Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Arzu Yılmaz yazdı: Kürtler’in Avrupa’ya kaçışı

Bundan tam on yıl önce göç hikayesini dinlemek için evine konuk olduğum bir mülteci kadının söylediği şu sözler aklımdan hiç çıkmadı: “Ölüme kurban olayım, ölümden güzel bir şey mi var”. 

Şırnak, Uludere’nin Mıjin köyünden bir Kürt kadındı. Yüzlerce köyün yakılıp yıkıldığı, faili meçhul cinayetlerin vaka-i adiye haline geldiği 1990’lı yıllarda, çoluk çocuk Irak sınırını yürüyerek geçip Kürdistan’a göç eden onbinlerce mülteciden biriydi.  Bu sözleri de göç yolunda çektiklerini anlatırken etmişti. Şimdi Maxmur’da yaşıyor ve hala çekiyor. Belki ölüme hasret duyacak kadar değil ama hala eziyet içinde bir hayat sürüyor. Savaş uçakları hala tepesinde geziyor, 2019 yılından bu yana kamp ambargo altında. Kampta neredeyse her hafta taziye var. Bir gün dağda savaşırken ölenin, bir gün çalışmak için gittiği Bağdat’ta inşaattan düşenin, bir gün insansız hava araçlarıyla Türkiye’nin kampa yaptığı saldırılarda hayatını kaybedenin cenazesi kalkıyor. 

Geçtiğimiz hafta bir başka Kürt mülteci kadının hikayesiyle karşılaştım. Bu kez Qamişlo’dan 32 yaşında bir Kürt kadını. 7 yaşındaki oğluyla birlikte Şubat 2022’den beri göç yolunda. Hedefi Avrupa. Almanya’daki kızkardeşinin yanına gelebilmek için çıktığı yolda önce Irak Kürdistanı’na, oradan İran’a, oradan da Türkiye’ye geçmiş. Çünkü “Türkiye’ye Suriye ya da Irak sınırından geçmek neredeyse imkansız” diyor. İran sınırından geçerken de Türk jandarması dokuz kez yakalayıp sınırdışı etmiş. En son sınırdışı edildiğinde oğluyla dağ başında yapayalnız iki gün geçirmiş. İran’da sığındığı bir sınır köyünde bir süre kaldıktan sonra yeniden denemiş ve nihayet 9 Ağustos’ta bu kez yakalandığı Türk polisi tarafından Van Mülteci Gözetim Merkezi’ne götürülmüş. Mülteci Gözetim Merkezi’nde kaldığı iki ayın, hayatının en zor zamanları olduğunu söylüyor. “En az 15 kadın, çoğunun çocukları da var yanında.  Hepimiz küçük bir odada kalıyorduk. Gün içinde yalnızca 20 dakika yemek almak için odadan çıkabiliyorduk. Çoğu hasta. Bazen oluyordu, kadınlar kapıyı yumrukluyordu odadan çıkmak için.  O odada geçirdiğim iki ay, son 11 yıldır yaşadığım savaştan daha zordu” diyor. Ama pişman değil. Hele dönmeye hiç niyeti yok. Cebindeki parayı son kuruşuna kadar sekiz aydır insan tacirlerine yedirdiği için, şimdilik Türkiye’de kalacak. Yunanistan’a geçmek için çalışıp para biriktirecek. “Öleceğimi de bilsem geri dönmem, Avrupa’ya gideceğim” diyor, ki aslında Avrupa yolunda ölme ihtimalinin çok yüksek olduğunu da bilerek söylüyor bunu.  

Çünkü Qamişlo’da da ölme ihtimali yüksek. Üstelik hayatta kalsa bile “özgür olmak istiyorum” diyen bu kadın için Qamişlo artık umut vaadetmiyor. Umudunu, Türkiye Girê Spî ve Serêkaniyê’ye girdiğinde kaybetmiş. “Bugün değilse, yarın da Qamişlo’ya girer. Girdiği yerlerde kadınları çarşafa sokuyorlar. Bildiğin şeriat düzeni. O girmese Esad girecek, eskisinden beter olacak” diyor. Diğer yandan, yaşanan ağır ekonomik krizden, elektrik, su sıkıntısından, çocuğunu okula gönderecek olsa bile Rojava Yönetimi’ne bağlı okullardan alınan diplomaların Şam tarafından bile tanınmadığından şikayet ediyor. “Her evden en az bir kişi Avrupa’da. Oradan gelen parayla geçiniyor. Öyle olmasa geçim imkansız. Ama kaçmak için de para lazım. Her bir aile ne yapıp edip evden birini Avrupa’ya gönderebilmek için para bulmaya çalışıyor” diyor. 

En son Kasım 2019’da, Girê Spî ve Serêkaniyê saldırılarının hemen ardından Rojava’ya gitmiştim. Doğrusu, o günlerde hava çok farklıydı. Rojava Yönetimi hayatın hızla normale dönmesi için yoğun bir faaliyet içindeydi. Saldırıdan yalnızca bir ay sonra, tam da Qamişlo’da dikkatimi en çok çeken inşaatlar olmuştu. Bunlar resmi kurumlara ait inşaatlar da değildi üstelik. İnsanlar kendilerine ev, dükkan yapıyorlardı. Moraller bozulmuş ama umutlar da kaybedilmemişti. O günden sonra da Rojava ile irtibatımı koparmadım. Özellikle, Sezar yasası olarak anılan ambargo kararları ertesinde, her ne kadar Fırat’ın doğusu muaf tutulmuş olsa da Rojava’da yaşayanların da ekonomik krizden çok etkilendiklerini biliyordum. Türkiye’nin yaşamı daha da zorlaştıran su kesintilerinden ya da insansız hava araçları eliyle savaşı cepheden mahallelere, çocukların oyun oynadığı sokaklara taşıdığından haberim vardı. Ama son bir yılda Rojava’dan göçün hızlandığından ben de henüz haberdar oldum. Qamişlo’lu genç kadının hikayesinden sonra kimi aradıysam, kime ulaştıysam hepsi aynı şeyi söyledi: “Gençler kalmak istemiyor. Hepsi bir yolunu bulup Avrupa’ya gitmenin peşinde. Aileleri de destekliyor onları. Hem hayatları kurtulsun hem çalışıp para göndersinler ki geride kalanlar yaşayabilsin diye”

Son 11 yılda Rojava’dan ilk kitlesel göç 2013’te yaşanmıştı. 2014’te IŞİD saldırdığında ikinci bir göç dalgası yaşandı ama Kobane’nin IŞİD’den kurtarılışı ertesinde göç edenlerin en az yarısı geri döndü. En son kitlesel göç dalgasının yaşandığı yıl ise Türkiye’nin Girê Spî ve Serêkaniyê girdiği 2019’du. Son bir yıldır yaşanan göç kitlesel değil. Son üç yıldır yaşanan şiddetli savaşa rağmen hayatın her alanında mücadele ederek Rojava’da kalmaya devam eden yüzbinlerce insan var. Fakat anlaşılan o ki özellikle gençler arasında ulusal kurtuluş mücadelesi heyecanının yerini, giderek bireysel kurtuluş mücadelesi telaşı alıyor. Umutlar ya azalmış ya da hepten kaybolmak üzere. 

Bu durumun bir benzerinin, 2017 bağımsızlık referandumundan bu yana Irak Kürdistanı’nda da yaşandığını biliyorduk zaten. Medyaya yansıyan haberler yanında, konuyla ilgili yapılan akademik çalışmalar, Irak Kürdistanı’ndan Avrupa’ya kaçmak isteyenlerin sayısının hızla arttığını gösteriyordu. Irak Kürdistanı da artık bir umut kapısı olmaktan çıktı. Yalnızca Kürdistan bağımsızlık referandumu sonrası yaşanan hayal kırıklığından dolayı değil, ekonomik kriz, önü alınamayan yolsuzluklar, giderek artan siyasi baskılardan bıkan Kürtler kaçmak istiyor. 

Oysa, 2003 sonrasında Irak Kürdistanı’na tersine göç vardı. Bir ayağı Avrupa’da ya da Amerika’da da olsa, Irak Kürdistanı’nda yaşamaktan asla vazgeçmeyeceğini söyleyen onlarca gençle bizzat karşılaştmıştım. Ancak, Irak Kürdistanı ne onlar ne de yıllar içinde Türkiye’den, Suriye’den ve İran’dan kaçıp Irak Kürdistanı’na sığınan Kürtler için bir cazibe merkezi artık. Daha da önemlisi, Türkiye’den ve İran’dan kaçan Kürtler için Irak Kürdistanı, bırakın cazibe merkezi olmayı adeta açık hedef haline geldikleri bir adres haline geldi. Türkiye yalnızca hava saldırıları ya da insansız hava araçlarıyla değil, aynı zamanda sokak ortasında düzenlediği suikastlerle Kürtleri hedef alırken, İran yaklaşık 30 yılın ardından İran Kürt partilerinin kamplarına bomba yağdırıyor. 

Qamişlo’lu 32 yaşındaki kadının 7 yaşındaki oğluyla sekiz aydır süren göç yolcuğunun hikayesi karşıma çıkmamış olsaydı, bu hafta muhtemelen Türkiye’nin PKK ile savaşta kimyasal silah kullanması ya da Erdoğan’ın bir kez daha “PKK’liler 10-15 çocuk yapıyor” diyerek Kürt nüfusunu bir tehdit olarak  göstermesi üzerine yazacaktım. Fakat bu hikaye vesilesiyle bir kez daha Kürtler’in karşı karşıya olduğu asıl tehlikenin, bir başka yazımda Hannah Arendt’e atıfla altını çizdiğim gibi, umutsuzluk olduğunu düşündüm. Zira faşist rejimlerin devamını sağlayan göstere göstere yaptıklarından çok görmediklerimiz ya da göremediklerimiz. Kürtler’in Avrupa’ya kaçışının giderek artması bağlamında açığa çıkan umutsuzluk ise bu gözden kaçanların belki de en önemlisi. Ancak bu umutsuzluğun nedenini yalnızca faşist rejimlerin politikalarında aramak da bir başka körlük olacaktır. Kürt siyasal aktörleri de umudu yeniden yeşertecek bir politik hedef ya da proje ortaya koymuyorlar. Belki de bu yüzden, son zamanlarda ne zaman Kürt sorunu üzerine hasbıhal etsem en sık duyduğum söz “Dijmin bê minet”. Yani, “Kürtlere düşman olan elinden geleni ardına koymaz zaten de asıl biz ne yapıyoruz, ona bakmak lazım” diyor konuştuğum herkes. Savaşmak ya da kaçmak dışında…    

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.