Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ülkü Doğanay yazdı: Yalan söyleme, gözlerime bak bu kez

Başlık Reynmen’in “Ela” şarkısından. “Nasıl oldu da gözlerine kandım”, diye soruyor. Sonra da “Gözlerin ela çünkü” diye yanıt veriyor. Bu kadar basit. Ama ben, birinin gözlerinin içine bakacak olsam, bu çiçeği burnunda Bakan Nebati olmazdı. Allah baktırmasın. Zaten o da bana söylemiyor bu sözü. 1 Amerikan Doları’nın 18 Türk Lirası’na karşılık geldiği günün akşamında Cumhurbaşkanı’nın yaptığı “kur korumalı mevduat hesabı” açıklamasının ertesi günü, TRT’de katıldığı özel yayında sorularını yanıtladığı Gülçin Üstün Can’a söylüyor. Yeni kurulan bu sisteme talebin nasıl olduğunu soran ve rakam vermesini isteyen sunucuya “çok çok iyi” yanıtını veren Bakan, talebin ne kadar iyi olduğunun kanıtı olarak gözlerinin içine bakılmasını istiyor. Soruya soruyla yanıt veriyor: “Gözlerime bakar mısınız? Ne görüyorsunuz? Ne görüyorsunuz gözümde?” Sunucunun, “Sizin gözlerinizdeki sevinci görüyorum ama ekonomi rakam işidir” tepkisine rağmen Bakan, ekonominin gidişatının onun gözlerinden okunması gerektiğinde ısrarlı. Hatta daha da ileri gidip ekonominin “gözlerdeki ışıltı” olduğunu iddia ediyor. Ekonominin temenni, güven, istikrar, beklenti işi olduğunu ekliyor.

Hani bu sözleri söyleyen Hazine Bakanı değil de İletişim Başkanı olsa, belki kimse yadırgamayacak. Hatta muhalefet liderlerinin ağzından duysak, mesela Kemal Kılıçdaroğlu çıkıp da “Ekonomi yapboz tahtası değildir, dün öyle dediğine bugün böyle diyemezsin, faizi düşüreceğim diye yola çıkıp mevduat faizini döviz kuruna endeksleyemezsin, ekonomi istikrar işidir” dese ya da Meral Akşener “Milletin vergileri ile beslenen Hazine üzerinden böyle bir risk alamazsın, böyle bir kumar oynayamazsın, ekonomi güven işidir” dese; “haklılar elbette” diyeceğiz. Ama Cumhurbaşkanı’nın bir yandan “Faiz indirimi nastır” diyerek dini gerekçelerle, öbür yandan “kendi tezim” diyerek ekonomi bilimine katkı yapma iddiasıyla öne sürdüğü “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” ısrarı sonucunda birkaç ay içinde bütün ekonomik dengeleri alt-üst olmuş bir ülkenin Hazine Bakanı’nın ağzından duyuyoruz bu sözleri. Daha birkaç gün önce Türk Lirası’nın döviz karşısında değer kaybetmesini Cumhurbaşkanı’nın büyük bir buluşu olarak pazarladığı Yeni Ekonomi Modeli’nin gereği ve arzu edilir bir durum olarak ifade eden Bakan söz konusu. Faiz artırımına kesinlikle gidilmeyeceğini ilan ettikten hemen sonra mevduat faizlerini döviz kuruna endeksleyerek dolaylı yolla faiz artıran, üstelik bunun yükünü vergi mükelleflerinin sırtına yıkan bir ekonomi yönetiminin Bakanı, güvenden söz ediyor.

Konuk olduğu programda gözlerinin içi ışıldayan Bakan da kendince haklı. Kazancını dövize yatırarak Türk Lirası’nın hızlı değer kaybından bir nebze de olsa korunmaya çalışan küçük yatırımcıyla değil onun işi. Güven vermek istediği, istikrar olmasa da her durumda kazanç vaat ettiği, ne kıt kanaat geçindiği maaşının bir kısmını dövize yatırarak kendince enflasyon karşısında korunmaya çalışan dar gelirliler ne de sınırlı miktardaki birikiminin eriyip gitmemesi için çabalayan küçük yatırımcılar. Açık açık söylüyor bunu. Daha önce de söyledi. Bakan olur olmaz verdiği röportajda, Sevilay Yılman’a “Bitersek hep beraber biteceğiz” açıklamasını yaparken “Sen maaş alıyorsun. En fazla neyini kaybedersin? … Ama ben bütün varlığımı kaybederim… 1.000 çalışanımız var. … Babamın bana bıraktıklarını kaybederim” sözlerini kullanması boşuna değildi. Önceki gün NTV’de yaptığı “15 liradan, 16 liradan, 17 liradan dolarını alanlar var … Çarpılan kim oldu? Küçük yatırımcılar. Küçük yatırımcılara eziyet ettileraçıklaması da bütün bu olup bitene rağmen gözlerinin içinin neden hala gülmeye devam ettiğini gösteriyor. Pazartesi günü kimlerin kur 18 liranın üzerine çıkmışken yüklü miktarlarda döviz bozdurduğunu bilmiyoruz. Ertesi sabah kimlerin 12-13 liradan tekrardan dolar aldığını da muhtemelen hiç öğrenemeyeceğiz. Ama Bakan, pazartesi günü piyasalar kapandıktan sonra, tasarruf sahiplerine dövize endeksli faiz vaat edilmesinin ardından gelen döviz kurundaki ani düşüşle kimin “çarpıldığını” ya da kime “eziyet edildiğini” kendisi itiraf ediyor. Tıpkı aynı gemide olduklarını iddia ettiği insanlara “Sen ne kaybedersin ki? En fazla maaşını kaybedersin” derkenki rahatlığıyla söylüyor bunu.

Bile isteye tırmandırılan döviz kurunun bile isteye bir gecede, küçük tasarruf sahiplerine birikimlerini en azından koruyacak kadar zaman tanımadan düşürülmesiyle yaşadıkları kayıptan, sadece ve sadece küçük tasarruf sahiplerini sorumlu tutarak. Haksız mı? Haklı. Kendi deyişiyle birilerinin “çarpması” için başkalarının da “çarpılması” gerekiyor çünkü.

Bir tür saadet zinciri. Bu zincirde gözlerinin içi gülenler her durumda kazanmayı garantilerken ne artlarında bıraktıkları yıkıntıyı umursamakta ne de girdikleri kumarın büyüklüğünden korkmakta. Birileri “Büyük kazanmak için büyük oynamak gerek” diye düşünüyor olmalı.

Diğer yandan sadece sistemin her zaman olduğu gibi en aşağıdakini ezmesi, büyük oynayanların en zayıf halka üzerinden kazancına kazanç sağlaması sorunu değil bu sefer karşı karşıya olduğumuz. Muhtemelen, Cumhurbaşkanı’nın ardı ardına yaptığı açıklamalarla bilerek tırmandırdığı kur krizinin kontrol edilemez bir noktaya bu kadar çabuk geleceğini iktidar sahipleri de öngörememişlerdi. Pazartesi günkü baş döndürücü tırmanışla birlikte, belki seçim öncesinde göreli bir rahatlama ve kozmetik bir düzelme hissi yaratmak için kullanacakları son çareye erken başvurmuş gibi görünüyorlar. Kısa süreliğine de olsa, kontrolün yeniden ellerinde olduğu ve cumhurun başının cumhuru her türlü beladan kurtarmaya ehil tek kişi olduğu illüzyonunu yaratmanın sevinci var Bakanın gözlerinde. Ne var ki, henüz erken seçim kararı alınmış değil. Kartlar masaya erken açıldı. Mevcut şartlar altında, tehditle ve zorla doğalgaza, akaryakıta, elektriğe, temel gıda maddelerine yapılan zamlar geri aldırılamazsa -ki böyle bir şey olmayacak- erken seçim iktidar bakımından çok büyük bir risk. Bu sebeple, bu geçici sevinç dalgası durulduğunda, saadet zincirini sürdürebilmek için elindeki tüm kartları kullandığını ve yapacak başka bir şeyi kalmadığını fark etmesi çok uzun sürmeyecek. Hep öyle olur. Zincir en zayıf yerinden kırılır.

Ülkü Doğanay’ın öneki yazıları:

Öyle OHAL komisyonları vardı ki onlar aslında hiç yoktular

Bir ihtimal daha var – Gidiyor gitmekte olan

İlk sahibinden az kullanılmış kamu hizmeti – AKP’nin Kılıçdaroğlu videoları

Ne olmuşsa olmuş!

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.