Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ülkü Doğanay yazdı: Erdoğan’ın medya genelgesinin anatomisi

Bir ülkenin cumhurbaşkanlığı makamı, televizyonda yer alan bir yarışma programının kaldırılması için genelge yayınlar mı? Neden olmasın? Demokratik kurumlarla yönetilme iddiasını çoktan yitirmiş bir ülkede tek bir imzayla her şeyi yapmak mümkün. Gerçi hafta başında yayınlanan medya genelgesi ilk bakışta yabancı formatlı bir programda yarışan ünlülerin yüzlerine taktıkları maskeden duyulan rahatsızlık nedeniyle çıkarılmış gibi görünse de, ottan çöpten incinen “yerli ve milli değerlerimiz”in her ihtiyaç duyulduğunda hak ve özgürlükleri kısıtlamak için öne sürülmesi olağan bir hal aldı. Sayın Cumhurbaşkanı, beş yıl önceki şarkısı nedeniyle ve yine aynı gerekçeyle Sezen Aksu’yu dillerini koparmakla tehdit edip sonra da “Ben onu kast etmedim” demesinin üzerinden birkaç saat geçmeden, gerçekten de kast ettiğinin tek bir kişi ve tek bir şarkı olmadığını bundan daha net biçimde nasıl ifade edebilirdi ki?

Aslında bu medya genelgesi, bize bundan sonra da yerli ve milli değerlerimiz ve hassasiyetlerimiz gerekçesiyle dilleri koparılmakla tehdit edileceklerin hiç bitmeyeceğin göstermesi bakımından tarihi bir belge. Bu ve bundan sonra çıkarılması muhtemel genelgeler, iktidar tarafından sadece gündemi kontrol etmek için değil, dilediğini susturmak, toplumu sindirmek ve medyayı tümüyle kontrol altında tutmak için de kullanılmaya devam edecek. Girizgahına baktığınızda pagan kimi semboller taşımakla itham edilen yarışma programını konu ediniyormuş izlenimi verse de, genelgenin bu kadar dikkat çekme sebebi, içeriği itibariyle gençlere, çocuklara ve her ne hikmetse aileye kötü örnek olduğunu iddia ettiği bir televizyon programının önüne geçme arzusunun çok ötesinde bir anlam taşımasından kaynaklanıyor. Cumhurbaşkanı, bu genelgeden feyz alarak kendiliğinden harekete geçmesini talep ettiği “ilgili kurum ve kuruluşlara” yine genelgedeki ifadelerle “tüm yazılı, sözlü ve görsel basın ile yayımları” denetleme ve “toplumumuzun temel değerlerine aykırı olduğu”na kanaat getirdiği her türlü içeriğe yaptırım uygulama talimatı veriyor. İfade ve basın özgürlüğü gibi anayasa ve uluslararası sözleşmelerle korunan yasayla sınırlanamayacak temel hakları böylece, basitçe hazırlanmış ve imzalanmış bir sayfalık bir metinle askıya alma imkânı bulan iktidarın, bunu yapabiliyor olmanın verdiği rahatlıkla hareket ettiğini düşünmek için elimizde pek çok sebep var. Günü geldiğinde, bizler için uygun gördüğü yaşam tarzına aykırı olduğuna kanaat getirdiği -sosyal medya da dahil- her türlü medya içeriğini ve düşünce beyanını engellemek için de buna ya da başka genelgelere başvurması mümkün: Böyle her yöne çekilebilecek bir metni Resmi Gazete’de yayınlatmak yoluyla, iktidarın maaşlı sosyal medya trollerinin yürüttüğü linç kampanyalarına eşlik eden milli hassasiyetlerin incindiği iddiası artık yargı eliyle gazetecileri, sanatçıları tutuklatmak gibi yordamlarla sınırlı kalmayacak… Zaten baskı ve tehditlerle iyice daralan ifade özgürlüğü alanını tümüyle ortadan kaldırmak ve yaşam tarzları üzerinden yaratılan kutuplaşmayı en uç noktalarına ulaştırmak için de elverişli olan bu araç, söz konusu televizyon programının alelacele yayından kaldırılmasıyla kullanıma sunulmuş oldu.

Gençlerin, çocukların ve “ailenin” sanki zararlı neşriyattan korunması için yayınlanmış gibi görünen bir genelgeden bu sonucu nasıl vardığımı soracak olanlar için biraz daha açayım: Bunun işaretini “gereken adımların kararlılıkla atılması” talimatının altının nasıl doldurulduğunda görüyoruz. Öncelikle “milli kültürü yabancılaşmaya ve yozlaşmaya karşı muhafaza etmek”ten söz ediyor. Altına dilediğinizi yazabileceğiniz, istediğiniz yöne çekebileceğiniz bir hedef. Mesela televizyon kanallarında ya da radyolarda yabancı müzik yayınlanmasını yasaklayabilirsiniz milli kültürü korumak için. Aynı gerekçeyle Talibanvari uygulamalara kapı açabilir, heykeli, resmi, hatta kadın sesini yasaklayabilirsiniz. Yabancı filmlerin, dizilerin, yabancı formatlardan uyarlanmış eğlence programlarının yayından kaldırılmasını isteyebilirsiniz. Hepsi milli kültür adına yapılmış olur ne de olsa. Çeşitlendirmek mümkün.

Genelge, bütün bu milli kültürü yabancılaşma ve yozlaşmaya karşı koruma retoriğini toplumun tüm kesimince kabul görecek ve herkes açısından ulvi bir amaç olarak kabul edilecek “çocukların bedensel ve zihinsel gelişimlerini olumsuz etkileyecek içerikleri” önleme görevine dayandırıyor. Ancak çocukların yanına gençleri ve aileyi eklemeyi de unutmuyor. Böylece, öncelikle çocuklar gibi, gençlerin de kendi iradeleriyle hareket edemeyecek, kendi kararlarını alamayacak, kendilerini “tehlikelere” karşı koruyamayacak, kendi bedensel ve zihinsel gelişimlerinden sorumlu olamayacak bireyler olarak işaretliyor. Hani sık sık salonlarda toplayıp “bizden önce elektrik yoktu, gaz lambası vardı” diyerek oylarına talip oldukları gençlerden söz ediyoruz. Televizyonda izledikleri bir yarışma programından olumsuz etkilenebilecek ve AKP iktidar olmadan önce bu ülkede ne yol, ne havaalanı, ne evlerde buzdolabı ne de elektrik olmadığına inanacak kadar saf oldukları varsayılan gençler. Bir bakıma “bu söylediklerimize inanacak kadar saf olabilirsiniz, ama siz yine de bize oy verecek kadar akıllı olun” denilen gençler. Diğer yandan genelge, çocuk ve gençlerin “tüm yazılı, sözlü ve görsel basın ile yayımların” zararlı içeriklerinden korunması gerektiğinden söz ediyor. Buradan anlıyoruz ki, dili koparılmakla kast edilen nasıl Sezen Aksu değildiyse, burada da mevzu televizyonda yayınlanan yarışma programı değil. Zaten açıkça, “çocuk ve gençlerimiz üzerinde oluşturacağı olumsuz etkilerin önlenmesi amacıyla ulusal ve yerel medya organlarının tehdit ve tehlike oluşturan bu tür yapımlarına karşı ilgili kurum ve kuruluşlar tarafından gerekli tüm tedbirler”in gecikmeksizin alınacağından söz ediyor: Ulusal ve yerel, yazılı, sözlü ve görsel tüm medya organları birer “tehdit” ve “tehlike” kaynağı olarak tespit ediliyor.

Genelgede dikkati çeken bir diğer unsur, çocuk ve gençlerin yanına ailenin de korunması gereken bir varlık olarak eklenmesi. Çocukları onların duygusal gelişimine zarar verebilecek yayınlardan korumak için önlemler almak, elbette yöneticilerin görevleri arasında sayılabilir. Bunun için, televizyon ekranlarınızın köşesinde yer alan uyarı işaretlerini fark etmişsinizdir. Bir programın hitap ettiği izleyiciyi tanımlamak için geliştirilen yaş, şiddet, cinsellik, olumsuz davranış gibi uyarı ikonları (RTÜK’ün sayfasında akıllı işaretler olarak açıklanıyor) Türkiye’de 2006’dan bu yana kullanılıyor. Bu konuda sorumluluğu, olması gerektiği gibi ebeveynlere veren devlet, belli ki şimdilerde ebeveynlere de güvenmiyor ve hatta “aile” adı altında onların da zararlı neşriyattan korunması gerektiği konusunda kararlı. Aslına bakarsanız, tıpkı çocuklar ve öyle olduklarını iddia ettiği gençler gibi ebeveynlerin ya da bir aileyi oluşturan yetişkinler her kimse onların da, kendi “duygusal ve bedensel gelişimleri” için neyin iyi neyin kötü olduğunu anlayamayacağına kanaat getiriyor. Sadece her şeyi tek imzayla yapmaya yetkili tek merci olmakla yetinmiyor, çocuklarımızın, gençlerin ve biz yetişkinlerin adına da karar vermekte ısrarlı. Oturma odalarımıza girerek bizi bizden korumakta kararlı. Ne var ki burada yaman bir çelişki karşımıza çıkıyor. Genelgenin korumak istediği “aile” soyut bir kavram. Her şeyden önce bir toplumsal kurum. Nasıl ki kendisi de soyut bir kavram olan devleti zararlı neşriyattan koruyamazsanız, aileyi de koruyamazsınız. Kaldı ki, başlı başına ailenin kendisinin bir suç makinesi gibi işleyebildiğini, istismarı, şiddeti ve suçu, gelenek, ataerki ya da namus gibi kisveler altında, çoğu zaman kol kırılır yen içinde kalır diyerek örtbas etmeye ne kadar meyilli olduğunu örneklerle biliyoruz. Yok canım, bizim yerli ve milli ailemizde olmaz öyle şeyler diyenlere sadece ünlü Palu ailesini hatırlatmak isterim.

Gelelim çocuklarımızı duygusal gelişimlerine zarar verecek içeriklerden koruma meselesine. Son günlerde yaşanan pek çok olay, siyasetçilerin ellerine mikrofon verip alkışladıkları çocukları öncelikle kendilerinden koruması gerektiğini gösteriyor bize. Özellikle de kendi nefret dillerinden.

Ülkü Doğanay’ın önceki yazıları:

18 ay daha beklersek bizi kim kurtaracak?

Bir rejimin fotoğraf albümü

İki buçuk Türkiye

Yalan söyleme, gözlerime bak bu kez

Öyle OHAL komisyonları vardı ki onlar aslında hiç yoktular

Bir ihtimal daha var – Gidiyor gitmekte olan

İlk sahibinden az kullanılmış kamu hizmeti – AKP’nin Kılıçdaroğlu videoları

Ne olmuşsa olmuş!

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.