çok daha farklı bir üslupla cevap veriyor. Umuyorum, Uçak’ın yazısında otoriterlik karşısında “özgürlükçülük” üzerine yaptığı vurgunun arkasında siyaset bilimcilere cevabının ne kadar özgürlükçü olmaktan uzak olduğunun özeleştirisi de vardır.
Beni asıl endişelendiren ise böyle bir vakanın olası bir iktidar değişikliği sonrasında yaşanması durumunda nasıl istenmedik sonuçlara yol açabileceği. Bu sonuçlar arasında akademisyenlerin son yıllarda maruz kaldıkları devlet zulmünün yeni bir halinin olmayacağına iyi niyet temelinde inanıyorum. Ancak, Türkiye’nin 209 yükseköğretim kurumunda rektörlerin, dekanların veya bölüm başkanlarının özellikle ideolojik olarak yakın oldukları güç sahibi siyasi aktörlerin sözlerinden vazife çıkararak akademisyenlerin çalışma güvencesine ve koşullarına müdahale etme olasılığı da bir o kadar yüksek. Dolayısıyla, Bilgehan Uçak’ın bu çıkışı sadece üslubu açısından eleştirerek geçiştirebileceğimiz bir hadise değil. Altılı Masa’nın tüm bileşenlerinin siyaseten katılmadıkları görüşlere aydın düşmanlığı yapmadan saygı göstermeleri ve bunları demokratik tartışma için bir fırsat olarak görmeleri üniversitelerin yıllardır otoriter havayı soluyan yöneticileri için de iyi örnek oluşturacaktır.
Dünya akademik özgürlükler açısından konjonktürel olarak zor bir dönemden geçiyor. Daha önce ABD’de eğitim üzerindeki siyasi sansürü yazmıştım. Ancak öğrencilerin tepkileri de bir o kadar etkili olabiliyor; bir üniversite öğrencisinin hocanın konunun hassasiyetine dair tüm uyarılara rağmen derste yapılan paylaşımdan rencide olması üzerine yaptığı şikayet öğretim görevlisinin iş akdinin sonlamasıyla sonuçlandı. Bir başka örnekte, Harvard Kennedy School Dekanı Douglas Elmendorf, okulun uluslararası insan hakları kurumu Human Rights Watch’ın emekli direktörü Kenneth Roth’a sunduğu akademik çalışma fırsatını Roth’un İsrail’e yönelik eleştirilerinden dolayı engelledi. Gelen tepkiler sonunda geri adım atan dekanın açıklaması ise Roth’u tatmin etmedi; Roth, “Ben kamuoyunun dikkatini çekebildiğim için Harvard Kennedy School’un hatasını düzeltmesi İsrail’i eleştirdikleri için cezalandırılan ve bunu duyurma imkanı olmayan bir akademisyen ya da öğrenci için bir şey ifade etmiyor” diye uyarıyor. Zeynep Gambetti ve Saygun Gökarıksel, South Atlantic Quarterly dergisinde Ocak 2022’de yayımladıkları “Yeni savaş alanı olarak üniversiteler” başlıklı yazıda Hindistan, Yunanistan, Macaristan, Polonya, Fransa, Brezilya ve ABD’den örneklerle üniversitelerin uğradığı baskılara vurgu yapıyorlar. Memleketin üniversiteleri uzun zamandır iktidarın saldırısı altında ve direnen Boğaziçi’nin yaşadıklarını dehşet içinde izliyoruz.
Bu olumsuz uluslararası konjonktür içinde Türkiye’nin 15 Mayıs’ta yeni bir başlangıç fırsatı bulması ihtimali tüm muhalifleri aynı zamanda hem geriyor hem heyecanlandırıyor. Bu yeni başlangıçta üniversiteler üzerinde AK Parti iktidarının çok öncesine giden devlet baskısına da “yeter artık” diyebilmeliyiz. Yeni bir anayasanın üniversitelerin özgürlüğünü 1982 Anayasası’nda olduğu gibi “devletin varlığı ve bağımsızlığı ve milletin ve ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği aleyhinde faaliyette bulunma serbestliği vermez” gibi dileyen iktidarın kendi güç alanını şekillendirmek için kullandığı soyut bir tehdit algısıyla sınırlamaması doğru olur. Akademisyenin sözünden bağımsızlığımızın ve bütünlüğümüzün tehlikeye girmeyeceği bir özgüvene sahip olmamız gerektiğine gönülden inanıyorum.
Her şekilde, olası bir yeni anayasa ve demokratik pratiklerin yeşermesi ve içselleşmesi zaman alacak. Ama üniversitelerde akademik özgürlükleri ivedilikle güvence altına almalıyız ve bunun için ilham alabileceğimiz Sabancı Üniversitesi’nin Akademik Özgürlük Metni gibi iyi örneklerimiz de var. Benzer bir metnin anayasa, kanunlar, ve yönetmeliklerin değişmesine rehberlik edecek şekilde kaleme alınması ve Altılı Masa bileşenleri tarafından sahiplenilmesi önemli bir eşik oluşturabilir. Ama bu yeterli olmayacaktır. Siyasi partilerin ve söz sahibi kadrolarının söylemlerine özen göstermesi ve farklı görüşlere yapıcı yaklaşımı özellikle durumdan vazife çıkarması olasılığı olan yöneticiler ve kamuoyu için iyi örnek oluşturacaktır. Bunu şimdiden talep etmek de muhaliflerin en doğal hakkı olarak görülmeli.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.