Bu haftaki “Kocakarı soğuğu” adlı öyküsünde Müge İplikçi, dondurucu soğuğun bütün olumsuzluklarına rağmen yolcuların, hikayeleriyle birbirlerinin içini ısıttıkları, kolay kolay unutamayacakları bir otobüs yolculuğuna çıkarıyor okuyucularını.

Bu, soğuk değil, kocakarı soğuğu
Kocakarı soğuğu, bu soğuk değil, buzdu. Gökyüzünden ilham değil buz yağıyordu resmen! Selen’le birlikte, yarı yıl tatilinin tadını çıkarmak için Zonguldak’a dönüyorduk; eve.
Ben mimarlık okuyordum, peyzaj mimarisi. Üniversite sınavlarına girmeden önce saksıda gördüğüm paşa kılıcı bitkisinin bunda etkisi çoktu. Dünyayı yeşile yatıracaktım! Selen ise Florence Nightingale’deydi; hemşire olacaktı. İnsanlığı, insanlığın keşfettiği çağın vebası olan umutsuzluktan kurtaracaktı! Onun da rüyası buydu. Hadi rasgele Selen’im! Neşeli kız seni.
Zonguldak’ta aynı liseden, aynı lise ne kelime aynı köhne sıradan mezunduk.
Otobüsün kapısında durup, içeri girmeden önce birbirimize bakarak gülümsedik
İkimiz de bu kış tatilinde ailelerimizle vakit geçirecek olmanın heyecanını taşıyorduk. Tuvalet, yağlı tost ve sigara kokan bekleme salonunun kapısını açtığımızda, dışarıdaki soğuk rüzgar yüzümüze çarptı. Otobüsün kapısında durup, içeri girmeden önce birbirimize bakarak gülümsedik. O an, kışın soğuk yüzüne rağmen içimizi ısıtan bir sıcaklık hissettik. Yanımızda, her zamanki gibi, birbirimize anlatacağımız garip fıkra kitaplarımız vardı; bu yolculukta eğlencenin eksik olmaması için en önemli eşyalarımızdan biri! Belki de en önemlisi…derken bir rüzgar… Oooo.
Hemen içeri girdik ve otobüs şoförü kontak anahtarını çevirmeden, dünden beri yaptığımız kurabiyelerden azar azar yemeye başladık. Yol boyunca bize yeteceğini düşünmüştük. Fakat ne gezer? Kurabiyeler, Selen’in kahkahası gibi hızla tükeniyordu. Her bir ısırıkta, gülmekten kendimizi alamadık; Kocaeli’ne doğru kurabiyeler birer birer kaybolurken, fıkra kitaplarımızı açıp sırayla okuduk.
“Gülmek, en iyi ilaçtır”
Yanımızda oturan yaşlı bir çift, gözlüklerini takmış, birbirlerine sevgiyle bakan bir şekilde yolculuğun tadını çıkarıyordu. Sonradan adının Portakal olduğunu öğreneceğimiz kadın, bir ara başını bize doğru çevirdi ve “gençler, ne kadar eğleniyorsunuz! Ne anlatıyorsunuz birbirinize böyle? Yoksa fıkra mı?” diye sordu. Selen hemen fıkra kitaplarından birini gösterdi. “Bize biraz neşe lazım, soğuk havada kahkaha atmak en güzel şey!” dedi. Yaşlı çift, gülümseyerek başlarını salladı. “Gülmek, en iyi ilaçtır,” dedi adam. “Biz de birbirimize fıkra anlatırız zaman zaman…”
O sırada muavin, arka sıradaki yolculara çay dağıtmaya başladı. Derken otobüsün ön tarafında, iki genç çocuk dikkatimizi çekti. Sonradan adlarının Kayhan ve Orhan olduğunu öğrendik. Onlar da ODTÜ öğrencisiydiler ve Zonguldak’a bir etkinlik için gidiyorlardı. İyi mi; onlar da birbirlerine fıkra anlatıyorlardı, ama bizim kadar gülmüyorlardı. Selen, “Onlara da bir fıkra anlatalım mı?” diye sordu. “Tabii ki!” dedim.
Selen, fıkra kitabından bir fıkrayı seçti ve yüksek sesle okumaya başladı. Kayhan ve Orhan, başta dikkat etmediler ama fıkranın komik kısmına gelince, gülümsemeleri yüzlerine yayıldı. Sonunda, bize katıldılar ve fıkra anlatma yarışması başladı. Otobüsün içinde kahkahalar yankılanırken, yaşlı çift de bu eğlenceye katıldı. “Bize de bir fıkra anlatın n’olur!” dediler-merak, istek ve ruhla.
O anı asla unutmuyorum; gülüşler, kahkahalar ve karın o beyaz örtüsü
Fıkralara ara verdiğimiz kısa molada, Portakal Teyze, gülümseyerek konuşmaya başladı. “Gençler, benim bir fıkram yok ama bir hikayem var, dinlemek ister misiniz?” diye sordu. Selen ve ben ve neredeyse bütün otobüs hemen dikkat kesildik. Merakla gözlerinin içine baktık. Portakal Teyze, “40 yıl önce, eşimle birlikte yine bu yolda, yine böyle soğuk bir günde İstanbul’dan Zonguldak’a dönüyorduk. O zamanlar çok gençtik, ne hayallerimiz vardı,” dedi.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Eşi, ona sevgiyle bakarak başını salladı. Portakal Teyze, “Dediğim gibi o gün de hava çok soğuktu, ama içimizde bir ateş vardı ki… Yolda giderken, otobüs birden arıza yaptı. Şoför, ‘Biraz bekleyin, tamir etmeye çalışacağım,’ dedi ama nafile! Biz de dışarı çıktık. Kar yağıyordu ve biz, birbirimize sarılarak o soğukta bekledik.”
Selen, “Eee… Bu kadarcık mı…Ya sonra?” diye merakla sordu. Portakal Teyze, gözleri parlayarak: “Dur hele dinle bi kız!” Dedi. “O sırada, ormanın kenarında bir grup çocuk gördük. Onlar da kar topu oynuyorlardı. İçimizdeki çocuk ruhu ortaya çıktı. Hadi bakalım…Onlarla kar topu oynamaya başladık. O anı asla unutmuyorum; gülüşler, kahkahalar ve karın o beyaz örtüsü… O soğuk havada, içimizi ısıtan bir mutluluk.”
Eşi, gülümseyerek ona destek oldu ve heyecanla araya girdi: “O gün, kar topu savaşı sırasında Portakal Teyze, bir çocuğa kar topu attı. Çocuk, çok şaşırdı ama hemen gülmeye başladı. Sonra da karşılık vermek için o da ona kar topu attı. Ve başladık oyuna! O an, birbirimizi tanımadığımız o çocuklarla nasıl eğlendiğimizi size anlatamam kızlar!”
O gün, soğuk havaya rağmen, kalbimiz sıcacık oldu
“Otobüs tamir edilemeyince, o çocuklar bizi evlerine davet ettiler,” diye devam etti Portakal Teyze. “Sadece bizi değil, bütün otobüs yolcularını… Şoförle muavini bile… Onların evinde bir güzel sıcak çay içtik, anneleri bize kurabiyeler yaptı. O gün, soğuk havaya rağmen, kalbimiz sıcacık oldu. O çocukların gülüşleri, bize hayatın ne kadar güzel olduğunu hatırlattı. Zaten biz buna dünden hazırdık!”
“Vay be!” dedik Selen’le birbirimize bakarken. Kayhan ve Orhan da gözlerini dikmiş bizim olduğumuz tarafa bakıyordu. Muavin ve diğer yolcular da. Hatta şoför bile… Hatta, hatta, dışarıdaki ayaz bile.
“Ya otobüs?” diye sordu şoför, merakla.
“Hangi otobüs?” diye karşılık verdi Portakal Teyze.
Sonra koptuk elbette.
“Hayat, her zaman gülümseyecek bir şey bulmamız için fırsatlar sunar”
“O günden sonra, her kış yolculuk yaparken, o çocukları ve o anıyı hatırlarım,” dedi Portakal Teyze. Çok güzel bir kadındı. Yakından baktıkça daha da güzelleşen o kadınlardan. Anlattıkça, daha da cazip hale gelen o dişilerden. Canım Portakal.
“Hayat, her zaman gülümseyecek bir şey bulmamız için fırsatlar sunar. Yeter ki gözlerimizi kapatmayalım,” dedi Portakal Teyze-bunu anlamış gibi.
Sonra geri kalan katıklarımızı paylaştık. Bizdeki kurabiyenin son kalıntılarını, muavinin keklerini, Orhan’ın annesinin yaptığı un helvasını, Kayhan’ın tostunu, Portakal Teyze’nin akide şekerlerini, en arkada oturanların sarmalarını…
Otobüs nihayet Zonguldak’a vardığında, hepimiz gülümseyerek birbirimize bakıyorduk. Keşke yol daha uzasaydı. Keşke daha çok kurabiyemiz, şuyumuz buyumuz olsaydı. Ama, her şeye rağmen, “olmuştu” işte. Her şeye rağmen-OLMUŞTU.