Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

AKP’li yıllara içeriden bakış (18): Çöküş dönemi

2003-2013 Gezi olaylarına kadar yükselme dönemini yaşayan AKP, 2013-2017 yılları arasında fetret devrini yaşıyor. 2017 sonrası başlayan çöküş dönemindeki ilk büyük yenilgisini, 2018 yılı içerisindeki genel seçimlerde alacak. 2002 yılından beri tek başına iktidar olan Erdoğan, yüzde 50 +1 şartı getirdiği cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kazanabilmek için ittifak kurmak yani o çok eleştirdiği koalisyonu tatmak zorunda kalacak.

13 Ocak’ta beş yıldır iş bulamayan ve kimseye de sesini duyuramayan işçi Sıtkı Aydın TBMM önünde kendini ateşe veriyor.

Yedi çocuklu bir ailenin ortanca çocuğu olan Aydın, iki göz evde yokluk içinde büyüyor. 16 yaşından beri inşaatlarda çalışıp kardeşlerine bakan Aydın, ablası, kanser hastası eniştesi ve engelli yeğeni ile birlikte, İstanbul’un bir kenar mahallesinde kirada oturuyor. Ailesinin tüm yükünü omuzlarında taşıyan, çalıştığı yerlerden parasını hiçbir zaman tam alamayan Aydın, iş güvenliğinin olmadığı bir inşaatta sakatlanıyor. İşyerine dava açıp beş yıl boyunca adaleti arayan Aydın, bu süreçte çalışamadığı için çektiği kredilerle üstündeki ceketi dışında hiçbir şeye sahip olamadan, her geçen gün daha ağır bir bunalıma saplanıyor ve sonunda çareyi kendini yakmakta buluyor.

O dönem Birgün gazetesinden Meltem Yılmaz’a konuşan Sıtkı Aydın:

“Evde ben, bahçede ben, gurbette ben, her şey benim üstümde oldu. Kendime hiçbir zaman bakamadım, zaman ayıramadım. Mesela sinema bizim için mucize gibi bir şey. Hayatımdaki tek gerçek, inşaatta çalışmak oldu, çocukluğumdan beri. Düşünebiliyor musunuz, hayatım boyunca çalıştım ama ceketim dışında başka hiçbir şeyim yok.”

1973 yılında Ecevit hükümeti döneminde kurulan Türk Uçak Sanayi A.Ş. (TUSAŞ) tarafından İspanyol CASA ve Endonezyalı IPTN firmalarının lisans hakları alınarak 1983 yılında üretilmeye başlanıp 1988 yılında hizmete giren hafif nakliye uçağı CN-235 tipi uçaklar bugüne kadar tüm dünyada beş kaza yaparken, bunların üçü Türkiye’de meydana geliyor. 2001 yılında CN-235 tipi uçaklarla üç ay içinde üç kaza gerçekleşiyor. Kayseri’de düşen ilk uçakta üç asker hayatını kaybederken, Malatya’da düşen ikinci uçakta 34 asker hayatını kaybediyor. Aynı hafta içinde Ankara’da test uçuşu yapan uçak piste çakılıyor ve dört test pilotu hayatını kaybediyor. Bu üç olay üzerine CN-235 uçaklarının uçuşları geçici olarak durduruluyor. 2014 yılında modernize edilen uçaklar hizmet vermeye devam ediyor.

17 Ocak’ta Isparta’da CASA CN 235 tipi askeri eğitim uçağı düşüyor. Uçakta yer alan üç asker Hava Pilot Binbaşı Ümit Karamustafa, Hava Pilot Yüzbaşı Ali Şahin Odabaşı ve Hava Uçak Bakım Astsubay Kıdemli Başçavuş Ömer Kadir Arlı hayatını kaybediyor. 

20 Ocak’ta Afrin Operasyonu başlıyor. Suriye’nin Halep ilinin Afrin ilçesi ile Azez ilçesine bağlı Tel Rıf’at kentine yönelik başlatılan harekâtın amacı; PKK, KCK, PYD-YPG ve IŞİD’i bölgeden uzaklaştırmak, sınır hattının ve bölgedeki halkın güvenliğini sağlamak ve kontrol altına almak. 18 Mart’ta Afrin kent merkezi, 24 Mart’ta da Afrin ilçesinin tamamının ele geçirilmesi ile bölge, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Özgür Suriye Ordusu kontrolüne geçiyor.

24 Ocak’ta Kilis kent merkezinde bulunan Çalık Camii’ne ve 100 metre ilerisindeki bir eve Suriye’den ateşlenen roket düşüyor, Suriye uyruklu iki kişi hayatını kaybediyor.

***

Kızımla birlikte aile evine dönüyorum. Henüz bir yaşını yeni doldurdu. Aileme boşanma sebebimi, benim de mağdur olduğum, alkol aldığını sonradan öğrendiğim şeklinde anlatabilirim elbette. Eşim ne söylerse söylesin ona değil, bana inanırlar. Durumu izah etmek bu şekilde oldukça kolay olurdu ama öyle yapmıyorum çünkü bu yeniden yalanlarla dolu bir hayata dönmek demek. Bu sefer her şey farklı olacak. Zor ama olması gerektiği gibi olacak. Bu yüzden en baştan kendimle pazarlık yapıyorum. Çok zorlanacağım, ön yargılar, baskılar, yargılamalar olacak. Ancak kızım belli bir yaşa gelene kadar buna katlanmak zorundayım. Belki üç yıl, belki beş ama bir noktada bitecek. O yüzden soğukkanlılıkla, sakinlikle atlatmaya çalışacağım bu süreci.

Ailemin yanına döndüğümü öğrenir öğrenmez eşim yanımıza geliyor. Bir gün boyunca dil döküyor ancak geri dönmeyi ve barışmayı kabul etmiyorum. Aileme çok iyi davranıyor, babama yumuşak başlı davranıyor. Bütün hatalarını kabul ediyor, babamın gözleri dolup sesi titriyor ama bende bir karşılığı yok, ben bu filmi çok gördüm. Sadece o değil, babam da yalvarıyor, evimde yaşadıklarıma tanık olup hayatında ilk defa bir kadına “Derhal boşanmalısın” diyen annem bile yelkenleri suya indiriyor. Sadece eşime değil, aileme de direnmek zorundayım.

Evlilik kredisi biter bitmez yeni bir kredi çekip araba almıştık ve kredi benim üzerime. O yüzden çalışmama şansım yok, derhal iş bulmak zorundayım. Belediyedeki daire başkanım işten ayrılırken “Sana her zaman kapım açık” dediği için ilk iş onu ziyarete gidiyorum. Durumu izah ettikten sonra “Allah’ın emri, peygamberin kavliyle eski işimi geri istiyorum” diyorum. FETÖ yüzünden çıkan KHK’lar sebebiyle belediye şirketine işçi alamadıklarını, yalnız taşerona alabileceğini ancak orada da yer kalmadığını söylüyor. Yalnız, bir kişi davalıkmış. O kişi davayı kaybederse onun yerine alabilirim diyor. Ölme eşşeğim ölme ancak davalı kişi 15 gün sonraki duruşmada davayı kaybediyor. Herkes bunun mucize gibi bir şey olduğunu söylüyor. Yeniden daire başkanımın yanına gidiyorum ama beni işe alabilmesi için bir telefon gelmesi gerektiğini söylüyor, “Bu işleri bilirsin” diyor. Yani birinin belediye başkanını arayıp yeniden işe almalarını söylemesi lazım. Beni işe ilk sokan enişteyi arıyorum, önce alkol problemi olan biriyle bile isteye evlendiğim için yargılıyor, öfkeleniyor, muhalif olduğum halde eline düştüğümü hatırlatıyor ve sonra açması gereken telefonu açıyor, böylelikle kürkçü dükkânına geri dönüyorum.

***

16 Şubat’ta İzmir Çiğli 2. Ana Jet Üs Komutanlığı’ndan kalkan eğitim uçağı kalkışından beş dakika sonra düşüyor, Havacı Yüzbaşı Yunus Bal ile Havacı Üsteğmen Resul Ekrem Gökdoğan hayatını kaybediyor.

13 Mart’ta AKP ve MHP’nin siyasi partilerin seçim ittifakı yapabilmesini içeren kanun teklifi, TBMM’de kabul edilerek yasalaşıyor. Kanun teklifinde yer alan değişikliklerden bir örnek:

Mevcut düzenlemeye göre, kolluk güçleri, sandık çevresine sandık kurulu başkanı veya üyelerden birinin çağrısı üzerine gelebiliyorken, bu kanunla seçmenlerin ihbarı üzerine de kolluk güçlerinin sandık çevresine gelebiliyor.

22 Mart’ta eğitim uçuşu yapan F-16 uçağı Nevşehir yakınlarında düşüyor, pilot Yasin Boy hayatını kaybediyor. Bu kazalarda dikkatimi çeken bir şey var. Önceki dönem yaşanan kazalarda kazanın sebebi aktarılırken artık kaza raporu paylaşılmıyor. Kaza yaşanır yaşanmaz yapılan “Kazanın sebebi araştırılıyor” açıklaması ile olay kapatılıyor.

3 Nisan’da Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin temeli atılıyor. Türkiye’de 1970’lerin başlarında yapılan fizibilite sonucunda Mersin-Akkuyu nükleer santral için en uygun yer olarak belirleniyor. Bölgenin deprem açısından Türkiye’nin güvenli bölgelerinden biri olması, nüfus yoğunluğunun düşük olması, en yüksek taşkının 6 metreyi geçmemesi, yüzey ve yeraltı sularının doğal akış yönünün deniz olması, arazinin inşaata uygun olması ve bölgenin tarıma, turizme ve sanayiye elverişli olmayışı kararın alınmasında etkili oluyor. 1976’da sahaya yer lisansı veriliyor. 600 Megawatt üretim planlanarak çıkılan ihaleyi alan İsveç’li ASEA Atom şirketi dış kredi bulamayınca proje duruyor. 1983 sonu üç farklı şirket ile görüşülüyor. Firmalar mali konuda Türkiye’den garanti istiyor ancak hükümet bu garantiyi vermeyince yap-işlet-devret modeli teklif ediliyor, bu teklif de kabul edilmeyince görüşmeler son buluyor. 1993’te tekrar yatırım programına alınıyor, 1997’de yapımı için yeni teklifler alınıyor ancak hükûmet kesin bir karar veremiyor. 1998’de üçüncü kez ihaleye çıkılıyor ancak Bülent Ecevit’in, başka enerji kaynaklarının geliştirilmesi sebebiyle gerekli olmayacağını belirtmesi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile iptal ediliyor.

2004’te Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, reaktör kurulacağını ilan ediyor, 21 Kasım 2007’de nükleer santral kurulumu ve enerji satışıyla ilgili kanun kabul ediliyor. 2010’da Türkiye ile Rusya arasında Akkuyu Nükleer Santral Yapım Antlaşması imzalanıyor. 2012’de Türkiye Atom Enerji Kurumu kararıyla Rusya’daki Kalininskaya Santrali referans kabul ediliyor ve 14 Nisan 2015’te tesisin deniz yapıları ve limanın temeli atılıyor. Temel atma töreni sırasında çevreci aktivistler eylem yapıyor. Nisan 2018’de birinci ünitenin, Haziran 2020’de ikinci ünitenin, Mart 2021’de üçüncü ünitenin ve Temmuz 2022’de dördüncü ünitenin temelleri atılıyor. Kasım 2017’de Erdoğan’la görüşen Putin, santralin ilk reaktörünü 2023 yılında devreye almayı planladıklarını açıklıyor.

Uzun yıllar birçok hükümet ve kurum tarafından değerlendirilip yapımından vazgeçilen nükleer santral, Erdoğan hükümetinde şakkadanak hayata geçiriliyor. Kimileri için bu işlerin hızlıca yürütülmesi için kolaylıkken, kimileri için geri dönüşü olmayan çevre felaketi ve ölümlere yol açan cahilce açgözlülük.

***

Eşim her hafta sonu içmek yerine yanımıza geliyor, beni ikna etmeye çalışıyor. Amma da inatçıymışım, böyle olduğumu hiç bilmiyormuş, ilk defa takdir ediyor beni. Babam her gün telefonla görüştüğü damadına yaptığı ajitasyonlar sonucu gözyaşları içinde benim adıma söz veriyor, eğer alkolü bırakıp, namaza başlarsa ben de dönebilirmişim. “Sen ne hakla benim adıma söz verirsin” diye onunla da tartışıyorum. Annem de “Senin kızın namaz kılmıyor ki damadından bekliyorsun” diyor. Babam hayret ediyor, “Namaz kılmıyor mu?” Sadece başım kapalı, o da aileme açmak istediğimi söylemeye cesaret edemediğim için. İki yıl sonra başımı açtığımda verdikleri tepkileri okuyunca neden bu kadar ertelediğimi anlayacaksınız.

Ailem “Burada ev aç, eşin de buraya gelsin, barışırsan o şartla barış” diye bir öneride bulunuyor. Geriye dönmeye asla cesaret edemem çünkü istediği kadar söz versin o sözün hükmü en fazla 15 gün, biliyorum. O yüzden kızımın hatırına bu teklifi eşime iletiyorum, o da kabul ediyor. Altı ay da böyle sürüyor evliliğimiz. Ev tutuyoruz, o da 15 günde bir geliyor ve ite kaka son altı ayı geçiriyoruz. Bu şehirde de psikoloğa devam ediyoruz. Kadın da hikâyemize bir şans daha vermemizi istiyor ama eşimde gerekli gayret yok. Bu şehirde iş aramıyor, ağzında sürekli “Dönelim” lafı. En sonunda bir bayram tatilinde kızını alıp ailesinin yanına götürmeyi planlıyor. Buna çok öfkeleniyorum. İşyerimde hayatımın birçok dönemecinde bana cesaret veren bir arkadaşım “Boşasana şu adamı artık, ne bekliyorsun? Bir an önce kendi hayatını yaşamaya başla, erteleme” diyor. Doğru ya, boşayacaktım en son bu adamı, sahi ne yapmaya çalışıyorum? Telefonda tatil planından bahsedince, “Ben neden yokum bu planda?” diyorum. O da “E sen kızımı aldın götürdün, bir de sadece benimle vakit geçirsin, ne var?” diyor. Bu kadar olayın üzerine verdiğim son şansta da hala rövanş ha?

“Öyle mi, o halde boşanalım” diyorum ve hiç ikiletmeden “tamam” diyor. Bütün zalimlik suçlamalarını kabul ediyorum, yeter ki olay büyümesin ve bu iş bir an önce bitsin. Vazgeçebileceğini düşündüğüm için kızını almaya geldiğinde derhal anlaşmalı boşanıyoruz. Arabayı satıp krediyi kapatıyoruz. Sadece kızım için yok denecek kadar az bir nafaka istiyorum. Etrafımdaki kadınlar daha fazla iste diyorlar ancak benim için öncelik para değil, kızına babalık yapması. Kızına düşkün olduğu için gelip gitmesi, onunla ilgilenmesi önceliğim. Yanılmıyorum da. Boşandıktan sonra iki haftada bir gelip kızını görüyor. Daha fazla para alıp kızıma harcasam ne olur, parayla babasının boşluğunu dolduramazdım ki. Her geldiğinde onlarla birlikte ben de yanlarında oluyorum çünkü kızım henüz bezleniyor, bakıma ihtiyacı oluyor ve anne-babayı birden bire kopmuş görmesini istemiyorum. Neyse ki babadan çok bana düşkün, bu yüzden boşanma travması yaşamadan atlatıyor süreci.

***

12 Nisan’da Giresun’un Eynesil ilçesinde yaşayan 11 yaşındaki Rabia Naz Vatan evinin önünde yaralı olarak bulunuyor ancak kaldırıldığı hastanede hayatını kaybediyor. Yapılan ilk soruşturmanın ardından Rabia Naz’ın ölümünün kaza veya intihar olabileceği üzerinde duruluyor. 

Baba Şaban Vatan, Rabia Naz’a siyah renkli bir aracın çarptığını, sürücünün dönemin Eynesil Belediye Başkanı Coşkun Somuncuoğlu’nun yeğeni olduğunu, yeğenini korumak adına yaralı haldeki Rabia Naz’ın kaza mahallinden taşınarak evinin önüne getirildiğini ve çatıdan düşerek yaralandığı süsü verildiğini, hastaneye götürüldüğü ambulansın kamera kayıtlarının silindiğini, delillerin karartıldığını iddia ediyor.

Rabia Naz’ın bedeninde talaş parçaları tespit ediliyor, baba Şaban Vatan adeta olay yeri inceleme memuru gibi, kızının kazadan sonra yakındaki metruk bir binaya götürüldüğünü, daha sonra evinin önüne getirildiği iddia ediyor. Metruk binada savcılık talebiyle inceleme yapılıyor ve buradaki talaş parçaları ile Rabia Naz’ın üzerindeki talaş parçalarının örtüşüyor. Metruk bina, kısa bir süre sonra tehlike oluşturduğu gerekçesiyle ilçe belediyesi tarafından yıktırılıyor.

Acı bir olay yeri keşif sürecine tanık olan aile sonunda otopsi raporu sonucunda Rabia Naz’ın yüksekten düşme değil, “bedensel travmaya bağlı kemik kırıkları ile birlikte iç organ yaralanması” sonucu hayatını kaybettiği ortaya çıkıyor.

Anne ve babası kızlarının cinayete kurban gittiğini belirtiyor ve cinayetin örtbas edilerek üstünün örtülmesini engellemek için Eynesil ilçe merkezinde büyük bir kalabalıkla miting düzenliyor. Sosyal medyada gündemden düşmeyen cinayetin aydınlatılması için gazeteci Metin Cihan’ın olayı takip etmeye başlaması üzerine ipin ucu dönemin Millî Savunma Bakanı Nurettin Canikli’ye uzanıyor.

2 Nisan 2021’de Rabia Naz’ın hayatını kaybettiği dönemde Eynesil Kaymakamı olan Yılmaz Kurt, otomobilinde başından vurulmuş halde bulunuyor. Bu olayın ardından 9 Nisan 2021’de Rabia Naz’ı olay yerinde ilk defa bulan ve beş defa ifade değiştirerek soruşturmanın seyrini etkileyen tanık Mürsel Küçükal’ın babası Salim Küçükal kendini vurarak intihar ediyor.

Şaban Vatan, 2019 yılı Şubat ayında kızı Rabia Naz’ın ölümü ile ilgili CİMER ‘e iki ayrı başvuruda bulunuyor. Başvuru tarihinden üç yıl sonra CİMER’in talimatı ile savcılık, Nurettin Canikli hakkında soruşturma başlatılması için harekete geçiyor ve Şaban Vatan’ın müşteki sıfatı ile yeniden ifadesini alınıyor. Bu soruşturmanın da selameti açısından 2023; geleceğimiz, çocuklarımızın hakkı için hayati öneme sahip.

Mısır’daki Rabia Meydanı’nı hatırlatarak İhvan davasını sırtlanıp başparmağını ampüte eden Erdoğan, kendi topraklarında cinayete kurban giden Rabia Naz’a sahip çıkmıyor.

***

Kızım henüz çok küçük olduğu ve bakıcı tutup kira ödeyecek kadar kazanmadığım için ailemle yaşamaya devam ediyorum. Ancak evde, ailede sürekli yargılanıyorum. Madem biliyormuşum neden evlenmişim? İşte dindar biriyle evlenmezsem olacak olan buymuş, kendim etmişim kendim bulmuşum. O zaman eşime güvenip başımı açmadığım için “iyi ki” diyorum. Çünkü o zaman başımı açsaydım, şimdi bana “Bak başını açtın, Allah belanı verdi, şimdi tövbe et ve yeniden kapan” diyeceklerdi. Bir gün başımı açacağım mutlaka ama yavaş yavaş anlatarak mı, nasıl?

Ailemle sürekli parti yüzünden kavga ediyoruz. Aile WhatsApp grubu kuruluyor. Ailede vekil çok olduğundan vekil çocukları da orada, otuz kişide üç kişi gibi bir muhalif var ancak biri aşırı milliyetçi olduğundan o da olaylara göre Erdoğan’a Reis deyip saf değiştiriyor. Hem grupta hem evde kıyasıya kavga ediyorum. Annem bu kavgaların sonunda söyleyecek laf bulamayınca “İyice dinden çıktın sen” diyor. Boşanmanın da etkisiyle ailede iyice dik başlı, sorunlu bir tipim. Sorun değil, ben de onların yanlış yolda olduğunu düşünüyorum.

***

Bir gün evlenirken aldığım kara kalem bir resmi odama asmak istiyorum. Resimde ayın önünde, kayanın üzerinde duran yapayalnız bir kurt adam, başında şapkası, elinde mızrak tarzı bir silah var. Şapkası yüzünü örtüyor, dindarlar için suret günah ama yüzü görünmediği için teknik olarak resim günah değil. Odamda ailemin astığı Kâbe, Ayet-el Kürsi, Kelime-i Şehadet tabloları olduğu için onları kaldırıp bu resmi asamam. Babamdan odama bir çivi çakmasını istiyorum. Çiviyi çaktıktan sonra “Ne asacaksın?” diyor. Resmi çıkarıyorum, suratını buruşturup “Bu ne?” diyor. O an yılların öğrettiği refleksle önce resmi savunmayı düşünüyorum, “Ama suret yok ki” diye. Sonra artık dik durmadıkça bu evde dilediğim gibi yaşayamayacağımı fark ediyorum ve hazır bu kadar okları üzerime çekmişken bu durumdan güç almam gerektiğine karar veriyorum. “Bu ne” sorusuna “sanat” diyorum. Birden öfkeyle “Sanat mı, sanatmış, pehh” diyor ve odadan çıkıyor. Ben de resmimi çiviye asıyorum. Resimdeki adam ilk gördüğüm anda tek başına güçlü olmayı çağrıştırmıştı bana. Bu evde ona çok ihtiyacım olacak.

smart

***

24 Haziran’da cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri gerçekleşiyor. Normal şartlarda 3 Kasım 2019’da yapılması öngörülen seçimler, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından 2017 referandumunda kabul gören anayasa değişikliğinin yürürlüğe girmesi için daha fazla beklemek istememeleri sebebiyle erkene alınıyor.

Erdoğan’ı cumhurbaşkanı yapmak için kurulmuş olan Cumhur İttifakı’nın adayı ikinci defa cumhurbaşkanlığına aday olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olurken, HDP’nin de adayı ikinci defa Selahattin Demirtaş oluyor. İlk kampanyasında “Seni başkan yaptırmayacağız” diyen Selahattin Demirtaş, bu açıklamanın ardından cezaevinde hükümlü olarak kampanyasını yürütüyor. CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce oluyor ve kampanyası boyunca büyük kalabalıkları toplayarak seçim sonundaki hayal kırıklığının zeminini hazırlıyor. Meclis’te grubu olmayan partilerin seçimde aday gösterebilmek için 100 bin kişinin imzası ile başvuru yapma şartı sebebiyle Meral Akşener, Temel Karamollaoğlu ve Doğu Perinçek gerekli imzaları toplayarak aday oluyorlar. AKP’nin adayının karşısında İslamcı ve merkez sağ bir aday görmeye tahammül edemeyenler sebebiyle Karamollaoğlu ve Akşener’in imza toplama stantları saldırıya uğruyor.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde Recep Tayyip Erdoğan yüzde 52,59 oy oranı ile ikinci defa cumhurbaşkanı seçilirken, Muharrem İnce 30,64, Selahattin Demirtaş 8,40, Meral Akşener 7,29, Temel Karamollaoğlu 0,89, Doğu Perinçek 0,20 oranında oy alıyor.

Milletvekili genel seçimlerinde AKP bir önceki seçimde yüzde 49,50 oy oranı ile 317 sandalye kazanırken, bu seçimde milliyetçi beka söylemine rağmen, yüzde 42,56 oy oranı ile 295 vekil çıkarabiliyor. CHP yüzde 22,65 oy oranı ile önceki seçimlerden 12 vekil fazla çıkarıyor ve 146 vekil ile Meclis’e giriyor. HDP yüzde 11,70 oy oranı ile önceki döneme göre sekiz vekil fazla çıkarıyor ve 67 vekil ile Meclis’e giriyor. MHP yüzde 11,10 oy oranı ile 49, İYİ Parti girdiği ilk seçimde yüzde 9,96 oy oranı ile 43 vekil ile Meclis’e giriyor.

Muhalif seçmenin bir dakika dahi tahammül etmek istemediği Erdoğan hükümeti beş yıl daha görevde kalmaya hak kazanıyor. Muhalif liderlere bağladıkları umutları fark edilmeyen milyonlar, Muharrem İnce’nin gazeteci İsmail Küçükkaya’ya attığı “Adam kazandı” mesajı ile ihanete uğradığını hissediyor ve derin bir depresyona sürükleniyor. Çünkü bu daha fazla cinayet, yıllar sürecek hak gaspları, maddi manevi mirasımızın yok edilmeye devam edilmesi, fakirleşmemiz, ait olmamamız gereken savaşlarda ölmemiz, talan düzeninde hayat mücadelesini sürdürmek, her gün televizyonda, çarşı pazarda, yolda, işyerinde, evde hakarete uğramak demek.

2018 seçimleri ile birlikte başbakanlık makamı kalkıyor ve cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ilk kabinesi göreve başlıyor.

Erdoğan, 9 Temmuz’da 22 ülke liderinin (?!?) katıldığı  törende yemin ediyor ve cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi resmen başlıyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında başbakanlık makamı kaldırılıyor. Son Başbakan Binali Yıldırım, yarım elma gönül alma Meclis Başkanlığı’na aday gösteriliyor. İnsanın bu kadar utanılacak bir durumu kabullenmesi için ortaya çıkmasını istemeyeceği kadar büyük utançları olmalı. 12 Temmuz’da TBMM’de yapılan seçimlerde üçüncü turda 335 oyla Meclis’in 28. başkanı seçiliyor. 66. Türkiye Hükümeti’ni, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kuruyor.

8 Temmuz’da Edirne’nin Uzunköprü ilçesinden İstanbul Halkalı‘ya giden bir tren, Tekirdağ’ın Çorlu ilçesinde yağış nedeniyle rayların altındaki toprak menfezin kayması sebebiyle beş vagonun raydan çıkması sonucu kaza geçiriyor. 362 yolcu ve altı personelin bulunduğu trende meydana gelen kazada, yedisi çocuk, 25 kişi hayatını kaybediyor, 124 kişi yaralanıyor.

Çorlu Cumhuriyet Başsavcılığı’nca kazada kusurlu bulunan TCDD 1. Bölge Müdürlüğü-Halkalı 14. Demiryolu Bakım Müdürlüğü’nde müdür olarak görev yapan Turgut Kurt, Çerkezköy Yol Bakım Şefliği’nde çalışan Yol Bakım ve Onarım Şefi Özkan Polat, Yol Bakım Şefliği’nde Hat Bakım ve Onarım Memuru Celaleddin Çabuk ve Mayıs ayı Yıllık Umumi Muayene Raporu’nda imzası bulunan Köprüler Şefi Çetin Yıldırım hakkında “taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olmak” suçlamasıyla ikişer yıldan 15’er yıla kadar hapis istemiyle dava açılıyor.

Çorlu tren kazasına ilişkin davanın 13. duruşması 21 Mart 2023’te gerçekleşiyor ve aileler, yaklaşık beş yıldır gerçek sorumluların yargılanmasını talep ediyor. Mahkeme heyeti bir sonraki duruşma tarihini 19 Temmuz 2023 olarak belirliyor.

Aileler, vatandaşından ve gençlerinden sonra gözünü çocuklarımıza, geleceğimize de diken iktidardan bu boş vermişliğin hesabı sormak için çırpınıyor.

19 Temmuz’da, darbe girişimi sonrasında 20 Temmuz 2016’da ilan edilen olağanüstü hâl uygulaması kaldırılıyor. Bu iki yılda darbeyle ilişiği olsun, olmasın binlerce kişi kamu görevinden uzaklaştırılıyor. Binlerce kişinin mal varlığına el konuluyor. Binlerce kişi terör suçlusu ilan ediliyor. Böylece boşalan kadrolar için hazırda bekleyen AK gençlik görev başına geçiyor. Darbe, hükümet için kendi ifadeleriyle Allah’ın lütfu oluyor.

***

Boşandıktan kısa bir süre sonra bir buçuk yaşındaki kızımla baş başa bir tatile gidiyorum. Restoranda nereye oturacağıma karar vermek, otel personeliyle medenice iletişim kurmak bile nasıl bir hapishaneden kurtulduğumu fark etmemi sağlıyor. Yaptığım hemen her hareket bir kavgayı tetikleyebilirdi çünkü. Kızımla gönlümce iletişim kurmak, onunla sevgimi paylaşmak bile aslında kim olduğumu hatırlatıyor. Dört günlüğüne çıktığımız bu tatil bana yeni hayatımızı kurarken eskiyi geride bırakmakla kendimin ve kızımın kaderini değiştirdiğimi hissettiriyor.

Ailemin yanına dönünce üç yıldır uzak durduğum varoluşsal konular yeniden üzerime hücum ediyor. Çünkü bu evde sürekli, sadece din konuşuluyor. Ve etrafımda dönen din ve parti sohbetlerine tahammül edebilmek için kendimi bir gözlemci olarak konumlandırıyorum. Evim bir örneklem ve ben bir gözlemciyim.

O zaman kadar yaşadıklarımı ve kendi varoluş mücadelemde kat ettiğim yolu düşündükçe ağlama krizleri geliyor. Bir yandan yaşadıklarıma tahammül edebilmek için beynimin savunma mekanizması olarak her şeye karşı aşırı duygusuzken, konu varoluşa gelince birden duygusallaşıyorum ve haksızlığa uğradığım hissiyle ağlıyorum. Üç yıl önce tanrıyla sohbeti kesmeme sebep olan kader ve özgür irade konuları yeniden zihnime hücum ediyor. Önceki bölümde anlattığım Emani’nin hikâyesi sürekli aklıma geliyor ve Emani’nin uğradığı tecavüz ve hayatının, evlatlarının canice elinden alınması bütün kadınların başına gelen ortak bir acının imgesi gibi görünüyor gözüme. Hayatımın neredeyse 30 yılını bir yalanı yaşayıp gerçeği ortaya çıkarmakla geçirmiştim. Bu çok fazlaydı, çok fazla, bir insanın çocukluğunda zihnine kazınan yalanları ayıklayabilmesi için ömründen 30 yılı harcaması büyük bir haksızlık. Bu yalanlar koca bir coğrafyanın kaderini çizmiş, işin içine milliyetçilik de dâhil olmuş ve Emani’nin hayatı da benim hayatım da milyonlarca kadının ve erkeğin hayatı da yalanlar yüzünden mahvolmuştu. Emani’nin uğradığı tecavüz bana hepimizin hayatını altüst eden ve hayatımız boyunca uğradığımız ruhsal, fiziksel ve zihinsel tecavüzü hatırlatıyordu muhtemelen. Bu böyle devam edemezdi. Birinin, bu mevzuyu çözen birinin artık bu oyunu bozması gerekiyordu. Bu yalanı ifşa etmeliydim ama nasıl?

Sadece bilgilerimi aktarsam sekülerler “Pardon siz ne mezunuydunuz, ilahiyat mı, felsefe mi” diyecekler ve beni dinlemeyecekler, aşırı dinciler beni linç edecekler. Öyleyse kurguyla anlatmalı, en sert konular bile kurguyla kabul edilir hale gelmez mi? Bir roman yazmaya başlıyorum. İşyerimde işler bitince arkadaşlarım dizi izlerken ben kulaklığımı takıp, müziği açıp, romanımı yazıyorum. Geceleri kızımı uyutup, geri kalkıp romanıma devam ediyorum. Ara ara babası kızımı aldıkça ben de tatile çıkıyor ve romanımı yazıyorum. Nasıl olacak, birilerine ulaşabilecek miyim bilmiyorum ama inançla yazıyorum.

Bir gün boşanmam konusunda bana cesaret veren arkadaşımla karşılıklı kahve falı bakışıyoruz. Bana “Falında bir küçük prensiye var” diyor. “Prensiye ne kız, öyle bir kelime yok, prenses desene” diyorum. “Hayır, bu bir prenses değil, bu Küçük Prens’in dişisi, yani küçük prensiye” diyor. Karşılıklı gülüşüyoruz, “Bakarsın, romanın Küçük Prens gibi meşhur olur, belli mi olur” diyor.

***

2 Ekim’de Suudi asıllı gazeteci ve köşe yazarı Cemal Kaşıkçı, Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda öldürülüyor. Ancak konsolosluk Türkiye istihbaratı tarafından dinleniyor, bu yüzden cinayetin planlanma ve infaz aşamaları kaydediliyor.

Kaşıkçı, Batı’da reformcu ve modern bir kişi olarak görülmek istenen Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ı muhaliflere baskı uygulaması sebebiyle eleştiriyor, yazıları veliaht prensin oluşturmak istediği imaja ters düşüyor.

Cinayetin ardından Türk yetkililer basına Kaşıkçı’nın Suudi Başkonsolosluğu’nda öldürüldüğünü söylüyorlar. Türkiye, yargılanmaları için olayda parmağı olanların iadesini istiyor ancak Suudi Arabistan bu talebi reddediyor. Elbette birçok uluslararası olayda olduğu gibi bu olay da beklentiler karşılanmayınca geri adım atılan ve itibarımıza leke sürülen bir olaya dönüşüyor.

Türkiye, itibarın para ile ölçüldüğü bir ülke konumuna düşürülmek isteniyor.

23 Kasım’da Necmettin Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan, Yeniden Refah Partisi’ni kuruyor. 2023 seçimlerinde Erdoğan ile ittifak kuran Fatih Erbakan, babasının mirasına ihanet ederek, Milli Görüş gömleğini çıkarmakla övünen Erdoğan’a 20 yıl sonra Milli Görüş gömleğini yeniden giydirerek yolun sonunda kendisine refakat ediyor.

26 Kasım’da İstanbul-Sancaktepe’de eğitim uçuşu yapan UH-1 tipi askeri helikopter, dört katlı bir binanın çatısına çarparak sokağa düşüyor, kazada iki subay, iki astsubay, dört asker hayatını kaybediyor. Bu olay sonucunda da Vali Ali Yerlikaya ve Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın açıklamalarında helikopterin düşme nedenine dair bir açıklama yok, sadece kahramanlık övgüleriyle dolu taziye mesajı var.

AKP’li yıllara içeriden bakış (17): Metal yorgunluğu

AKP’li yıllara içeriden bakış (16): Beterin beteri

AKP’li yıllara içeriden bakış (15): Kanlı kampanya

AKP’li yıllara içeriden bakış (14): Better Call Erdoğan

AKP’li yıllara içeriden bakış (13): Gezi

AKP’li yıllara içeriden bakış (12): Kurda merhamet etmek kuzuya zulümdür

AKP’li yıllara içeriden bakış (11): Hayaldi, gerçek oldu

AKP’li yıllara içeriden bakış (10) – Metastaz

AKP’li yıllara içeriden bakış (9) – İlk kurban

AKP’li yıllara içeriden bakış (8) – Bitmeyen kavga

AKP’li yıllara içeriden bakış (7): Bizim derdimiz başka

AKP’li yıllara içeriden bakış (6): İnşaat ya Resulallah

AKP’li yıllara içeriden bakış (5): Cumhuriyet yaptı, AKP sattı

AKP’li yıllara içeriden bakış (4): Dünyada mekan, ahirette iman

AKP’li yıllara içeriden bakış (3): Herkesin başbakanı

AKP’li yıllara içeriden bakış (2): “Ayrı bir parti değil, yeni bir parti”

AKP’li yıllara içeriden bakış (1): Partinin doğuşu

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.