Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Haluk Levent yazdı: Bilim ile teknoloji arasındaki bağ

Bilimle teknoloji arasındaki ilişkiyi pek sorgulamıyoruz. Aslında aralarındaki bağ bugünkü büyük gelir ve servet eşitsizliğinin kaynaklarından birini barındırıyor. Genel kabul gören anlayış bilimin, özellikle temel bilimlerin kendine has bir iç mantık ile ve toplumdan tamamen soyutlanmış bir biçimde geliştiğini söyler. Teknoloji ise doğrudan çeşitli ürünler ve yaşam tarzı vazederek veya dolaylı olarak çeşitli mal ve hizmetlerin üretim süreçlerini biçimlendirerek gündelik hayatımıza etki eder.

Tüketiciler mal hizmetleri kullandıklarında farkında olsunlar veya olmasınlar teknolojinin dönüştürücü gücünü hissederler.  Örneğin, cep telefonu son 25 yılda hayatımıza girdi ve tümüyle değiştirdi. İletişimin yanı sıra ve belki de daha çok oyunlarıyla, müzik ve video platformları ile eğlence ve toplumsal ağlara giriş aracı, mekansızlaşmayı artıran bir toplantı ve iş yapma aleti olarak gündelik hayatın önemli bir parçası oldu. Bütün bu faaliyetleri gerçekleştirirken teknolojinin ardındaki bilimden büyük ölçüde habersiz kalıyoruz. Bilimsel ilerlemeler olmasaydı, bilim dünyayı anlamamıza imkan tanımasaydı teknolojik gelişmelerin ortaya çıkması mümkün olamazdı.

Bilim ise, Alvin Toffler’in, İlya Prigogin ve Isabelle Stengers’nin harikulade kitapları Kaostan Düzene (Order out of Chaos) için yazdığı takdim yazısında belirttiği gibi “… Oldukça yoğun geri besleyici ilmeklerle topluma gömülmüş ve ona bağlanmış bir açık sistemdir.” Bilimin toplumla bağı salt yapabilirlik ve kolaylaştırıcılık üzerinden gerçekleşmez. Asıl önemli ve geri besleme fonksiyonunu ortaya çıkartan bağ düşünsel planda gerçekleşir. Yani bilim bir yandan toplumsal dönüşümün araçlarının yaratılmasına katkı sunarken diğer yandan dış çevrenin yani toplumun kültürünü kendi hakim düşüncelerine katarak dönüşür. Bilimin kendisi bir düşünce ve anlama aracı olarak faaliyet göstererek toplumun önüne düşer ve aynı zamanda toplumdan çeşitli yollarla beslenir. Elbette ideal durumda, yani bu karşılıklı alışverişin kanalları açıksa.

Toffler’in ikinci vurgusu teknoloji ile bilimin bağını tarif etmek açısından daha önemli: bilim “açık bir sistemdir.” Gerçekten, bilimsel faaliyetlerde performans ölçüsü, yapılan paylaşımların sayısına ve kalitesine bağlıdır. Bilim insanları için esas olan ürettikleri bilginin meslektaşları tarafından tartışılmak üzere yayınlanması ve sunulmasıdır. Bu tartışmalar ve bilimsel kamuoyu ile paylaşılan çalışmalar bilimsel gelişmenin yakıtını oluşturmaktadır.

Bilimin, özellikle temel bilimlerin bugün uğraştığı konular genellikle birden fazla bilimsel disiplinden çok sayıda araştırmacının birlikte çalışmasını gerekli kılıyor. Bu türden büyük organizasyonlar için güçlü kurumlara ve yine büyük laboratuvarlara ihtiyaç var. Bütün bunlar kamu tarafından finanse edilmek durumundalar. Milyarlarca dolarlık laboratuvarlar veya CERN, ITER gibi onlarca milyar dolar tutarındaki maliyetler özel sektör için çekici gelen harcamalar değil. Bu durumda, bilimsel faaliyetin esas olarak kamu tarafından finanse edilen ve çeşitli yöntemlerle kamuoyu ile paylaşılan çalışmalara dayandığını söylemeliyiz.

Buna karşılık teknolojik gelişmeler ise esas olarak mühendislik faaliyetlerine dayalı olarak ortaya çıkar. Bilim bilgi birikimini oluşturur, sonrasında bu bilgi yığınından gündelik hayata dair sorunlar için çeşitli çözümler veya iyileştirmeleri sağlayan teknolojik gelişmeler, ürünler yaratılır. Bir kamusal mal olarak bilimsel çalışmanın “piyasa değeri” sınırlıdır, oysa teknolojik gelişmelerin üretim maliyeti ile orantılı olmayan bir piyasa değeri olduğunu söyleyebiliriz. Bu değeri ortaya çıkartan teknolojik ürünün paylaşımını sınırlandırmaya yarayan “fikri mülkiyet hakkıdır”. Diğer bir deyişle teknoloji üretimi bilimsel üretimin aksine kapalı, hatta sıkı sıkıya korunan bir alandır. Bu kapalılık durumunun yarattığı kıtlık hali teknolojiyi geliştiren ve/veya piyasalaştıran kişi ve kurumlara olağanüstü kar marjları yaratır.

Çoğunlukla bizim maruz kaldığımız büyülü hikayelerdir. Garajda keşfedilen, geliştirilen ve oyunun kurallarını değiştiren müthiş buluşlar, aşırı zeki insanların bazen tesadüflere bağlı büyük buluşları, vb. Ancak bu hikayelerin ne ölçüde gerçeği yansıttığı şüphelidir. Piyasaların ağır eksik rekabet koşulları genellikle buluşu yapanlar ile buluşları piyasalaştıranların farklı şirketler olmasına, piyasa hakimiyetini ellerinde bulunduran şirketlerin genelde gerçekleşen buluşları bir şekilde hakimiyetleri altına almalarına neden olduğu söylenebilir. Yani piyasa ile birlikte şirket siteme girer. Çok sayıda örnek arasından en güncellerinden biri Biontech aşısıdır.

Aslında aşı meselesi bilim – teknoloji – toplum arasındaki bağları ele almak için çok uygun bir örnek. Büyük ve ölümcül bir salgının ortasında, kanser araştırmaları yapan bir özel kurumdan önemli bir teknolojik buluş geldi: mRNA aşısı. Yeni ve özellikle bireysel tıp gibi kanser ve benzeri ölümcül hastalıklara çare olabilecek bir teknolojinin alandaki ilk uygulaması olarak da değerlendirilebilecek bir buluş. Ancak bu aşının piyasalaştırılması ise piyasada güçlü dağıtım kanalına sahip önemli aktörlerden birine kaldı. Buluşu gerçekleştiren bu defa ürüne ortaklığını koruyabilecek kadar güçlüydü, bazen buluşçuların özellikle kurumsallaşmasını tamamlamamış buluşçuların bu şansa da sahip olamadıklarını da biliyoruz.

Ancak burada bir başka noktayı daha ele almalıyız. Bu aşı hiç kuşkusuz, temel bilimler ve sağlık bilimlerinde gerçekleştirilen devasa bilgi birikimi kullanılarak gerçekleştirildi. Peki kamu malı niteliğindeki bu bilgi birikiminin payı ödendi mi? Madem ürünün piyasalaştırılması söz konusu tüm paydaşların üretilen değerden payını alması gerekirdi. Bırakın bu tür bir paylaşımı büyük ihtimalle aşının keşfi ve üretimi sırasında da hatırı sayılır kamusal fonlar kullanılmıştır.

İkinci olarak, büyük salgından etkilenen tüm insanlar bu ve benzeri aşılara erişebildiler mi? Kolonyal dönemden bu yana ortaya çıkmış devasa servet eşitsizliği ve buna bağlı gelir eşitsizliği çok sayıda insanın aşıya erişimini halen engelliyor. Bu engellerin tarihsel kökenleri hiç kuşkusuz aşıya erişimin tam olarak sağlanmasını ahlaken zorunlu kılar. Üstelik Dünya Sağlık Örgütü’nün sayısız çağrısına ve girişimine, gelişmiş ülkelerin defalarca yeniledikleri taahhütlere rağmen erişim sağlanmadı. Öte yandan küresel ölçekte %80-85 civarında aşılanma gerçekleşmezse bu salgının tam olarak bitmeyeceği, yeni varyantların ortaya çıkması için uygun alanların bu yoksul ülkelerde ortadan kalkmayacağı biliniyorken erişim sağlanamadı.

Aşının üretim maliyetinin 60 sent satış fiyatının ise 18 – 20 dolar aralığında olduğu yani yaklaşık 30 katlık bir fark olduğu söyleniyor. Bu yüksek fark, pek çok benzeri üründe olduğu gibi geliştirilen teknolojinin rantı olarak tanımlanır ve değerlendirir. Bu rantın paylaşımında aslan payı şirketlere giderken bir bölümü de buluşu gerçekleştirenlere kalır. Buluşun temelini oluşturan bilgi birikimini sağlayan bilim ve kamusal fonları yaratan topluma ise müşterilikten başka bir rol kalmaz. Piyasanın teknoloji, bilim ve toplum arasındaki bağı etkileme yolu bununla da sınırlı olmadığının da altını çizmekte fayda var.

Öte yandan bu hikaye günümüzdeki olağanüstü hızlı büyüyen gelir ve servet eşitsizliğini açıklamak için yeterli de değildir. Çünkü burada halen değer teorisinin geçerli olduğu bir alandan bahsediyoruz. Asıl sorun, değer teorisinin geçersizleşmeye başladığı alanlardan kaynaklanıyor. İleriki yazılarda bu konu etraflıca tartışılacak.

Haluk Levent’in önceki yazıları:

Teknoloji, toplum ve iktisat

Türkiye işgücü piyasasında kadınlar

Yağmacı devlet kavramı

Paralel evrenler – Bir iktisat teorisinin yazılmamış tarihi

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.