15 Aralık’ta Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümünden Prof. Lale Akarun “Boğaziçi Üniversitesi’nin yasını tutmak” başlıklı çok çarpıcı bir yazı kaleme aldı. Ardından Prof. Akarun ile Medyascope’ta Boğaziçi Üniversitesi’nde yas vakti başlığıyla bir söyleşi yaptık. Söyleşi epey ilgi gördü. Özellikle hemen ardından kestiğimiz kısa videolar.
Ve birden sosyal medyada beklenmedik bir linç girişimine tanık olduk. Kendilerini “Kemalist” olarak tanımlayan bazı kişiler -muhtemelen birbirlerinden kopya çekerek, belki de organize bir şekilde- “size müstahak” diye tepkiler verdi.
Onlara göre olay çok basitti: Boğaziçi hocaları zamanında “Yetmez ama evet” (YAE) demişler, AKP iktidarının Kemalizmi tasfiyesine aktif destek sunmuşlar, şimdi sıra kendilerine gelmişti. Dolayısıyla şikayet etmeye hiç hakları yoktu.
Gerçek ne?
Örneğin “2. Cumhuriyet için İslamcılar, teröristler ve Fethullahçılarla ile aynı yatağa girdiğiniz için çok da üzülecek bir durum göremiyorum. İktidar İslamcıları değil de sizi ödüllendirmiş olsaydı durumunuzdan gayet memnun olurdunuz ama deccal olan taraf oldunuz. Hak ettiğiniz de bu” diyen bir kişiye Prof. Akarun “Hayatımın hiçbir döneminde böyle bir duruşum olmadı. Bunu kimseye ispatlamak zorunda da değilim. Bilen biliyor” diye cevap verdi.
Prof. Akarun ve diğer Boğaziçi direnişçilerinin birdenbire YAE deyip demediklerinin gündeme gelmesi acayipten de öte bir durum. O dönemi bir gazeteci ve yurttaş olarak yaşamış ve yakından takip etmiş biri olarak Boğaziçi’nin herhangi bir şekilde öne çıktığını, hatta dikkat çektiğini hatırlamıyorum.
Kaldı ki bugün Boğaziçi direnişçilerini YAE ile suçlayanların hatırı sayılır bir kısmının o tarihte çok küçük yaşta olduklarını söylemek mümkün. Herhalde “olsa olsa…” mantığıyla hareket ediyorlardır.
YAE linci
Bu olay birçok yönüyle incelenmeyi hak ediyor. Öncelikle 12 Eylül 2010’da yapılan anayasa referandumundan önce bir grup solcu ve liberalin “Yetmez ama evet” diyerek AKP iktidarına destek vermiş olmasının hafızalardan kolay kolay silinmediğini bir kez daha gördük. Kendilerini Erdoğan muhalifi olarak tanımlayan kişiler her durumda YAE silahına başvurmuş olmasını
22 Ağustos 2022’de “Bitmeyen ve biteceğe de benzemeyen ‘Yetmez ama evet’ linci” başlıklı yayında uzun uzun yorumlamış olduğum için tekrara düşmek istemiyorum. Ama o yayının ardından, YAE’nin önde gelen savunucularından Etyen Mahçupyan ve Halil Berktay’ın -bir kez daha- hışmına uğramış olduğumu eklememe izin verin.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Whataboutism’de yeni aşama
Prof. Akarun’dan hareketle, öncelikle hocalar olmak üzere Boğaziçi direnişine sözüm ona “muhalefet” cephesinden çamur atmaya çalışanların argümanlarından bir diğeri de “iktidar o kadar şey yaparken ses çıkarmadınız, sıra size geldi” şeklinde özetlenebilir.
Buna “whataboutism” deniyor, Türkçe’ye “Peki şunun hakkındacılık” diye çevirenler var. Gezi döneminde bunu görmüş, yaşamıştık. İktidar yanlıları Gezi direnişinin argümanlarını doğrudan çürütmedikleri için direnişçileri ikiyüzlülükle suçlamaya çalışır, en çok da 28 Şubat sürecini örnek gösterirlerdi: “Peki 28 Şubat’ta ne yaptınız?”
Halbuki suçlayan ve suçlananların büyük kısmı 28 Şubat’ta bir şey yapma yaşında bile değillerdi. “Whataboutism”in bir diğer özelliği de ikiyüzlülükle suçlanan kişinin kendisini savunma gayretlerinin hiçbir işe yaramayacağıdır. Örneğin Gezi’ye destek verdiğim için ben de defalarca “Sen 28 Şubat’ta yaptıklarının hesabını ver” diye gözdağlarıyla muhatap oldum. Halbuki, bilen bilir, 28 Şubat’ta başörtüsü yasağına alenen karşı çıkan biriydim, fakat o anda bunu anlatmaya çalışmanın bir anlamı yoktu.
Tekrar, “gerçek ne?” diye soracak olursak, her ne kadar bitiremeden atılmış olsam da kendisini Boğaziçili sayan birisi olarak, üniversitemizin ülkenin “en politik” okullarından biri olmadığına ama her zaman evrensel hak ve özgürlüklere, demokrasi ve hukuk devletine inanan bir perspektifte durduğuna ve kötülükle işbirliğinden uzak durduğuna tanıklık ederim.
Boğaziçi’ni çekememek
İşin içinde ciddi bir biçimde Boğaziçi Üniversitesi’nin her şeye rağmen kalitesini koruyor olmayı kabullenememenin de olduğunu düşünüyorum. Kendimi bildim bileli Boğaziçi’nin kaderi budur. Ben de lisede okurken Boğaziçi’ni “burjuva okulu” diye küçümserdim. Fakat bazı sınıf arkadaşlarım orayı kazanıp övgüyle bahsedince -benim iki sene kaybım oldu- onlarla beraber olmak için ve biraz da “nasılsa kazanamam” diye yazdım ve ekonomini bölümünü kazandım.
Galatasaray Lisesi’nden sonra Boğaziçi’nde okumak, her ne kadar benimkine tam olarak “okumak” denmesi zor olsa da, hayatımın ikinci müthiş fırsatı oldu. Orada neler öğrendiğimi anlatmaya çalışacak değilim, fakat öncelikle “burjuva okulu” filan olmadığını söylemek şart. Tabii ki çok zengin aile çocukları da vardı, onlar Arka Kantin’e, bizler de Orta Kantin’e takılırdık ve aramızda ciddi sorunlar yaşanmazdı.
Boğaziçi, zaten vasatın egemenliği altında olan, hatta onun da altına inen, vasat üstü kurum ve kişileri de iradi olarak aşağıya çekmeye çalışan ülkemizde her şey rağmen ayakta kalmaya çalıştığı için de kimileri tarafından sevilmiyor. Tabii ki öncelikle siyasi iktidar ve onun işbirlikçileri. Diğer bir deyişle Boğaziçi’nin de hızla kendilerine benzemesini isteyenler bunun olmaması için bin günden uzun süredir direnenlere öfke duyuyorlar.
Vasat ve vasat altı olmak sadece iktidar yanlılarının tekelinde olmadığı için, kendilerini “muhalif” olarak görüp Boğaziçi’ne ve oradaki direnişe iyi gözle bakmayanlar olduğu da bir gerçek.
Korkunun ecele faydası var mı?
Son olarak en hayati konunun “korku” olduğunu söylememe izin verin. Boğaziçi hocalarına “Ama siz YAE demiştiniz…” gibi abes iddialarla sataşmaya çalışanlar onların kaybedecek onca şeyleri olmasına rağmen otoriter bir rejimde sivil bir direnişi sürdürmelerinden rahatsız oluyorlar. Öğle saatlerinde cübbeleriyle, sırtlarını rektörlük binasına dönüp 15-20 dakika duran öğretim üyeleri bu ülkenin vatandaşlarına haklarını, hukuklarını savunmada güzel bir örnek teşkil ediyorlar.
Ama onlar kadar cesur olamayanlar, işin içine anlamsız bir şekilde Atatürk’ü de katarak Boğaziçi Üniversitesi gibi bir kuruma sahip çıkmaya çalışanlara saldırarak kendilerini rahatlatmak ve iktidarla zımni işbirliklerini gizlemek istiyorlar. YAE de onların kalkanı oluyor. Ama yetmiyor.
Yazıyı bitirirken biri “iktidar yanlısı”, diğeri “karşıtı” ama ikisi de Boğaziçi direnişi karşıtı iki kişinin Prof. Akarun üzerinden atışmalarını aktarmak istiyorum.
İktidar yanlısı “Ne işe yarıyordunuz ki… fosil kemalistler, tek bildiğiniz batıya hizmet” deyince “muhalif Kemalist” şöyle müdahale ediyor: “Sen çok yanlış anlamışsın çomar kardeş. Bunlar Kemalistler karşısında şeriatçılarla aynı yatağa elinde viskiyle giren liboşlardır.”
Ne kadar iyi anlaşıyorlar değil mi?