Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Roj Girasun yazdı: Ahmet Resai Bey’den Ekrem Bey’e


1930’un sonbaharında Mustafa Kemal Paşa bir yurt gezisi yapmaya karar verdi. Kendisine yakın milletvekili, bürokrat ve gazetecileri trenine alarak yola koyuldu. Yurt gezisinin tek bir amacı vardı: 1930 seçimlerinden sonra CHP’nin yaşadığı başarısızlığın halk nezdindeki izlerini soruşturabilmek.

Mustafa Kemal’in aynı senenin başlarında Türkiye siyasi hayatına çeşitlilik için bizzat kurdurduğu muhalefet partisi, Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF) kimsenin beklemediği kadar ilgiyle karşılanmıştı. SCF’nin Genel Başkanı Fethi Okyar’ın bile beklemediği bir ilgiydi bu. SCF, tek parti iktidarından bunalan Türkiye halkına bir umut olarak görünmüş ve aynı sene yapılan belediye seçimlerinde SCF, birkaç aylık parti olmasına rağmen 30’un üzerinde belediye kazanmayı başarmıştı. (1) Ancak SCF’nin ömrü çok uzun olamamış sadece 99 gün kadar hayatta kalabilmişti. SCF’nin CHP’ye alternatif olması üzerine Mustafa Kemal’in de isteği üzerine parti, kurucuları tarafından feshedilmişti. İşte bunların üzerine Mustafa Kemal yanına bir heyet alarak memleket turu yapmaya karar verecekti. Trenin ilk hedefi Samsun’du. Samsun, Mustafa Kemal’in 1919’da İstiklal Savaşı’nı başlattığı sembolik açıdan önemli bir şehirdi. Sembolik şehir Samsun, birkaç ay önce gerçekleştirilen yerel seçimlerindeyse CHP’nin adayını değil SCF’nin adayı Boşnakzade Ahmet Resai Bey’i belediye başkanı olarak seçmişti.

Boşnakzade Ahmet Resai Bey

Tren yolculuklarında Mustafa Kemal’in en büyük âdetlerinden birinin etrafındakilere soru sormak olduğu söylenir. Bu soruların cevabı çoğunlukla Mustafa Kemal tarafından bilinirdi ama zaten soruların amacı Mustafa Kemal’in etrafındakileri denetlemesiydi. O yüzden bu gezilerde kimileri verdiği cevaplarla Mustafa Kemal’in daha çok gözüne giriyor; kimileri de cevaplarıyla daha çok gözünden düşüyordu. Hasan Ali Yücel, bu gezide Mustafa Kemal’in “Sıfırı tarif edebilir misiniz?” sorusuna, “Sıfır işte efendimizin solunda olan bendenizim” cevabını vererek öne çıkacaktı. Kendisinin Mili Eğitim Bakanlığı’na giden kariyer yolunda Mustafa Kemal’in odağına girmesi için ilk basamaktı bu cevap.
Samsun Valisi General Kazım İnanç ise Hasan Ali Yücel kadar zeki olmadığından mı olsa gerek bilinmez, yaptığı siyasi hatayla Mustafa Kemal’in gözünden hızla düşecekti bu gezide. İlk hatası muhalefetin gösteri yapmasını önlemek üzere şehrin askerlerle doldurulmasıydı ve bu yüzden Mustafa Kemal, halkın nabzını tutma şansı bulamayacaktı. İkinci hatasıysa, Samsun’un SCF mensubu muhalif belediye başkanını, Mustafa Kemal’in vereceği resepsiyona davet etmeyi unutmasıydı. Mustafa Kemal, valiye hatasından dolayı kızmış, apar topar Samsun’un seçilmiş Belediye Başkanı Ahmet Resai Bey’i masasına davet ettirmişti.

Ahmet Resai Bey, masaya geldiğinde sessizce oturur. Masadakilerin aksine ne bir şey yer ne de içer. Mustafa Kemal bunu fark edince sorar: “Ne o reis beyefendi, yoksa rakı günah diye içilmiyor mu?” Ölçülü ve alttan alan bir cevap gelir: “Hayır efendim, yemek yemiş bulundum da…” (2) Ardından konuyu belediye başkanlığına getirir Mustafa Kemal. Ahmet Resai Bey’in istifa etmesi gerekmektedir paşaya göre çünkü madem ki SCF kendisini feshetmiştir öyleyse Ahmet Resai’nin belediye başkanlığını sürdürmesine de gerek yoktur. Ahmet Resai Bey, hiç beklenmedik bir şekilde karşılık verir:
”Paşam, reisliğe o fırkanın namzedi olarak seçildiğimi kabul etmiyorum. Bu intisap, halkın şahsıma karşı bir itimadı şeklinde tecelli etmiştir. Mesele sırf seçimin serbest olmasından ibarettir. Eğer bu vaziyette istifa edersem halkın bu teveccüh ve itimadına karşı küfranı nimette (nankörlük) bulunmuş olurum. Eğer bendenizin bu işte kalması arzu buyurulmuyorsa, hükümetin elinde kuvvet vardır, Şûra-yı Devlet (Danıştay) vardır, intihabı fesheder. Bendeniz de o zaman halka karşı mahcup vaziyette kalmam.”

Ahmet Resai Bey, sözlerini söyledikten sonra izin isteyerek masadan ayrılır. Mustafa Kemal bunun üzerine Samsun Valisi Kazım İnanç’a daha da kızar.

“Vali Paşa hazretleri, belediye reisi seçtiğiniz bu adamın yaptıklarını gördünüz mü? Her şeyden evvel terbiyesiz. Şehirlerine misafir geliyoruz; soframıza yemek yiyerek geliyor. İçki ikram ediyoruz, içmiyor, sonra da bir Reisicumhur sofrasında biz kalkmadan defolup gidiyor.” (3)

Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’u ziyareti 1930

Bu yemekten birkaç gün sonra Samsun Valisi Kazım İnanç’a görevinden el çektirilir. Belediye seçimlerinin de yenilenmesi kararı verilir Danıştay tarafından. Ahmet Resai Bey de baskılar nedeniyle aday olmaz.

Seçimler, tek bir partinin ve tek bir liderin siyasi geleceğine hizmet ettiğinde demokrasi bir sandık fetişinden öteye gidemiyor. Türkiye’nin kuruluş yıllarında tek parti olan CHP’nin etrafında şekillenen seçim sandıkları bunun ilk örnekleridir. AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan seçim sandıklarının önemini her şeyin üstünde tutuyor. Erdoğan ve AK Parti’nin sandığa endeksli demokrasi bilinci de sadece kendi partilerinin kazandığı bir siyasi tahayyülden ibaret. Bu tahayyül, Türkiye’nin kuruluş döneminde yaşadığı sancıları akla getiriyor. Geçtiğimiz günlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesine yönelik bir soruşturma açıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, İçişleri Bakanı Soylu ve son olarak iktidara desteğini sürdüren MHP lideri Devlet Bahçeli, bizzat İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu hedeflerine aldı. İmamoğlu ve İBB yönetimi, göreve ilk gelmelerinden itibaren çeşitli vesilelerle hem Erdoğan’ın hem de diğer AK Partili yöneticilerin odağında yer aldı. Açılan son soruşturmayla beraber artık iktidar İmamoğlu’nu resmen hedefine koymuş oldu. Ekrem İmamoğlu’nun yerine kayyum atanır mı? Bu soruya şimdiden cevap vermek zor. Ancak Erdoğan’ın yıllardır gündeminden düşürmediği CHP’nin tek parti dönemindeki baskıcı politikalarının benzerini kendisinin muhaliflere yapıyor olması tarihin bir cilvesi olsa gerek. Şöyle diyordu Hegel ünlü vecizesinde: “Bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir.”

(1) Cem Emrence, 99 Günlük Muhalefet Serbest Cumhuriyet Fırkası, İletişim Yayınları, İstanbul, 2018, s:182.

(2) Andrew Mango, Atatürk: Modern Türkiye’nin Kurucusu, Remzi Kitabevi, 2010, İstanbul, s:546.

(3) A.g.e.,546.

Roj Girasun’un önceki yazıları:

Kolluk güçlerinin siyasallaşması bu kadar mı normal?

Vaktiyle bir Atsız varmış

Yine de miting deyip geçmemek gerek…

Yine mi Abdullah Gül?

Türkiye’nin stratejik konumu o kadar önemli mi?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.