Serhat Güvenç yazdı: Yorucu bir ilişki

Böyle günlerde uluslararası ilişkiler ve dış politika üzerine düşünmek, yazmak, çizmek kolay değil. Pazartesi sabahı büyük deprem haberine uyandığımızdan beri kafamın içine sanki gri kocaman bir bulut oturdu. Haberler geliyor. Tanıdığımız insanların derdine düşüyoruz. Kimisi sağ kurtulmuş, kiminden hiç haber yok. Sosyal medyaya bel bağlıyorum haber akışı için. Daha ilk saatlerde büyük kayıp haberlerine hazırlıklı olmak gerektiği ortaya çıkıyor. Yıkım büyük ve yaygın. Üzerime bir donukluk çöktü. Duygularımı ifade edemiyorum. . Üzgünüm… Hem de çok. Ama gösteremiyorum işte.

Ta ki çarşamba sabahı Medyascope’ta Yunanistan Devlet Televizyonu ERT’nin yayın açılışında çaldığı türküyü duyana dek… “Ben seni sevduğumi da dünyalara bildirdum…” diyor ERT enkaz görüntüleri eşliğinde… Donukluk gidiyor… Sonrası gözyaşı seli. Aklıma bir dize düşüyor:

“En çok kimi seviyorsan,

Seni en çok o yorar ki;

Bu tuhaftır…”

(Şems-i Tebrizi)

Tuhaf gerçekten. Böyle zamanlarda Yunanistan’ın iyi insanları seferber oluyor… Belki de başka hiçbir komşu ulusun beceremediği kadar güçlü gösteriyorlar duygularını. Dayanışıyorlar bizimle içtenlikle. Deprem bölgesinde yaşamadığımı bildikleri için yurtdışından tanıdığım insanlar doğrudan pek yazmadılar. Paylaştıklarımdan olanı biteni anlamaya çalıştıklarını biliyorum. Ama bana yurtdışından ilk yazan yıllardır görmediğim, haber almadığım bir Yunanlı arkadaşım. Üzüntülerini bildiriyor. Onu bir İngiliz, bir Amerikalı izliyor. Sonra İrlandalı meslektaşım yazıyor. Kızının okulunda yardım kampanyası başlatmışlar. “Dayanın, yanınızdayız” diyor koca yürekli İrlandalı.  Sonra bir Yunanlı meslektaşım – ki “hemşerim” aynı zamanda – yazıyor. Kavala Belediyesi’nin yardım kampanyasına onlar da ailece giyecek katkısı yapmışlar. Yakınlarda kaybettikleri anneannesinin kıyafetlerini de bağışlamışlar. “Anneannem köklerine dönmüş oluyor böylece” diye eklemiş mesajına. Belki de köklerimizdir bizi felaket zamanlarında bu kadar yakın hissettiren.

Ama şu bir gerçek Türkler ve Yunanlar yoruyor birbirlerini hayatın olağan akışında… Didişiyoruz habire. 1999 Depremi Türk ve Yunan halklarını inanılmaz yakınlaştırmıştı. Didişmeye bir süre ara vermiştik. Bizi neredeyse 20 yıl idare eden göreli sakinlik dönemi bu yakınlaşmanın üstüne inşa edildi. Cem ve Papandreu ile özdeşleştirildi bu 20 yıllık yumuşama dönemi. Geceden gündüze çıkmıştık adeta o zaman. Siyasiler kamuoyunun baskısına direnemedikleri için bir bakıma açılan kanalları ilişkileri iyileştirmek için kullandılar. Zaten imdadına yetiştiğin insanları, gerginliği kaldırdığı yerden sürdürmeye nasıl ikna edersin? Ya da Türklerle savaşmak için şartlandırılmış askerleri, Türkiye’ye can kurtarmak için gönderirsen dönüşte onlara ne anlatabilirsin?

1999 Marmara Depremi’nin TÜPRAŞ’ta neden olduğu yangını söndürmek için pek çok ülkeden yangın söndürme uçakları geldi. Aralarında Yunan Hava Kuvvetleri’ne ait CL-215 ve CL-415 yangın söndürme uçakları da vardı. Sapanca Nehri kıyısındaki Topel Deniz Hava Üssü’nden yangın söndürme faaliyetlerine katıldılar. Olası bir Türk-Yunan savaşında hedefleri arasında yer alabilecek bir rafinerideki yangını söndürmeye geldi Yunan Hava Kuvvetleri… Bazılarımıza göre güya dertleri yardım etmek değildi. Aslında niyetleri kötüydü. Murat Sevinç Hoca dün iyi demiş böyle düşünenler için: “Süfli olana, faşiste, yardım için gelen yabancıdan dahi rahatsızlık duyan sosyopat ırkçıya… aşinayız.”

1999 Depremi, ortalama Yunan insanının kafasındaki Türk imgesini yerle yeksan etti. Bu tarihten önce Türkiye, salt bir askeri güç mekanizması ve tehdit öğesine indirgenmişti Yunanlıların gözünde.  Deprem, acı çeken, doğa olayları karşısından en az Yunanlılar kadar çaresiz bireylerden oluşan bir başka Türkiye’nin varlığının Yunan kamuoyunca fark edilmesine yol açmıştı. Zaten Yunan basınında Türklerin çektiği acıların kendilerini hiç de mutlu etmediği yazılıp çizilmişti.

Türk ve Yunan toplumları arasında köprülerin ve dostlukların kurulmasını sağlayan bu iklim aşağı yukarı 20 yıl ilişkilere damgasını vurdu. Yanılmıyorsam 2001 yılında ilk kez İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde bir Yunanlı öğretim üyesi işe başlamıştı. Dr. Harry Tzimitras ile oda arkadaşı buluverdim kendimi bir gün. Çok uzun yıllar birlikte çalıştık Harry ile.  O tarihten sonra da çalıştığım üniversitelerde hep Yunanlı akademisyenler oldu. Öyle ki Kadir Has Üniversitesi’nde bir aşamada Yunanlı meslektaşlarımızın sayısı yanılmıyorsam beşi bulmuştu. 2016 sonrasında yavaş yavaş ya Yunanistan’a döndüler ya da başka ülkelere göç ettiler. Üniversitede kalan son Yunanlı meslektaşımız da bu öğretim yılı sonunda ayrılıyor. Bu bireylerin varlığı ve yokluğu Türk-Yunan ilişkileri için bir barometre işlevi görüyor aynı zamanda.

Hava bozdu, bozacak diye beklerken; eski davranış kalıplarına ve söylemlere geri döndüğümüzü düşünürken deprem bir kez daha algıları, önyargıları ve yerleşik imgeleri yıktı. Türk-Yunan ilişkilerinde yeni bir evrenin eşiğindeyiz galiba. Bir paradigma kaymasına tanıklık ediyoruz. Sosyal medyada dönen yapay zekâ ürünü bir görsel geleceğe dair ipuçları veriyor. Gerçi herkes çoktan görmüştür ama hatırlatayım. Görselde Yunanlı bir kurtarmacının kucağında enkazdan kurtarılmış bir erkek çocuğu görülüyor. Tişörtünün koluna Türk bayrağı işlenmiş.

Bunca yıldır Yunanistan’ı izlemeye çalışırım, iki ülkenin bu şekilde temsil edildiği bir görsele rastlamamıştım. Türkiye’ye atfedilen kırılganlık, Yunanlıların hiç de alışık olmadıkları, beklemedikleri bir mesaj. Türkiye’de de ülkelerine kırılganlık atfedilmesinden hoşlanmayanlar olacaktır. Ama kırılganlığın teslim edilmesi bir zayıflık ya da zafiyet değildir. Kırılganlık, sadece kendinde değil “öteki”nde varolan insani bir özellik olarak kabul edildiğinde, yalnızlaştırma, yalıtma ve uzaklaştırma gereksinimi de zayıflar. Yunanistan’ın bazı iyi yürekli insanları (çok şükür onlar çoğunlukta anlaşılan) bize bu dünyada “yalnız” olmadığımızı ve asla yalnız bırakılmayacağımızı hissettirdiler. Sağ olsunlar!

Gerisi siyasetçilere kalıyor. Diplomatlar önceki depremden sonra başlatılan istikşafi görüşmelerde onyıllardır neyi nasıl halledebileceğimizi enine boyuna ölçüp biçme imkanı buldular. Artık biliyoruz ki Türk-Yunan uyuşmazlıklarını çözmek siyasi iradeye bakıyor. Belki iki ülkedeki seçimlerden sonra gerekli siyasi irade oluşur da artık yormayız birbirimizi. “Ezeli düşman” mıyız, “en kara gün dostu” muyuz karar verme zamanıdır.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.