Düzene dair
Diktatörlük Roma’nın ve Roma Hukuku’nun önemli bir kavramı, yasal bir kurumu ve siyasi bir makamıdır. Zorlu dönemlerde (savaş ve terör gibi) senato tüm yetkileri (yasama, yürütme ve yargı) 6 aylığına (ki bu uzatılabilir) bir kişiye bırakır ki bu zata da diktatör denir.
Demokrasi ise sadece iktidarın nasıl kazanıldığı ile değil, iktidar olanın nasıl hükmettiği ile de alakalıdır. Yani sandık tek başına demokrasinin kendisi değildir. Denge ve denetleme mekanizmalarının paramparça edildiği, erkler ayrılığının rafa kalktığı, bireysel hak ve özgürlükleri teminat altına alan bağımsız ve tarafsız yargının yok edildiği bir yerde sandıktan çıksa çıksa kuru bir diktatör çıkar.
İşte biz 2017 yılından bugüne her genel seçimde sandığa diktatörümüzü seçmeye gidiyoruz. Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş veya Recep Tayyip Erdoğan hiç fark etmez her kim kazanırsa kazansın bizde ki durum budur. Ve her kim ki buna itiraz etmiyorsa onun niyeti pek de halis değildir.
Bu açıdan Mansur Yavaş’ın parlamenter sistem çıkışı anlamlı. Bu çıkış sistemin ne olacağından bağımsız “koltuğa” itiraz ettiği için onu diğer iki isimden ayırmakta ve halka daha yakın bir yerde konumlandırmakta, tabii şimdilik. İtirazımız düzene değil de kişilere olduğu sürece zalim değişir, mazlum değişir ama zulüm değişmez.
MHP’nin çıkışı
Devlet Bahçeli’nin DEM Parti’ye uzattığı el kıymetli olmanın ötesinde çok ehemmiyetlidir. Çözüm Süreci’nin başarısız olmasının sebeplerinden birisi masada Türk milliyetçilerinin olmamasıydı. Milliyetçiliğin Türkler arasında yeşerdiği vaziyet ve şartları anlamadıkça, milliyetçilerin reflekslerini anlayamaz ve meseleleri çözüme kavuşturamazsınız. Ve hiç kimseyi veya hiçbir fikri şeytanlaştırarak kavrayamayız.
Anlamaya çalışmalıyız, herkesi ve her kesimi. Mustafa Kemal Atatürk’ü tanımlamak için laiklik veya cumhuriyetten ya da devrimlerden dem vururlar. Oysa ki bu ona ne büyük haksızlıktır. Mustafa Kemal bunların üstünde ve ötesindedir. O, mevcut olanı zamanın icaplarına göre değiştirme cüreti, iradesi ve kararlılığıydı. Ve Atatürk bugün yaşasaydı Selahattin Demirtaş ve arkadaşları muhakkak ki dışarıda ve milletin huzurundaydı. DEM Partililer en az MHP’liler kadar bu memleketin evlatlarıdır. Devletin yönetiminde söz sahibi olacakları vakit de yakındır.
Milliyetçilerin olmadığı bir masada Kürt meselesi konuşulabilir ama çözülemez. Cumhur İttifakı’nın amacını sorgulamak yerine bu siyasi çıkışa yön vermeyi bilmektir maharet gerektiren siyaset. Kim art niyetliyse merak etmeyin halk bunu görür; siz yeter ki uzatılan ele el, söylenen söze kulak verin. Millete güvenin. Zira vaktin ve halin hükmüne daha yakın olan savaş değil barış.
Son olarak Devlet Bey de çok iyi bilir ki devletin yurttaşlarının itimadını kazanabilmesi için öncelikle onlara adaleti temin etmesi gerekir. Güçlü devlet zorba olan değil adil olandır. Türk’ün atasözünde de dediği gibi il gider töre kalır.
Siyaset(sizlik)
Çeşme köye suyu adaletsiz taksim ediyor. Kimse bu taksime itiraz etmiyor, bilakis herkes çeşmenin başını tutan el olmak istiyor. O vakit kim ne diye kızabilir millete mevcut duvarları yıkmıyor diye? Siyasetçiler halkın hakkını değil de kendi menfaatlerini gözetiyor. Halk da bunu görüyor. Hiçbir kesim bu kavgada altta kalan olmak istemiyor. Kötüler arasında seçim yapmaya mecbur kalmak ne büyük acı millet için.
Hiç kimse halkın rızasını aramıyor, bilakis herkes korkuları zinde tutarak onların reyine talip oluyor. Vatandaş, bir bekçi tarafından darp edildiğinde hakkını arayacağı bir mahkeme olmadığını biliyorsa ve buna göre hareket ediyorsa kim ona kızabilir? Siyaset ve devlet bilerek ve isteyerek halkı güçsüz bıraktı. Düzen bozuksa halk doğru olana değil emin olana yönelir. Bunu küçümseme küstahlığı gösteren “aydın” zümreler de bu milletin başka bir acısı.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Hakkı gözeten, hakikati konuşan ve halk ile beraber olan bir harekete hasret bu millet. Siyaseti halkı korkutarak değil onun rızasını arayarak yapan bir sese hasret bu millet. Fikirleri telif, kesimleri terkip ve demokrasiyi tahkim edici bir üsluba hasret bu millet. Var mı bu hasretleri vuslata çevirecek bir siyaset? Yoksa eğer ki şimdilik yok, o halde mevcut olanı “yumuşatmak” onu meşrulaştırmak değil marazını hafifletmektir.
Kimse başkalarının acıları üzerinden kahramanlık yapmasın. Kimse milletin sefaleti üzerinden kendi iktidarına alan açmasın. Hiç kimse oturduğu rahat koltuktan hesaplaşma nutukları atmasın. Milletin gelenin gideni arattığı bir döneme daha tahammülü yok.