Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Sevilay Çelenk yazdı: Tahtın da bahtın da bir nihayeti var

Az daha atlıyordum, Biritiş imparatorluğu Kraliçe Elizabeth’in tahta çıkışının 70. yılını kutlamaya hazırlanıyor. Neyse ki bir arkadaşım hatırlattı da 70. yıl kutlamaları vesilesiyle planlanan bir dizi etkinliği gözden geçirme fırsatı buldum. Sonra baktım ki İlber Hoca da geçen haftaki bir yazısında bu konuyu ele almış ve Kraliçe Elizabeth’in 70 yıllık hükümdarlığına, tahtta geçirilen bu sürenin Avrupa tarihinde rekor bir süre olduğuna filan etraflıca değinmiş. Taht ve baht hikayelerine benim gibi meraklı olanlar ona da bir baksın. İsteyen kraliçenin gözlerindeki pırıltıya da bir baksın. Göz fetişisti Maliye Bakanı Sayın Nureddin Nebati Londra’daymış nitekim. Kraliçeyle değilse de Londra’daki yatırımcılarla bir araya gelmiş. Toplantı sonrasında görüşmelerin çok olumlu geçtiğini söylemiş ve Londralı yatırımcıların gözlerindeki parıltıdan söz etmiş: “Yatırımcının gözlerinden anlıyorsunuz. Gözler gerçekten önemli” demiş. Te Allam ya. Yazıya ara verip kalktım aynaya baktım bir yol, ne parıltı ne bir şey…

Kraliçe için yapılacak kutlamalara gelince, ülke tarihinin tahtta en uzun süre kalan hükümdarı için yapılacak etkinlikler hakkında siz ne tür tahminlerde bulunurdunuz bilmiyorum ama Biritişler yeni bir tatlı yaratmak için bir yarışma düzenleyecekmiş! “Platin Yıldönümünün” en esaslı etkinliklerden biri de bu. Artık adı “Tahtabastı” tatlısı mı olur “Yetmiş-pare” mi olur ne olur bilemiyorum. Başka etkinlikler de var. Euronews’den özet geçersem, “yeşil kubbe” projesi çerçevesinde ağaç filan dikip onların yerini gösteren dijital bir harita yapmayı planlıyorlarmış mesela. Olsun bunlar da birer etkinlik. Euronews dedim de dön dolaş Euronews’e de sardırdılar. Ulusal medyanın iliğini kemiğini kurutmak yetmedi, sırada Euronews, DW Türkçe ve Amerika’nın Sesi var. RTÜK bu üç uluslararası haber sitesine de lisans şartı getirdi. Gel de kraliçenin gözleriylen ilgilen…

İşte böyle, kaç zamandır Buckingham Sarayı’na bir uzanayım istiyordum fakat memleket halleri o kadar köşeye sıkıştırıyor ki başımı kaldırıp da başka bir yere bakamıyorum. Buckingham da arada kaynıyor böyle, yazık oluyor güzelim saray olaylarına. Biz burada kendi meselelerimize gömülmüşken Kate Middleton dördüncü çocuğu yapacak mı yapmayacak mı tartışmaları gündemden tümüyle düştü. Yine de ne yapacakları belli olmaz ama William ve Kate çifti uzun zaman önce “daha fazla genişlemeyeceğiz” diyerek dedikodulara son verdi. Zaten, nereye genişliyorsunuz bacım? Yedi yılda tam üç çocuk yapmışınız, neyin hırsıdır bu? Bu zamanda dört çocuk nedir? Dünya lideri bile üç çocuk derken…

Bir yanda bunlar öte tarafta kaçak guzular var ki onları da çok başıboş bıraktım. Neyse ki onlar da ikinci çocuğu yapıp köşeye koymuştu zaten. Biraz da duruldular galiba, pek sesleri solukları çıkmıyor. İmzaladıkları sözleşmelerin gereğini bile yerine getirmiyorlarmış. Spotify ile yaptıkları 30 milyon dolarlık anlaşma gereği üretmeleri beklenen içerikleri de üretmemişler. Spotify gaçak guzular yüzünden her dakika 665 bin dolar zarar ediyormuş. Muhtemelen “Ne yapacak Spotify, canımızı mı alacak” diye bakıyorlar. Öyle ya guzuların attığı adım bile size bir içerik, daha neyin içeriğini istiyorsunuz?

Kraliyet sahalarındaki dikkat çekici bir diğer konu ise, S.J Bennett adlı yazarın kraliçeyi dedektif yaptığı roman dizisi. Dizi dediysem şimdilik iki kitap var. Ama devamı kesin gelir, çok şeytani bir polisiye fikri doğrusu. Sarayın dehlizlerinde ne kriminal hikayeler ne entrikalar ne gizemler dönüyor. Bunları önce Allah sonra kraliçe biliyor tabii. Öyle bizim Hürrem dizisindeki gibi eline pıçağı geçirenin kapı arkasına sindiği hikayeler beklemeyin. Suç da soruşturma da çok ince çok diplomatik yollarla dokunmuştur bence. Yetmiş yıldır Biritiş imparatorluğuna hükmeden birinin neler neler görüp geçirdiğini bir polisiye yazarı tahayyül etmeye görsün zaten. S.J. Bennett de bir sabah uyanmış ve kraliçenin isteseymiş ne iyi bir dedektif olabileceğini düşünmüş! Biliyorsunuz bizim Sultan Abdülhamid’de de vardı o dedektif damarı ama hayat izin vermedi. The fate of the Orient… Hey gidi.

Dediğim gibi S.J. Bennett’in dedektif kraliçe tahayyülünden doğan iki roman yayınlandı bile. Bu romanların verdiği esinle, ben de kışlık sarayımızın tüm şahsiyetlerini birer birer gözden geçirdim, fakat yok Beştepe’den dedektif medektif çıkmaz. Çok zor. Dedektiflik öyle paldır küldür kararnamelerle idare edilecek, akşamdan sabaha kır dök yapılacak bir iş değil, sabır işi, ince iş… O da bir kültürel hegemonya meselesi. Okçuluğa da hiç benzemiyor, gemiciliğe de. Belki Sümeyye diyordum ama yok o da olmaz. Dur bakalım, dedektif kraliçe romanlarını okuma şansı bulayım da bu konudaki düşüncelerimi de daha ayrıntılı paylaşırım sizinlen.

Üç gündür balkona minik bir kuş dadandı arkadaş, gelip gelip cama tıklıyor sabahın köründe. Fransız guşu. Ne istiyor anlayamadım gitti. Cama vurmaktan yorulunca, kapı koluna atlıyor, minicik gövdesiyle üstünde zıplıyor resmen, açabilecekmiş gibi. Ekmek ufaladım yemedi, su var balkonda içmiyor. Kapıyı açtım belki ev sahibi içeri girmeye alıştırmıştır diye ama girmedi. Üç gündür aynı saatte geliyor. Adını Juliet koydum. İllaki anlayacağız ne istediğini. Sabahları geliyor. Bugünkü mesaisini tamamlayıp gitti. Saraydan mı kaçtı bu guş acaba, Versay’ın bahçelerinden? Hayır öyleyse bileyim de başka bir yaklaşım geliştireyim diyorum. Belki müzik filan dinletirim guşcaaza.

Fakat Allah canımı almasın ki bu yeni tatlı yaratma işini ben epeyce uzun zamandır deniyordum. Aşırı şerbetli tatlıları da kakaolu ve çikolatalı olanları da sevmiyorum. Böyle “tatlı gibi ama değil gibi” bir şeyler icat etme peşindeydim. Fakat işte bu konudaki denemelerimi sürdürürken işin adını koymayı, kendi olayımı “yeni bir tatlı icat etmek” gibi bir fikir şeklinde sunmayı da hiç akıl edememişim. Biritiş yapıyor işte. Linkten bakın başka bir dizi etkinlik daha var. “Ana etkinliklerin ardından kraliçenin 1953’teki taç giyme töreni sırasında giydiği kıyafet ve kostümler Windsor Kalesi’nde sergilenecek”miş. Güzel, yakışır. Kraliçenin “yeşil kubbe” yahut “dumansız hava sahası” filan namına tebaanın elinden kaptığı sigara paketlerini, yerlerden toplayıp biriktirdiği izmaritleri sergileyecek değiller.

Ya izmarit dedim de aklıma geldi yine. Sayın Cumhurbaşkanının onun bunun elinden kapıp toplattığı sigara paketlerinlen, açılışlarda kullandığı makaslarlan kulleksiyon yapıyormuşlar. Mademki sigara paketleri, açılışta kullanılan makaslar ve kurdeleler hatta belki de sayın Cumhurbaşkanı leblebi yerken etrafa uçuşan tozları biriktirecektiniz, Atatürk tapıncından alıp veremediğiniz neydi vicdansızlar? Meğersem elinden sigarası kapılan herkese paket imzalatılıyormuş, etraftaki tanıklar da ayrıca imzalıyormuş. Üç kere “Bıraktım, bıraktım, bıraktım” deyince de bu iş bitiyormuş. Valla helal olsun. Sigarayı bırakmak hiç kolay iş değil, onu bilir onu söylerim. Bu şekil bıraktırana da helal olsun. O paketlerlen sergi de açar, hatta neden olmasın saray da kurar. Jelatin Sarayı…

Fakat arkadaş nasıl bir memleket düştü payımıza ya… Nasıl bir saray, nasıl bir hükümdar… Ahmet Hakan olsa bu yazıyı burada keser ama ben kesemiyorum işte. Saray desen var, hükümdar desen var. Prenseslerin, prenslerin ve hatta damatların soyuna bereket. Bari biraz renkli ve neşeli bir magazin verin. Hayır yok, o da yok. Sigara paketinden sergi, makastan kulleksiyon. Sanırsın Türkiye’de de biri diğerinden ayrı dizayn edilmiş on adet makas bulma imkanımız var. Yok bence. Bu neyin sergisi o zaman? Açılışların sergisi, makas bahane…

Madenlilerin bir “yan kalmak” deyimi vardır, sanırım yamulmak manasına geliyor. Mesela ders çalıştığını söyleyen birine hiç inanmadığını gösteren bir ifade olarak kullanılabilir: “Çalışa çalışa yan kalmışsın zaten” diye. Bunlarınki de o hesap “Aça aça yan kaldılar”. Yamuldular. Aça saça 20 yıl devirdiler ama vatandaş bir şey görmüyor. Vatandaş da bir şey görsün desen, buzdolaplarını domateslen doldurur, onun da açılışını yaparlar. Makas da ayrıca sergilenir.

Onlar yokken buzdolabı da yoktu biliyorsunuz. Şimdi elektriğimiz bile yok ama olsun… Ne diyelim? Açın bakalım açabildiğiniz yere kadar. Tahtın da bahtın da bir nihayeti var.

Sevilay Çelenk’in önceki yazıları:

İnsanlık Sokağı nerede?

Bu kurumlar ve bu bürokrasi nasıl normalleşecek?

Tümüyle trolleşmiş AKP siyasetinde ağa dolanmak

Gezegen öldüren kuyruklu yalanlar

Çorbayı tası bırakmışlar, naslarla uğraşıyorlar

Seviyorlar Hacı, haberin olsun!

Ama sayaç da işliyor Hacı!

Tutturmuşlar bir prompter!

Yoksa işte toplum yaşamı dediğin şey nedir ki?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.