Seçim yaklaştıkça, her hafta bir öncekinden hareketli geçiyor. Önceki haftalar, muhalefet ittifaklarının “krizleriyle” geçmişti. Onlar atlatıldı ve önemli bir rahatlama hasıl oldu. Tamamladığımız hafta ise iktidar ittifakının, küçük-büyük demeden, riskli-avantajlı bakmadan, destek toparlama ataklarıyla geçti. Bir süredir, Erdoğan’ın “rahatlığı” veya “sessizliğinin” yarattığı tedirginlikten bahsediliyordu. Sessiz kalıyor veya yanlış gürültüler çıkarıyor olabilir ama Erdoğan’ın arkasına yaslanıp kötü kaderini veya kurguladığı sonucu beklemediği açıkça görüldü. Rahatsa bunları niye yapıyor, bunları yapmak mı onu rahatlatıyor? Peki yaptığı ve yaptığıyla yarattığı sonuç tam nasıl bir şey? En başta, iktidarın seçimi kurtarmak için yaslanacağı duvar artık netleşmiş mi oldu?
Senelerdir -hatta AKP iktidarından önce- siyasi merkezin kendi sağına doğru ilerlediğini izlemiştik. Merkezin boşaltılması ve cevap kapasitesini kaybetmesiyle başlayan siyasi savrulmanın -bütün dünyada benzerleri olmasına rağmen- “ülke gerçeği” sayılması, ağırlık merkezini yelpazenin iyice sağına yerleştirmişti. Muhalefeti helak eden “karşı tarafı ikna etme”, “endişe yaratmama” çabasının, iktidar için düşünülmeye bile değer olmamasıyla durum iyice “normalleştirildi”. Şimdi son ortaya çıkan tablo, “ötekilerle” sınırın daha ne kadar geriye çekilebileceğini gösteriyor. Beka davasının gereğini yapmayan Anayasa Mahkemesi gibi kurumların kapatılmasını savunan keyfilik, İstanbul Sözleşmesi’nin ilgasının kesmediği muhafazakar cüretkarlık ve kör göze sokulan HÜDAPAR merteği.
Son aylarda iktidarın “kucaklayıcı” kampanya yapacağı iddiaları ileri sürülüyordu. Erdoğan bunu defalarca yalanlayacak sözler etti. Dozunu giderek artıran Bahçeli MHP’si, şiddetle ilişkisini sadece başkalarının söylemesini yasaklayan bir mesafeye bağladı. Koalisyona BBP, muhafazakarlara alan açmaktan veya kazanımlarını korumaktan, başkalarının kazanılmış haklarını almaya taşıran Yeniden Refah Partisi ve domuz bağından faili meçhullere uzanan geçmişiyle HÜDAPAR katıldı. Bu koalisyonunun neyi kucakladığı, burada kimlerin kucaklaşacağı anlaşılıyor. Bu genişlemeye mesafeli olacağı varsayılan MHP ve AKP içindeki bazı isimlerin -isim açıklamadan söyleyebildiği- gerekçeleri, “Ah şu yüzde 50+1 yok mu?” olsa da aslında bu bir savunma hattı gibi durmuyor.
Bu hafta ittifakların terkibi netleşti, önümüzdeki hafta ortasında adayların durumu açıklık kazanacak, sonrasında listeleri konuşacağız. Her aşamada, sonuç açısından olmasa da taraflar, hatlar, roller konusunda taşlar birer birer yerine oturuyor. Birçok mesele o kadar alenileşiyor ki daha önce örtük, gizli-saklı veya “uyuyan” unsurlar, kendilerini faş ederek acil görev gücüne dönüşüyor. Taşların bazıları tedirgin edici biçimde yuvarlanmaya başladı. Kıra döke ilerlese ve ciddi tehlikeler yaratsa bile bir yerlere çarpıp yerleşiyor. Bu kurgulanmamış netleşmenin hayırlı bir tarafı var. Kutuplaşmanın sadece tek taraflı bir hasar olarak tarif edilmesi son bulur ve kutuplaştıranın durumunu sağlamlaştırmakla yetinmeyip rakiplerini de felç edebilme imkanları daralabilir, daraltılabilir.
İki hafta önce, “Fal sosyolojisi ve sayıların kerameti” yazısında, “sosyolojinin” değiştirilemez bir kader olarak sunulmasının ve kutuplaştırmayla mücadelenin küçük “imkan” patikalarına sürülmesinin sorunlarından bahsetmiştim. Çok daha uzun bir süredir kullanılan ve daha önce yine Medyascope yayınlarında sık sık değindiğim konsolidasyon meselesi de en az o kadar sıkıntılı. Seçim sonuçlarından anket okumalarına, yirmi yıllık AKP iktidarının sürekliliğinden muhalefet başarısızlığına kadar her şeyi, üstelik tek başına açıklama kabiliyeti olduğuna inanılan sihirli bir kavram konsolidasyon. Kutuplaştırma ve kimlik siyasetinin, kendi taraflarını blok halinde tutma yeteneği biliniyor. Bunun nasıl mekanizmalar kullandığı üzerine çok boyutlu tartışmalar yapıldı, yapılıyor. Ancak her şey gibi bu kavramın da açıklayıcılığının bir sınırı var.
Yaygın siyasal iletişim formüllerine dayanak olarak kullanılan bir kavram, “konsolidasyon”. Yıllardır kahve sohbetinden akademik makaleye uzanan genişlikte popüler kullanıma açıldı. Seçim sonucu, anket değerlendirmesi veya yapılması gerekenler için kullanışlı gerekçe haline geldi. Son elli senenin siyasi mimarisinde popülerleşmiş bütün kavramlar gibi, yanlış anlatıldığı veya yanlış anlaşıldığı için değil, bilerek ve isteyerek öyle anlaşılsın diye yanlış kuruldu ya da konumlandırıldı. Büyük hikayenin bittiği, her şeyin açıklama kabiliyetini kaybettiği iddiası; tarihin, sınıfların, ideolojilerin öldüğünü söyledi. Kendi anlatısı dışındaki her şeyi -açıklama zaafıyla- itibarsızlaştırarak yolundan temizledi. Sonra her şeyi açıklayan kavramlar, akıl yürütme kalıpları tedavüle girdi.
1990’lar ve 2000’lerin ilk on yılında neredeyse her şeyi açıklayabilecek birer maymuncuğa dönüşen “vesayet” veya “sosyoloji” ezberleri, sadece siyaseti boğan baskılardan gelişip serpilmedi. Siyaseti dar bir teknik meseleye, imkanlar arasında slalom yapılan özel bir teknolojiye dönüştürmenin etkisi de hiç küçük değildi. Ayrıca siyasetin sığlaşması ve içerikten tasarruf eden “mecburi merkezleşme”, sadece baskıcı siyasi geleneklerin yaşandığı yerlerde sıkıntı yaratmadı. Temsili demokrasinin kutsal topraklarında da kendini imha eden anti-siyaseti besledi. Türkiye’de yirmi küsur senedir, AKP’den demokrasi imkanı bulmaya çalışmaktan sekülerliğin özgürlük garantisi sayılmasına kadar pek çok sorunlu çıkarım, bazı kavramların fazla yayılmış kapsayıcılığında yeşerdi.
Son yıllardaki kabul gören popüler konsolidasyon hikayesi, süper açıklayıcı kavramlar dünyasında özel bir yere sahip. Yüzlerce gazeteci, akademisyen, siyasi iletişimci, onlarca birbiriyle ilişkili veya bağımsız değişkenin etkilediği karmaşık süreçleri sadece onunla açıklamakta sakınca görmedi. Muhalefetin 2018 başarısızlığı ve 2019 başarısı bu kavramla kurulan neden-sonuç ilişkileriyle açıklandı. İnce’nin 2018’de sevgi kelebeği kampanyası yapsa Erdoğan’ı yeneceğinin herhangi bir kanıtı yokken, her şey iktidar seçmeninin konsolidasyonuna neden olan tavırla açıklandı. Yine 2019’da adayların, kampanya süresinde kaç kişiye sahiden dokunmuş olabileceği hesaba katılmadan, konsolidasyonu kıran tutumdan bahsedildi. Toplum bir konsolidasyon düğmesiyle çalışıyormuş gibi tarif edildi.
Konsolidasyon, süper açıklayıcı olmanın yanında, en çok da siyasi iletişimin sihirli davranış formüllerine kaynaklık etti. Düpedüz, çare olarak “İktidara fazla bulaşmayın, en azından dikkatli olun. Aksi ona yarar, seçmen, hele iktidar seçmeni eleştiri sevmiyor” dendi. Bu yaklaşım mutlaklaştırıldığı için, hedef aktörün hangi bağlamda veya nasıl eleştirilebileceği tartışma gündeminden kaçırıldı, lüzumlu olmayan fazlalık sayıldı. “Siz onları boş verin, kendinizi (yapacağınız hizmetleri) anlatın” önerisi geldi. Bu alanda tartışma biraz derinleşince de eleştiri değil hakaret, küçümseme yanlış düzeltmesi geldi. Oysa düşmanlaştırmayla eleştirmek arasındaki mesafe kolayca birbirine karıştırılacak kadar yakın değil. Hatta kaynak ve hedef açısından kategorik olarak pek alakaları bile yok. Bu yüzden, her şeyi açıklayan konsolidasyon teorilerini bu uçtan tutarak korumak mümkün değil
Eleştiri, eleştirdiğine ve onu destekleyenlere başka bir bağlam önermek demek. Düşmanlaştırma veya küçümseme ise zıtlığı tersinden tekrar üretmek, en azından sürdürmek demek. Bunun bir konsolidasyon üretmesi için hakaret eşliği bile gerekmez. Eleştiri gibi kendi gerekçesini tartışmaya açmayan karşıtlık, çok yumuşak ifade edilse bile hatta karşısındakine hoş görünecek jestler yapsa bile ötekinin toparlanmasına yarar. Bu yüzden konsolidasyona gerekçe yapılan siyasi kimlik özelliklerini, onları yücelterek (veya dokunulmaz sayarak) ilişki kurmak da aynı etkiyi yapar. Bu çerçevede, iktidardaki çözülmeyi sadece sınırlı rasyonel seçmene bağlamak ve konsolidasyon hassasiyetlerine uyumlanan akıllı siyasetin eseri olduğunu söylemek çok doğru değil. Tam tersine iktidar cephesindeki çözülmenin, konsolidasyon dinamiğiyle daha karşıdan bir eleştiriyle güçlü ilişkisi var. Saadet Partisi ve Yeniden Refah tabanındaki iktidar karşıtlığı ile İYİP’in esnaf ziyaretlerinden okuduğu “taban” dinamiklerinin hiç de söylendiği gibi olmaması varsayımsal olmayan gerçekler.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.