Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ülkü Doğanay yazdı: Ne olmuşsa olmuş!

Kavala neden hâlâ özgür değil?

Dün, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Türkiye’ye hakkındaki AİHM kararını uygulaması ve iş insanı Osman Kavala’yı serbest bırakması için verdiği sürenin dolmasına üç gün kala, mahkemeden bir kez daha tutukluluğun devamı kararı çıktı. Osman Kavala, bu duruşmaya katılmadı. Daha önceki duruşmaya SEGBİS ile bağlanıp “Duruşmalara katılmam ve savunma yapmam anlamsız” demişti. “Sebebi tam da anlaşılmayan” bir biçimde, dört yıldır masumiyet karinesi çiğnenmekte, adil yargılanma hakkı elinden alınmakta, somut dayanağı bulunmayan iddialarla suçlanmaktaydı. Öyle ki, AİHM’nin Aralık 2019’da verdiği hak ihlali kararı, aradan geçen iki yıl boyunca uygulanmamış, o dönemde yargılandığı Gezi Davası’ndan Şubat 2020’de beraat ettirilmiş ancak serbest bırakılmadan apar topar uydurulan bir suçla, bu sefer “casusluk” iddiasıyla tutukluluk halinin devamına karar verilmişti.

Aslında yukarıda kullandığım “sebebi anlaşılmayan” sözcüklerinin yerine “sebebi bilinen” de yazmak mümkün. Bir şekilde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kavala ile çok eskilerden, belediye başkanlığına adaylığı günlerinden kalma bir meselesinin olduğu yönünde söylentiler dolaşmaktaydı. Birbirlerinden pek de hazzetmedikleri bilinen bir gerçekti. Ancak bunun ötesinde, tipik bir sermayedar, bir iş insanı olmamakla kalmayan bir isimdi; bir hak savunucusu, bir sivil toplum aktivistiydi Kavala. Bu yönüyle belli ki, iktidarın çevresinde kümelenen sermayedarlardan da, kameralar karşısında Erdoğan’ın damadı ve dönemin Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak’tan övgüyle söz edebilen Güler Sabancı’dan da, millete ettiği ağza alınmaz küfürle anılan ihale rekortmeninden de farklıydı. Üzerine biçilen kostümü giymemekte direniyordu. Farkı, çeşitliliği hiç sevmeyen, toplumu bir organizma olarak görüp kendini de o organizmanın başı addeden bir iktidar sahibi için bertaraf edilmesi gereken bir tehditti. Bu yüzden, 19 Şubat 2020’de Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, partisinin TBMM Grup toplantısında “Soros’un Türkiye ayağını beraat ettirmeye kalktılar” diye çıkışmaktaydı. Her ne kadar yasalarda “Soros’un Türkiye ayağı olmak” gibi bir suç tanımlanmamış olsa ve Soros’un Türkiye ayağı olma işinin Kavala tarafından nasıl ifa edildiğine dair bir kanıt sunulmasa da, yargılama en tepede yapılmış, hüküm çoktan verilmiş, Kavala’nın mahkemelerde yapacağı savunmanın, hatta mahkemenin vereceği beraat kararının bir hükmünün olmadığını Cumhurbaşkanı yüksek sesle ilan etmişti bile.

Ağanın sözünün üzerine söz olur mu?

“Daha önce örneklerini görmedik mi?” diyeceksiniz. Evet, Rahip Brunson için de Trump’a hitaben “Bu can bu bedende olduğu sürece o teröristi alamazsın” dedikten kısa süre sonra Brunson serbest bırakılmıştı. Gazeteci Deniz Yücel’in iadesi için “Elimizde görüntüler, her şey var. Bu tam bir ajan terörist” ifadelerini kullanmış, “ben bu makamda olduğum sürece asla iade edilmez” demişti. Bir süre sonra Deniz Yücel sessiz sedasız tahliye edilmiş, ilk uçakla vatandaşı olduğu Almanya’ya dönmüştü. Dün, Avrupa Konseyi’nin Türkiye’ye verdiği süre yakında dolacağı ve yaptırım uygulamaları başlayacağı için Kavala’nın serbest bırakılabileceği yönünde oluşan beklentinin dayanaklarından biri de buydu. Daha önce de Cumhurbaşkanı “asla” demiş, ancak uluslararası camiadan gelen baskılara diren(e)meyerek tutsakları serbest bırak(tır)mıştı. Ne var ki bugünkü konjonktürde, son birkaç hafta içinde Türk lirasının dolar karşısında kontrol edilemez biçimde değer kaybetmesine bile isteye sebep olan ve bunu da “Durun bakalım bir şey deneyeceğim” diyerek açıklayan bir iktidar bakımından hapisteki Kavala’nın özgürlüğüne kavuşmuş Kavala’dan çok daha faydalı olduğu anlaşılıyor. Nitekim, Cumhurbaşkanı geçen hafta “Ekonomik Kurtuluş Savaşı”nı ilan ettiğinde, bu savaşın tam olarak kimlerden kurtuluş olduğu anlaşılamamıştı. Nihayetinde yap işlet devret modeliyle inşa edilen köprüler, otoyollar, havalimanları için taahhüt edilen garanti ödemeleri döviz kuru üzerinden yapılıyor, bu ödemelerle ilgili anlaşmazlıklar İngiliz mahkemelerinde görülüyor, ekonomideki kısmi toparlanma için Katar’dan ya da BAE’den gelecek paraya ümit bağlanıyordu. Erdoğan Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı yıllarından kalma bir terimi bugüne taşıyarak “mandacı” ekonomistlerden, “mandacı” siyasetçilerden söz ediyor, faiz-enflasyon dengesine dair tüm dünyanın doğru bildiğini yanlış, kendi bildiğini doğru ilan etmek yoluyla ülkeyi gerçek kurtuluşuna götüreceğini ilan ediyordu. Ancak ısrarla dile getirdiği “halkımızı faize ezdirmeyeceğiz” çıkışı her telaffuz edildiğinde cebindeki paranın an be an eridiğine şahit olan ve karşılığında kendisine düşük faizli kredi borcu vaat edilen dar ve orta gelirli vatandaşa, söz konusu Kurtuluş Savaşı’nın “kimden” ve “neden” kurtuluş olduğunu anlatabilmek için somut bir hedef göstermek gerekiyordu. Böylece tam da bugünlere denk gelen Kavala duruşması, aranan fırsatı verdi. Kavala’nın tutukluluğunun devamı, iktidarını sürdürebilmek için hep daha büyük meydan okumalara ihtiyaç duyan Erdoğan rejimi bakımından, belki de hiç olmadığı kadar işlevsel görünüyor: Böylece, Avrupa Konseyi’nin Kavala’nın devam eden tutukluluğu sebebiyle Türkiye’ye uygulaması muhtemel yaptırımlar ve bunların doğurabileceği ekonomik sonuçlar, kolayca “dış güçlerin saldırısı” olarak pazarlanabilecek; ekonomik seferberlik ilan edilerek dar gelirli vatandaşın kemerleri daha da sıkması ve asla itiraz etmemesi talep edilebilecek ve hep ileriki bir geleceğe ötelenen “güzel günler” vaadi bir sonraki seçimde iktidara bir kez daha oy verilmesine bağlanabilecek. Bir adım ödeye gidersek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamama kararlılığının Avrupa Birliği ile demokrasi, özgürlükler, yargı bağımsızlığı gibi temel konularda anlaşamayan Cumhur İttifakı ve Erdoğan rejimi bakımından kolay yoldan bu yükümlülüklerin tümünden kurtulma, üstelik de bunu mandacılıkla mücadele, ekonomik kurtuluş, bağımsızlık şiarıyla yapma imkanı sağlama ihtimali hiç de düşük değil.

Bu seferki Şam’da Cuma namazı kılmaya benzemiyor

Muktedir, iktidarının ömrünü bir tur daha uzatmak için bu söylediklerimin hepsini yapabilir ya da yapmaya kalkışabilir. Muhtemelen, bir süreliğine bir heyecan dalgası yaratacak, kamuoyu yoklamalarında muhalefetin gerisine düşen puanını birkaç derece yükseltecektir. Ancak bu seferki “seferberlik” Şam’da Cuma namazı kılmaya benzemiyor. Başkalarının ülkesine asker göndererek taraf olunan bir savaş değil; bizzat hepimizin gündelik hayatına yansıyacak, gözümüzün önünde cereyan edecek, sonuçlarını an be an, evimizin içinde yaşayacağımız bir “savaş”. Bu sebeple, yol ne kadar uzun olursa olsun, muhalefet adına doğru atılması gereken ne kadar çok adım olursa olsun, ne AKP’nin ne Erdoğan’ın ne de Cumhur İttifakı’nın girmek üzere olduğu bu yoldan zaferle çıkması mümkün görünmüyor.

Son günlerde iktidar çevresindeki birkaç ismin panik içinde muhalefete, sağa sola yağdırdığı hakaretlere, tehditlere bakın: Cumhurbaşkanı’nın Başdanışmanı olan Saral, geçinemiyoruz protestolarına katılan vatandaşlara “bilimum muhalefet, hepinizin canı cehenneme!… Haydiyin ordan müptezeller” diye hakaret ediyor. AKP Gençlik Kolları Genel Başkan Danışmanı olan Özoğul, hayat pahalılığına karşı sokağa çıkanlara “haddinizi bilin” diye çıkışıp, protestoculara 15 Temmuz’u hatırlatıyor. Bana bu yazının başlığını koyduran hakaret ise iktidarın OHAL fırsatçılığı ve akademisyen ihraçlarıyla tam da istediği gibi şekillendirdiği, kadrolarını kendilerine benzerlerle doldurduğu üniversiteden, bir öğretim görevlisinden geliyor. Protestocuları ve iktidarı eleştirenleri “Bu ülkenin tokadını yiyeceksiniz” diye tehdit eden akademisyen, muhalefete “işbirlikçi soytarılar, vatan hainleri” sözleriyle hakaret ediyor. Sonra da “Euro bilmem ne olmuş dolar bilmem nereye çıkmış, o olmuş bu olmuş, ne olmuşsa olmuş” diye çıkışıyor. Tüm bu hakaretlerin ve tehditlerin çıktığı ağızlara nasıl anlatılır, bunu anlatmanın bir yolu var mıdır bilmem. Ama ben yine de buradan söyleyeyim: İşte tam olarak bu oluyor.

Ülkü Doğanay’ın yazısını Dilek Şen seslendirdi:

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.