Kemal Can yazdı: Siyasete küsen, cezayı kime kesiyor?

Siyasete ilginin gözle görülür biçimde azaldığı hatta bir tür bıkkınlık (belki tiksinti) oluştuğu ortada. Anlık olarak ölçülebilir mecra (internet ve sosyal medya) verileri, tabloyu net biçimde gösteriyor. Bunun nedenlerinin başında, seçim sonuçlarının yarattığı ruh hali ve siyasetçilerin bununla kuramadıkları ilişki var. Muhalefet seçmeninin bir bölümü, hayal kırıklığına neden olan siyasetçilere duydukları öfkeyi, alanın tamamına yansıtıyor. Siyasetçilerin sonuçla ilgili sorumluluk almamaları, ikna edici bir cevaplar vermemeleri, kızgınlıkla birlikte ilgisizliği artırıyor. Diğer bir neden, siyasetin sadece sonuç alıcı bir faaliyet olarak görülmesi. Kazanma ihtimali, değişiklik beklentisi ve çözüm arayışı, bu ihtiyaçlara cevap verebileceğine inanıldığı sürece ilgi artıyor, aksi ilgisizliği kamçılıyor.

Liste daha fazla uzatılabilir ama üçüncü bir neden olarak, bugün siyaset diye konuşulanların seviyesi ve kalitesindeki düşüşü de ekleyelim. Partilerin içlerine hatta dehlizlerine ve siyaset esnafının en sakil faaliyetlerine daralmış bir gündem söz konusu. İddialar ve bunlara verilen cevaplara tahammül sahiden zorlaşıyor. Yaptıkları için herhangi bir izahata gönül indirmeyenler yanında, senelerdir sadece kendilerini izah etmekle yetinenler sıkıcılığı artırıyor. Böyle devam edilmesi, “ders çıkarma” veya mevcudu değiştirme için bir şey yapma işini, yine siyaset profesyonellerinin eline (insafına) veya keyfine bırakan işleyişi mümkün kılıyor.

Temsili demokrasinin, siyaseti “kolaylaştıran” hatta popülerleştiren taraflarının, aynı zamanda siyaset algısını ve alınını bozan ciddi sorunların kaynağı olduğunu biliyoruz. Bunların en başında, konforlu vekalet ilişkisi ve siyasetin -aşırı edilgen- aracılı bir faaliyet haline gelmesi var. İster din ister siyaset isterse ticarette, aracıları öne çıkartan yorumlar güçlendiğinde, profesyonel bir aracı sınıf yaratılıyor. Örgütlenme ve kolektif çaba konusundaki olumsuz dönem dinamikleri, bu etkileri daha da büyüttü. Herhangi bir şeyle vekaleten ilişki kurunca; vekillerin performansları, hadisenin bütünü haline geliyor. Pozitif olarak da böyle, negatif olarak da böyle.

Lider veya daha da karizmatik lider ihtiyacının sürekli artması ve siyasete katılım (müdahale) imkanlarının önemsizleşmesi bir taraftan; isteneni veremeyen siyasetçilere kızgınlığın, siyasete ilgisizlik veya küskünlükle kendini ifade etmesi diğer taraftan. Seçmenin kaderini teslim ettiği siyaset esnafının, isteneni veya vaat edileni vermemesi karşısında tepki duyulması çok normal. Siyasetçinin bununla ilgili bir bedel ödemesi talebi de son derece meşru. Ancak “onlar varsa ben yokum” demek, kaderini -önce de olduğu gibi- yine onların eline bırakmak anlamına geliyor. Vekalet konforu, giderek teslimiyet krizine dönüşüyor. Yorulmamak için siyaseti vekillerine bırakanlar, alınamayan sonuç yüzünden de kolay yorulup yine siyasete müdahaleden vazgeçiyorlar.

Siyasetin işe yarayacağına ilişkin inançla hiçbir işe yaramadığı fikri arasındaki salınım, alana ilginin seviyesini ve sosyal (biraz da sınıfsal) dağılımını tayin ediyor. Küresel bir belaya dönüşen, popülist otoriterlik dalgası ya da artık daha belirgin hale gelmiş faşizan moment, bu sarkaçtan beslendi, besleniyor. Temsili demokrasinin vekalet konforuna teslim olmuş seçmen grubu siyasetten uzaklaşırken, daha önce siyasetin yakınından bile geçmeyen yeni -kimlik giydirilmiş- kalabalıklar, dengeleri değiştirmek için sahaya girdiler. Elbette güvensizlik, kaygı ve kışkırtma politikaları eliyle veya tatminsizlik nedeniyle blok değiştirenler ya da aktive edilenler de oldu. Kanaat ve tercih parametreleri ile onları etkileme prosedürleri kalıcı biçimde bozuldu.

Avrupa siyasetini şekillendiren göçmen krizi veya ABD’de Obama sürecinde “sonunda siyah adamı başkan yaptılar” tepkisinin, daha önce siyasete katılmayan kesimleri hareketlendirmesi böyle gerçekleşti. “Merkezin çöküşü” olarak tarif edilen global dalga da, siyasetin ne işe yaradığı veya yarayıp yaramadığıyla ilgili kanaat değişimiyle yakından ilgili. Türkiye’de seçime katılım oranları her zaman yüksek olduğu için, bu etki belki çok belirgin hissedilmedi ama 90’ların seçmen motivasyonunun yığıldığı eğilimler, bu değişimin izlerini taşıyor. Benzer bir durum, son seçimde YRP, HÜDAPAR ve ZP’nin dikkat çekici sonuçlarında görülebilir. Kimlik gösterme (saydırma) alanına dönüşen siyasette, küskünlüğü de motivasyonu da “tepkiler” (duygular) belirliyor.

Siyaset, sert esen küresel dalganın ve iktidarın gayretli faaliyetlerinin sonucu olarak zaten daracık bir alana kısılmıştı ama şimdi daha sıkışık labirentlerin içine doğru çekiliyor. Siyaset, parti içi dengeler için yapılan küçük hesaplara, pazarlık şartları ağırlaşan bir piyasaya ve herkesin kendi versiyonunu anlattığı dedikodulara indirgendi. Akademisyeninden gazetecisine kadar herkes, hizip tartışmalarına ve sorumlu tayin etme veya yangından dışarı taşınacakları belirleme faaliyetine argüman üretmeye çalışıyor. Ortalama seçmenin bu kapalılıkta, böylesi sığ bir alanda devam eden bir sürece ilgi duyması, merakla takip etmesi, hele hele katılması elbette beklenemez. Ayrıca hem ortaya atılan iddialar, hem karşılıklı suçlamalar hem de bunlara verilen cevaplar o kadar sakil ki, her şeye rağmen takip inadı olanların bile sabrı zorlanıyor.

Ancak bu tabloya verilen tepkinin ciddi bir paradoksu var: Siyasetçilerin ahlaki veya “mesleki” vasıflarıyla çerçevelenmiş siyaset tartışması, seçmen denilen asli aktörün siyasetle bozuk olan ilişkisini iyileştirmiyor. “Memleketi ve vatandaşı düşünmeyen siyasetçilere” duyulan tepki, onları zorlamak yerine sahnede yalnız bırakmakla, “memleketi ve kendisini düşünmekte” zorlanan seçmen tavrına dönüşüyor. Oysa mesele, gayet geniş ve küresel bir siyaset krizi. Partilerin içindeki (aralarındaki) güç ve denge mücadeleleri, siyaset dışı olmalarına rağmen belirleyiciliğini kaybetmiyor, acil seçim sınavları da yardımına koşuyor.

Bu kısır döngüyü bozabilecek iki faktör var. Birincisi seçmenin -özellikle de mevcut durumun değişmesi talebinde bulunacak seçmenin- verimsiz jüri rolünden çıkıp sahici siyasi özne haline gelmesi. Elbette bu hamle, seçmenin buna niyet etmesiyle çözülemeyecek kadar karmaşık. Reel siyasetin örgütlenmesinden ve genel örgütlenme zafiyetinden kaynaklanan yapısal sorunlar mevcut. İkincisi “siyaset nedir, neden yapılır ve ne işe yarar” sorularına yeni cevaplar arayan bir tartışmanın başlaması. Üstelik bu tartışmanın -Türkiye’de çok sevildiği gibi- “bizde bu işler böyle” veya “memleketi tanımak” rezervlerinden kurtarılarak daha geniş bir perspektifle ele alınması gerek. Bunlara niyet etmeyen, kapı açmayan ve böyle yapmaya devam ederek çözüm getireceğini iddia eden hiç kimse güvenilir değil. Bu zemine tıkanmış tepkiler ise öyle görünse, gösterilse bile pek haklı değil.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.