2002’den alıp 2023’e getirmekle, 1919’dan alıp 1923’e getirmek arasında değil aynılık, benzerlik dahi kurmak; yüz yaşını kutlayan laik cumhuriyetin yurttaşlarını buna ikna etmek, propaganda müdürü bu yolda parti-devletin tüm kaynaklarını bile seferber etse olası değil. 10 Kasım’da kurucu önder Atatürk’ün aziz hatırası önünde bir kez daha ayağa kalkıp hazırola geçtim ama kendi adıma utanarak başımı önüme de eğdim.
Benzer bir düşünce yolundan giderek, SGK’sı çökmüş, kendi kanser hastası çocuklarına, yurttaşlarına yeterli tedaviyi sunamayan, Yargıtay’ı Anayasa Mahkemesi yargıçları hakkında suç duyurusunda ve dolayısıyla anayasal düzene, devletin temeline darbe girişiminde bulunmuş, sivil toplumu da bizatihi keza parti-devlet tarafından iğdiş edilmiş bir ülkede Filistin “davasını” toplumun tamamına hele öncelik olarak mâl etmek de olası değil. Kaldı ki, asgari yakın tarih bilgisi ve bilinci ile yine asgari jeopolitik gelecek tasavvuruna sahip karar alıcılar, siyasa yapıcılar için Filistin meselesini Türk dış politikasının ekseni, önceliği kılmak; devletler arası ilişkilerde Filistin meselesinin sancaktarlığını üstlenmeye kalkışmak da Ankara’dan bakışla akla aykırı.
Gazze’de gelinen aşamada İsrail, Gazze Vadisi’nden bir çizgi çekip, onun kuzeyinde bir tampon bölge (“no man’s land”) yaratıp, “10.Sokak” sınır olmak üzere geri kalan bölümü istila ve işgal etmekte. O bölümün içinde Gazze kenti ve (kasaba veya kenar mahalle görünümündeki) Cebeliye Mülteci Kampı da var. İsrail “insani koridorlar” ve ABD baskısıyla razı olduğu askeri harekâta vereceği günlük 4 saatlik aralarla bu bölümü tümüyle insandan arındırıyor. Kadın-çocuk, sivil-muharip ayrımı gözetmeksizin bombardıman ederek ve herhangi bir yapıyı ayakta bırakmayarak burayı artık bir daha oturulamaz duruma da getiriyor.
Anlaşılan İsrail bu durumu yıllarca sürdürme eğiliminde. Ve amacı, yakın gelecek için elinde tutacağı bu yarım Gazze şeridini, sayıları 230 civarında olan (halen dahi kesin rakam verilemiyor) rehineyle, bu defa 2011er Gilat Şalit örneğindeki gibi mahkûm takasına girmeden (veya “girmemek için”), peyderpey değiş-tokuş etmek. Üstelik süregiden “harekâtı” neredeyse namütenahi uzatmak Netanyahu’nun siyaseten işine geliyor. Böylece kendine, hem yenilgiyi zafer algısına çevirmek, hem hesap vermekten kaçınmak fırsatları yaratıyor. Can kaybını hiç umursamadığını ise eklemeye gerek yok.
İsrail genel olarak Ortadoğu’da, özel olarak Hamas’a karşı Filistin’de “vahşet dengesini” yeniden kurmak için Gazze’de kıyımı ve yıkımı ayyuka çıkardıkça, küresel Batı kamuoyunu neredeyse geometrik artan ivmeyle karşısına alıyor. İsrail üzerinde etki edebilecek tek güç ABD. Orada da 2024 yılında başkanlık, Temsilciler Meclisi’nin tamamı ve senatonun üçte biri için seçimler yapılacağından durum daha çetrefilleşiyor. Netanyahu’nun, daha önce muhatap olduğu (Trump dışındaki) tüm ABD başkanlarını usandırdığı gibi, Biden’i de bıktırdığına ilişkin belirtiler var. Dışişleri Bakanı Blinken’in de ABD dış politikası açısından yara sarma, hasar denetim amaçlı diplomasi turları sıklaşıyor.
Dar anlamda Gazze’deki insani felaketin giderilmesinin çatışmaya kısa aralar verilerek sağlanamayacağı belli. Değil topyekûn Filistin meselesinin halli, Hamas’ın ortadan kaldırılmasının dahi askeri yöntemlerle sağlanamayacağı da öyle. Ankara, Erdoğan’ın ağzından 28 Ekim’de Atatürk Havalimanı’nda ve 10 Kasım’da Atatürk’ü Anma Töreni’nde çıkan aşırılıkçı, köktenci sözlerle kendi kendini diplomasi dışı kılmış oldu. Blinken’in önce GKRY ve Bağdat’a uğrayarak kısa süreyle Ankara’yı ziyareti de, Fidan’ın devinimi de bu gerçeği değiştirmiyor. Buna karşılık, 1967 sınırlarında, Doğu Kudüs başkentli, bir Filistin kurulmak yoluyla, BMGK 242 temelinde iki devletli bir çözüm için BM’yi daha etkin kılmaya yönelik enerjik girişimlerde (“garantörlük” safsatasına hiç girmeden) bulunulabilir.
Hamas’ın 7 Ekim’deki 200’ü asker 1400 İsrailliyi katlettiği IŞİD’vari barbarca toplu intihar eylemi iki devletli çözümün neden bugünün konusu olamayacağı denli, aynı zamanda neden başka bir çözüme olanak bulunmadığını da ortaya koydu. Ancak iki devletli çözüm, İsrail’in yaklaşık rakamlarla 300.000 yerleşimcinin/kolonun Doğu Kudüs’ten ve yine yaklaşık 700.000’inin de Batı Şeria’dan ayrılmasına razı olmanın ötesinde, bunları zorla bulundukları yerlerden söküp İsrail topraklarına geri getirmesi demek olacak. Neye karşılık? Kalıcı barış, güvenlik, huzur ve istikrara karşılık.
Güncel durumdaysa, Gazze’den ayrılan Filistinlilerin (eğer yakın tarih rehberimizse) bir daha asla yurtlarına geri dönemeyeceği açık. Fransa iki, İtalya da bir hastaneleştirilmiş uçak/amfibi hücum gemisi göndererek deniz ve kıyıdan yardım ulaştırma yolunu deniyor. GKRY ile daha önce Güney Lübnan için denenmiş insani yardım köprüsü kurulması seçeneği de araştırılıyor. Mısır, Refah kapısını (daha önce burada belirttiğim üzere “check-valf” gibi) tek yanlı açmak istediğinden, çoğu zaman kapalı tutuyor. Dolayısıyla yardım yüklü kamyonlar orada Gazze’ye giremeden upuzun bir kuyrukta bekliyor. Erdoğan’ın 10 Kasım’daki “Mısır üzerinden yardım gemisi gönderme” ifadesini ise açıkçası ben çözemedim.
Günün kendince kazananı İran tüm bu denklemin kenarında belki dışında. Oysa işin içinde İran olmadan ne Ortadoğu’ya istikrar gelmesi, ne Hamas dizginlenerek Filistin’de iki devletli çözüm olası. 1982’den bu yana asimetrik gücünü Hizbullah’tan başlayarak sürekli tahkim etti. Bugün Lübnan, Suriye ve Irak’ta hem siyaseten (veto makamı olacak denli) hem askeri olarak güçlü ve Yemen’de Husilerin (Ensarullah) ve Gazze’de Hamas’ın hamisi konumunda. Üstelik eski İsrail Başbakanı Ehud Barak’ın doğruladığına göre İran artık nükleer güç olmanın eşiğinde. Öyleyse, ABD’nin ya İran’ı karşısına alıp örtülü de olsa (Umman’da yürüyen arka kapı diplomasisi gibi) konuşması, ya İran’ın yöntemlerini yine ona karşı uygulayarak –deyim yerindeyse- “burnunu kanatması” gerekecek.
Bir diğer değişken, Erdoğan’ın Riyad Zirvesi’ne bağladığı umut kadar olmasa da, bölgedeki ve Körfez’deki Arap devletlerin İsrail’e savaş ilan etmeleri değil ama İsrail’e tümden sırtlarını çevirmeleri seçeneği. Arap devletlerinin herhangi bir konuda yan yana gelebildikleri ve anlamlı/tümleşik bir tutum sergileyebildikleri pek görülmüş şey değil. Ancak bu defa hiç biri demokrasiyle yönetilmeyen bu ülkelerdeki kamuoyları ayağa kalkmış durumda. En azından idare-i maslahat adına bir diplomatik yaptırım olasılığını ABD’yle temaslarında belki masaya koyabilirler. Bu olası tutumun da sorun çözmeye katkısı olabilir.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Alandaysa Gazze’nin altını “köstebek yuvası” gibi kapladığı söylenen, “Gazze metrosu” diye adlandırılan, müstahkem yeraltı mevkilerine ilişkin bir bilgi henüz kamuoyuna yansıtılmadı. Hamas da öyle iddia edildiği denli dişli bir kent gerillası direnişi ortaya koymadı. Hizbullah’ın İsrail’e bir kuzey cephesi açarak oyuna girmeyeceği az-çok kesinleşti. Rehinelerin pek çoğunun belki tamamının zaten doğrudan işgal edilen bölüm dışındaki güney diliminde tutuldukları güçlü olasılık. Böylece canlı yayında Gazze yeryüzünden silinirken, diplomatçılık oynayanlar da havanda su dövmeye devam ediyor. Ne yazık ki, kalıcı barış değil ateşkesi dahi sağlayacak bir çözüm yolu da ufukta gözükmüyor.