İYİP, Kongresini bir hafta önce yaptı. Geçtiğimiz haftaki yazıyı, Akşener henüz kongre konuşmasını yapmadan teslim ettiğim için, biraz gecikmeli bir değerlendirme yazıyorum. Malum, kongre sadece genel kamuoyunda değil, İYİP kamuoyunda bile fazla heyecan yaratmadı. Zaten yaratsın da pek istenmiyordu galiba. Kongrede en akılda kalan şey -o da daha önceki konuşmalarında olduğu gibi sadece bir süre- Akşener’in konuşması oldu. Parti yönetim kademelerinde -en azından şimdilik- üzerine konuşulacak çok ciddi değişiklikler gözlenmediği için, kongreye dair değerlendirme yapmak için Akşener’in söylediklerinden daha fazlası yok elimizde.
Konuşurken ilgi uyandıran, heyecanını dinleyenlere aktarabilen, izleyenlere “ne güzel konuşuyor” dedirtebilen hatipler vardır. Dinlerken sıkılmazsınız, önemli şeyler söylüyormuş gibi gelir. Söylediklerinden çok, performansını takdir etmeye ikna olursunuz. Bazen nükte, bazen öfke, bazen kararlılık öne çıkar. Ancak aradan bir süre geçtiğinde, “ne demişti” diye sorsalar, aklınızda çok bir şey kalmadığını fark edersiniz. Uzun senelerdir siyasetteki bazı aktörlerin, referans olarak kullanılacak sözlerini pek hatırlamazsınız. Güncel meseleler hakkında irticalen cevaplar; kişisel hikayeyle süslenmiş, şahsileşmiş politik çıkarımlardan ve çok köşeli gibi görünen muğlak ifadelerden fazlasını bulamazsınız. Mesela, Akşener’in son konuşmasından veciz bir cümle: “İyi Parti, milletin vicdanının su terazisidir”. (???)
Çok önemli -tarihi- bir seçimin ardından yapılan, herkesin “değişimden bahsettiği bir atmosferde gerçekleşen İYİP’in 3. Kongresi’nde, Akşener’in konuşmasından daha önemli bir gelişme olmaması şaşırtıcı değil aslında. Akşener, “Partiyi millet kurdu, biz sadece tabela astık” dese de, şahsi hikâyesiyle parti arasında, iki tarafın da rahatlatıcı bulduğu bir mecburiyet ilişkisi hep vardı. Son zamanların revaçta kavramı, “toplumda karşılığı olan, seçmenle doğrudan ilişki kurabilen siyasetçi” tamlamasının iyi bir örneği, heba edilemeyecek bir “imkan” olarak görüldü. MHP’yi iktidarın kuyruğuna takılan bir pozisyondan kurtarıp, “müstakil” bir iktidar seçeneği haline getirecek kuvvetli bir imkandı. Şimdiki pişmanlığını ise başka bir kuyrukta kaybettiği müstakil siyaset olarak açıklıyor.
Akşener, MHP’de liderlik yarışına çıktığında, söyledikleriyle, politik önermeleriyle veya -aslında olmayan- ekibiyle bir fark göstermiyordu. Taşıyıcı aktör olmakta-bulmakta zorlananlar için, sonuç alabilecek bir seçenek -kazanacak aday- olarak kendisini öneriyordu. Parti içinde, medyada, kamuoyunda, asıl olarak da parti sınırlarını aşan bir ilginin odağına hızla yerleşti. MHP’de bu imkanın karşılık bulamaması üzerine, bu sefer muhalefet için aynı imkanın kullanılabileceği inancı gelişti. İYİP’in seçmeni olmaktan hayli uzak kesimler en çok buna inandı. Akşener kendisine ait olmayan ve kendisinin kurmadığı ama herkesin ona yüklediği bir misyonla, güçlü – alternatifsiz- seçenek halinde tarif edilmeye başlandı. Kendi dışındaki herkesin -kendisinden bile hararetli- iddialarının, bir şey yapması gerekmeyen aktörü oluverdi.
Akşener kongre konuşmasında, “müstakil” olmanın altını birkaç kere kalınca çizdi. “Siyasette durduğumuz yeri; başkalarına göre değil, milletimizin beklentilerine göre belirleyeceğiz! Siyasette yeni bir zemin kuracağız, yeni bir yol açacağız!” dedi. “Hangi milletin beklentisine kim karar verecek ve yeni yol nereye çıkacak” konularındaki belirsizlikler ise baki. Müstakil olma konusunda Akşener’in samimi bir tarafı var. Gerçekten de partisinden, kadrolarından ve seçmeninden bile müstakil bir lider. Başkalarına göre şekillenmek, kendini ve lideri olduğu yapıyı şekillendirmek yerine, başkalarını kendisine göre biçimlemeye razı edecek, şartları kendisini öne çıkartacak hatta dokunulmaz kılacak biçimde yorumlayan müstesna ve müstakil.
En müstakil siyasi aktörlerden biri olmakta, karakterinin payı ne kadardır? Partide herhangi bir şeye hakim olmadan rakipsiz olmayı sağlaması bakımından, bu ne kadar bilinçli bir tercihtir? Bu sorularla ilgili bir takım cevaplarım var -hatta önemli bir kısmını yazdım- ama burada asıl dikkat çekici olan, ona bu konforu sağlamaya hevesli bir kalabalık oluşması. İmkan olarak görülen hareketler, cevher keşfedilen yeni dinamikler veya “toplumda karşılık” bulacağına inanılan aktörler için, hemen bir doğal lobi oluşuyor. “Açın önünü, onu fazla sıkıntıya sokmayın, ne dediği veya ne yaptığı da çok önemli değil, zira o bulunmaz bir imkan”. Gereğini yerine getirmese hatta aksini yapsa bile, kendisinin bile fark edemediği bir imkanı korumalıyız, itiraz edeni kınarız.
Bir imkan partisi İYİP ve bu imkanın tek kozu Akşener, öylesine müstakil ve öylesine müstesna siyasi aktörler ki; onların “misyonu” için herkesin yüklenmek zorunda olduğu görevler var. Belirsizliği bir yönetme yöntemi olarak kullanan Akşener’in tayin ettiği bu görevlerden çok daha fazlasını görevli veya gönüllü misyon çevresi üretiyor. İmkan partileri veya imkan insanlarının çevresinde, bu muhayyel misyona uygun kadrolar ve akıllar çok kolay toparlanıyor. İYİP, kimseden eleştiri kabul etmeyen, her soruya “bize kimse parmak sallayamaz” diye cevap veren ama herkese görev tevdi eden özel bir merkeze dönüşüyor. Başarı şartı bu görevlerden doğan eksiklikler ve verilen görevleri layıkıyla yerine getirmeyenler de, başarısızlığın sorumlusu. “Merkez parti olacaktık ama Kılıçdaroğlu dayattı olamadık” gibi.
“Muhalefet ve onun sürükleyicisi CHP, en lazım ve has ortak olan İYİP için, özel bir teşvik programı uygulamalı. Merkez sağ inşa niyeti, sadece dile getirildiği için sorgusuz sualsiz tartışmasız hakikat sayılmalı. Siyasetin gerekleri ve Türkiye’nin gerçekleri, sadece İYİP’in ayrıcalıklarına göre tarif edilmeli. İYİP’in öneri, talep ve arzuları hassasiyetle değerlendirilmeli. Muhalefet blokundaki bütün aktörler, birbirleriyle de mesafe ayarına dikkat etmeli. Mesela, HDP ortalıkta görünmemeye razı olmalı. Kimse İYİP’i kaşının üzerinde gözü var diyememeli. Akşener’in şahsına dil uzatmadıkça her türlü ‘şımarıklığa’ gösterilen müsamaha hoş görülmeli. Ayrıca CHP’li belediye başkanları bir sezon İYİP formasıyla oynamalı, her CHP’li aileden bir oy gelmeli. Bunlar olursa İYİP yüzde otuzlara tırmanır ve Akşener de başbakan olur. Bunlar yapılmazsa tabi başarısız olunur”. Nasıl müstakil misyon ve nasıl müstesna bir sorumluluk tarifi değil mi?
Liderlerin süreçlerin sürükleyicisi olmasıyla, kendi hikâyelerini bir siyasi süreç gibi düşünmeleri arasındaki büyük fark var. Aynı şekilde, imkanları kullanarak siyaset yapmakla, kendisini bir imkan olarak tarif etmek arasındaki ayrım da epey büyük. Merkez sağ hatta merkez siyaset, imkanlarla hep çok ilgilidir ama bu alanı dolduran güçlü liderler, Akşener’in yapmadığı ama kullandığı “biz siyasetimizi cesaret üzerine şekillendiririz” cümlesinin hakkını veren isimler oldu. Tanıl Bora’nın Demirel kitabından bu açıdan en dengeci hatta ürkek örnek hakkında bir pasaj: “Demirel, acar bir fırsatçıydı ve tutarsızlığa hazırdı, fakat bunu ne olursa olsun iktidar oportünizmiyle değil, siyasal hedefini gerçekleştirmesine bağlı bir pragmatizmle yapıyordu.” Akşener ise yaptığı atışlara kendini uyarlayabilecek hareketli hedefler üzerine bir pragmatizm kuruyor. Bulamayınca da çok kızıyor.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.