Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Sevilay Çelenk yazdı: Tümüyle trolleşmiş AKP siyasetinde ağa dolanmak

AKP siyaset ve bürokrasi dünyasında hemen her dönem, yapıp ettiklerine bakarak, “Ama bu kadar da olmaz ki” dediğimiz isimler ya da kurumlar oldu. “Bu kadar da olmaz” dediğimiz her şeyin âlâsını yapmaya devam ettiler. Belki de buradaki payımız üzerine biraz düşünmenin de zamanı gelmiştir. Biz sosyal medyada geniş bir toplum kesimini mobilize ederek gündeme oturan kimi gelişmelerin tefsiriyle meşgulken onlar da istikrarlı, sessiz ve derinden işlerini görmeye devam ediyor. RTÜK yönetimi gibi. RTÜK Başkan yardımcısı İbrahim Uslu müzik yayını yapan kanalları tek tek arayarak Sezen Aksu şarkısını çalmamaları yönünde uyarıyormuş. Hatta “Şahane Bir Şey Yaşamak” şarkısını paylaşanların ağır yaptırımlarla karşılaşacağı yönünde tehdit dili kullandığı iddiaları var.

RTÜK yönetimi kendi işini hakkıyla yapmak dışında her şeyi yapıyor maşallah ve iki günde bir gündeme oturuyor böyle. Gerçi gündeme oturdu dememe de bakmayın. Yarım günlük ve üç-beş satırlık gündemler bunlar. Sonra yerini başka gündemlere bırakacak. Hoş zaten konu terk edilmeyip sakız gibi uzatılsa ne olacaktı? Hop oturup hop kalkmayla siyaset alanında bir değişiklik yaratmak mümkün olsaydı, AKP’ye en az 10 yıl evvel veda etmiş olurduk. Ama öyle bir şey yok. Atara atar, gidere gider yapmakla yarattığımız bir netice varsa o da yapılanların tümünü normalleştirmek, haksızlık ve hukuksuzluk etrafında biriken dönüştürücü öfkeyi boşaltmak oluyor. Bu öfke sağlıklı bir muhalefet rotası bulamıyor ve bir gündem konusu hızla ötekinin yerini alıyor. Genel olarak sosyal medya özel olarak da Twitter paylaşımlarıyla hep birlikte yapıp durduğumuz şey biraz da bu. Oysa biraz yavaşlamak lazım. Yavaş siyaset, yavaş ve uzun erimli bir siyaset lazım. Kendimizi paldır küldür AKP’nin kazanma ihtimali olan bir seçimde bulabileceğimiz endişesi tam da bütün diğer endişeler gibi iş görüyor; zayıf bir tehdidi bir hakikat haline getirmeye doğru gidiyor.

Sosyal medya dedim ama ağırlıklı biçimde siyasetin güncel olaylarını merkeze alan gazete ve benzeri mecralardaki yazılarda ya da video analizlerde de benzer bir eğilim söz konusu. Hepimiz aynı zaafa yakalanıyoruz. AKP’nin tümüyle trolleşmiş siyaseti politik gündemi anormal derecede hızlandırıyor ve en önemli konuları bile gelgeç hale getiriyor. Biz de bu gündemlerin ağına yakalanıyoruz. Oysa bu hafta gündeme oturan ve yepyeni gibi görünen kimi olaylar hiç de yeni değil aslında. Bir olayın hızla diğerini unutturduğu kısır bir döngü içinde debelenip duruyoruz.

Bu hafta da birbiriyle bir biçimde ilişkilenen ve inanç-inançsızlık, din-hukuk gibi ikilikleri tartışmamızla sonuçlanan kimi meseleler oldu. Bir tarafta Enes Kara’nın intiharı, öte tarafta Sezen Aksu’nun yeniden keşfedilerek hedefe oturtulan “Şahane Bir Şey Yaşamak” adlı şarkısı vardı. Cemaatler, tarikatlar, din, inanç özgürlüğü, hukuk ve laiklik hepsi birden yeniden tartışma alanını kapladı. Oysa Enes Kara olayı müthiş derecede üzücü bir olay olsa da ne dindar muhafazakâr ailelerin çocuklarının sıkışmışlıkları ve bir çıkış yolu arayışları konusu yeniydi ne de Sezen Aksu’nun başına gelenler. Özellikle birinci konu muhakkak başka biçimlerde konuşulabilmeli. Fakat bir türlü olmuyor. Oysa bu acı olayları bu trolleşmiş siyasetin dışında bir yerden düşünmek ve konuşmak gibi bir etik sorumluluğumuz var.

Dediğim gibi Sezen Aksu’nun başına gelenler de yeni değildi. Benzer olaylar daha evvel de yaşandı. Fazıl Say’ın Twitter’da paylaştığı bir “Hayyam” rubaisi nedeniyle, dini değerleri alenen aşağılamaktan suçlu bulunarak 10 ay hapis cezasına çarptırılmasının üzerinden sekiz yıl geçti. O tarihten bu yana aynı türden suçlamalar çerçevesinde meydana gelen sosyal linçlerde hemen hiçbir değişiklik yok. Bu sekiz yıllık süreçte kimler kimler aynı suçlamalarla hedef haline getirildi bir düşünün. Kesintisiz bir süreç… Ben bu satırları yazarken Cumhurbaşkanı Erdoğan da konuya çok tehditkâr bir dille bir yorum getirdi. Çamlıca Camii’ndeki cuma namazı sonrasında mihraptan yaptığı konuşmada isim vermeden de olsa Sezen Aksu’yu hedefe koydu. “Hakaretlerin bini bir para. Bütün bunların karşısında dimdik duracak olanlar sizlersiniz. Hz. Adem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri yer geldiğinde koparmak bizim görevimizdir. Havva validemize kimsenin dili uzanamaz. Onlara da had bildirmek bizim görevimizdir.” Mevzubahis olaya dil koparmaktan söz ederek dahil olmuş oldu. Allah sonumuzu hayretsin. Oysa o şarkıda bir hakaret olmadığını da herkesten iyi bilir. Fakat mesele de zaten bu değil.

Kısacası “dini değerlerin alenen aşağılandığı” meselesini gerekirse üç yıl gerekirse bir yıl sonra taban konsolidasyonu için araçsallaştıran siyaset dilinde yeni bir şey yok. Hedefe koyanlar kendi pozisyonlarında sımsıkı duruyor. “Dini değerleri alenen aşağılamak” gibi akan suyu durduran güçlü bir ithamla, sokak kavgasında sarf edilen sözlerden popüler bir şarkıya ve Twitter’dan paylaşılmış bin yıllık rubaiye kadar hiçbir şey atlanmıyor ve anında yaftalanıyor. Bizler de bu sürece kesintisiz tepkiler silsilesiyle cevap üretiyoruz. Bin yıllık bir hikaye… Bu hikayeyle bu yöntemlerle başa çıkamıyoruz. Bu çok açık. Bugün yine sosyal medyada dolaşıma sokulan ve ilahiyatçı Cemil Kılıç’a ait iki paylaşım vardı. Birincisinde “Allah’ın ayetleri ile bakara makara diye dalga geçen biri vardı. Ne oldu ona? Dinbazlar onu da protesto etti mi?” diye soruyordu. Bunun bir öncesinde de “Sezen Aksu’yu protesto ettiklerini sanıyorlar ama haşa Allah’ı protesto ettiklerinin farkında değiller. Zira Allah Kur’an’da Hz. Adem için asi diyor, zalim diyor, yoldan saptı diyor ve cahil diyor. Bu dinbazların Kur’an’dan haberi yok” demişti.

Haklı olarak güncel siyasete kafa yoran birçok kişi de bir yandan bu konularla ilgili özgür bir tartışma ortamının mümkün olabileceğini savunuyor ve uzun erimli bir zihinsel dönüşümün ancak bu yolla mümkün olduğunu belirtiyor. Ama bir yandan da içinde bulunduğumuz kutuplaşmış ortamda bu ağa yakalanmamak ve dini değerleri sahiplenme adına yapılan saldırılara yine din ya da Kur’an temelindeki yorumlarla karşılık verme tuzağına düşmemek gerektiğini söyleyenler var. Zira tartışma buradan sürdükçe güçlenen de gündelik hayattan politikaya birçok alanda din kurallarına uyumu ve dini merkeze alan, laik düşünceden uzak bir perspektif oluyor. Bunun karşısında ısrarla ve istikrarla hukuku, hakları ve özgürlükleri savunmayı ve bu saldırıları buradan reddetmeyi çok daha anlamlı buluyorlar ki gerçekten de böyle. Her şeyi “değerlerimize saygısızlık” gibi muğlak bir eksende tartıştıran bu troll siyasete “Hayır, din ya da Kur’an öyle değil, böyle buyuruyor” diyerek varacağımız yere çoktan varılmış zaten. Bu yüzden bunlar oluyor.

Bu trolleşmiş AKP siyaseti her an her şeye, onun açıklamasına, bunun giyimine kuşamına, diğerinin Twitter paylaşımına ya da şarkı sözüne saldırıp duruyor. Her birimizde de bunlara anında bir karşılık üretemezsek gündemin gerisine düşeceğimiz, iyiden iyiye yaşam alanlarımız ve imkanlarımızın daralacağı endişesi yaratıyor. Deyim yerindeyse, tepe sersemi yapıyor. Bundan da öyle “inançsızlık” her türlü saygısızlığa maruz bırakılmakla kalmıyor, bizzat suç olarak kabul görüyor. Üstelik de zaten Sezen Aksu’nun şarkısında inançsızlıktan neşet eden bir ifade ya da bir anlayış söz konusu değil. Zaten “Ben oldum olası Allah’a inandım” diyen birinin inancını sorgulamak kimin haddine? Bu ayrı, fakat velev ki inançsız, velev ki bunu da bu şekilde ifade etmiş olsun. Din ve inanç neden bu kadar kırılgan, neden bu kadar rahat bir biçimde “saygısızlık” görebilecek mefhumlar olarak değerlendiriliyor? İnançsızlığı cahillik, kafirlik vs. vs. olarak görmek ve ifade etmek bu kadar “meşruyken,” inançsızlığa da bir parça, haydi saygı gösterilemiyorsa da hayat hakkı tanımak bu kadar mı zor?

Sezen Aksu’yu da şarkısını da bir tarafa bırakalım. Sadece din etrafındaki meselelerde değil, karşımıza “saygısızlık” olarak getirilen birçok mevzuda göreceğimiz şey, genellikle aşırı kırılganlıktan mustarip bir yansıtmadır. “Sana saygı duymuyorum” demek yerine, onun gözlerinde kendi düşüncesini okuyup (ama tersinden okuyup) “Bana saygı duymuyor” diyen (en iyi ihtimalle) narsistik bir kırılganlık söz konusudur ve mütemadiyen başkalarına yansıtılır. Etrafınıza bir bakın; kuşak farklılığından ya da başka şeylerden kaynaklanan ve beklentilere uymayan en basit bir davranışı, “saygısızlık” olarak yaftalayarak insanların emeğini hiçe sayan, yetkisi ve ilişkileri elveriyorsa hiç düşünmeden aşından işinden eden çok kişi görürsünüz. Gündelik ilişkiler bakımından bile son derece üzücü olan bu durum, geniş bir siyaset sathına yayılınca tehlikeli bir hâl de alıyor. Trolleşmiş AKP siyaseti bu kırılganlıkları feci biçimde istismar ediyor.

İlgisiz gibi görünen bu kırılgan narsisizmler üzerine de biraz düşünmek ve bunu ifade etmek gerekmez mi?

Sevilay Çelenk’in önceki yazıları:

Gezegen öldüren kuyruklu yalanlar

Çorbayı tası bırakmışlar, naslarla uğraşıyorlar

Seviyorlar Hacı, haberin olsun!

Ama sayaç da işliyor Hacı!

Tutturmuşlar bir prompter!

Yoksa işte toplum yaşamı dediğin şey nedir ki?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.