Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Şu bizim dış Türkler, soydaşlar, akrabalar…

Üzerine ahkâm kesilecek uluslararası gelişmeler pek bereketli bu hafta: ABD’de ara dönem seçimleri var. Almanya Şansölyesi Scholz’un ÇKP Kongresi’nin hemen peşine 11 saatlik Çin ziyareti ve devlet başkanı Xi’yle görüşmesi var. (*) Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Barkan Harekâtı’nı sona erdirme kararı var. Irak’ta kurulan yeni hükümet ve KDP-KYB çekişmesi var. Rusların Putin’in henüz yirmi gün kadar önce “ilelebet Rusya toprağı olacağını” duyurduğu işgal altındaki yerlerden olan Herson’dan çekilmesi var. İsrail’de Netanyahu’nun geri gelişi var. Mısır’ın Libya dolayısıyla Ankara’yla diyalogu askıya alması var. Yunanistan’la düşmeyen gerilim var. Tüm bu hengâmede sadık amadeniz tuttu Çarşamba akşamı Michelin rehberinin İstanbul bölümünden hareketle şef Aylin Yazıcıoğlu’nu konuk etti. Bugün de başka konu yazacağım. 

Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş

Bu “soydaş-akraba” söyleminin bizim hariciye dağarcığına girişi, bendenizin de memuriyete intisap ettiği, SSCB’nin dağıldığı ve Bosna Savaşı’nın başladığı 1992 yılına götürülebilir sanırım. Hani şu Rusça simültane çeviri hizmeti sunulan “Türki” yahut “Türkçe konuşan” ülkeler toplantılarının yapılmaya başladığı, aynı zamanda I. Körfez Savaşı bağlamında ABD’nin Irak’ta bugün federe Kürdistan Bölgesi olan yörede güney komşumuz oluşunun Ankara tarafından “dehşet içinde” izlendiği dönem. Peşine o karanlık cinayetlerin, katliamların, ölümlerin, suikast girişimlerinin yaşandığı 1993 ve sonrasında dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Ateş’in ağzıyla Suriye diktatörü Hafız Esat’a sınırboyundan ültimatom verildiği 1998 gelecek.     

Bağlamın anahatlarını böyle kabaca çizdikten sonra filmi hızla ileri saralım. “Balkanlar’dan Ortadoğu’ya dünyanın dört bir yanında Batı Trakya Türkleri, Kırım Tatarları, Ahıska Türkleri, Uygur Türkleri, Gagauz Türkleri, Irak ve Suriye Türkmenleri’nin yanında durmaya devam edeceğiz.” Bu cümleyi Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu 8 Kasım 2022 tarihli hitabından alıntıladım. Resmi bakanlık sayfasında basınla daha önce paylaşılan söz konusu konuşma metnini bulamadım. Soru-yanıt bölümü konulmuş.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu

O bölümde de Çavuşoğlu, “Soydaşla, akrabayla vatandaşı karıştırmayalım. (…) Biz ayrım yapmıyoruz, hepsi bizim vatandaşımız, hepsi bizim kardeşimiz. (devamla Diyarbakır Milletvekili-HDP Paylan’ın “Ben neyim Sayın Bakan?” sorusuna yanıtla) Sen de vatandaşımızsın” şeklinde konuşuyor. Ve yine Paylan’ın “Hiyerarşi yapmayalım” uyarısı üzerine “Hayır, hiyerarşi değil, bunlar kullanılan tabirler” diyor. “Bunlar kullanılan tabirler” bölümü aklımızda dursun. Kimler, nerede, ne zaman kullanıyormuş bu “tabirleri”, onu da tartışırız. 

Topu topu yirmi yıl süren ve 2013’te istifa etmemle kısa kesilen meslek hayatımın ikinci onyılı ya Irak’ta ya da Irak üzerine çalışarak geçti. Dolayısıyla başka deyişle on yıl bakanlıkta Kürt Sorunu üzerine eğilmiş bulundum. O dönemde gayet liyakatlı ve benden kıdemli pek çok meslek büyüğüm, “Aydın’ın yanında Kürtlere söz söylemeyin, çok kızıyor” diye bana toplantılarda, görüşmelerde takılarak, akıllarınca dalgalarını geçerlerdi. Bu defa da “Ne o zoruna mı gitti, neden rahatsız oldun” diyecek pek çok kişi çıkacağından eminim.

Evet, yine alelusûl rahatsız oldum. Neden rahatsız olduğumu da burada açıklayayım. Ama şu kadarını da ifade edeyim. O bana takılanların kafasının, ne zaman LGBTI-Q bireylerin yurttaşlık haklarına dikkat çekmeye, onların eşitlik mücadelesine destek vermeye yeltensem, ilk iş bana “Sen ibne misin?” diye soran aklıevvellerle hiçbir farkı (**) yok. Yanıtını da defalarca (örnekse şurada) verdim: Velev ki ibneyim. Velev ki Kürdüm. Velev ki Aleviyim, Ermeniyim, Yahudiyim, Rumum.

Tabii bunun yanı sıra bir de “Madem hak ve özgürlüklere destek veriyor, demek adam solcu” deyip, sonra yazdıklarıma bakarak “bu nasıl solculuk?” diye öfkelenenler de ayrı. Zira ne üniversitede, ne bugüne dek solculuk iddiam hiç olmadı. Aksine muhafazakârlığın İslamcılık olmadığını, çağdaş Batılı anlamda sağcılığın “kareli ceket-badem bıyık” parantezine alınamayacağını yazıp duruyorum – yine örnekse şurada.

Artık konumuza dönelim: Çavuşoğlu’nun ifadesi, tutarlı bütüncül çokboyutlu dış politika bakımından aksaklık yaratıcı ve okunaksızlığı artırıcı nitelikte. Ayrıca bu ifade önce Selahattin Demirtaş’ın “Yeni Başlayanlar İçin Kürt Sorunu Nedir?” ve ona yanıt ya da katkı olarak Ali Ulusoy’un “Türkler Açısından Kürt Sorunu” yazılarında değinilen izlekleri de doğrudan ilgilendiriyor.

Bıkmadan tekrar edeyim: Dünyada ezici çoğunluğu Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de olmak üzere 35-40 milyon Kürt yaşıyor. Bunların yarısı Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı. Anayasamıza göre yurttaşlığı kan bağı belirlemiyor. Esasen sorunun belki bir boyutu olarak Kürtlük bir etnisiteye dayanırken, Türklük öyle değil. “Kürt Sorunu çözülünce mi cumhuriyet yüzüncü yılında demokrasiyle taçlanır?” yoksa cumhuriyet gerçek anlamda demokratikleştiğinde (muasır medeniyet seviyesine eriştiğinde) mi Kürt Sorunu (kendiliğinden) çözülmüş olur sorularına verilecek yanıtlar da esasen aynı yapılması gereken işleri işaret ediyor.

Yoksa 1921’den 1924’e Teşkilat-ı Esasiye Kanunu/anayasa değişirken ve 1926’da Musul-Kerkük (veya bugünkü federe Kürt Bölgesi) Irak’ta kalırken konu kapanmış olurdu. Şeyh Sait (1925), Ağrı (1926) ve Dersim (1937) isyanları yaşanmazdı. Erivan Radyosu’nun Kürtçe yayına başlaması (1955) ve TİP’in Doğu Mitingleri (1967) Kürt yurttaşlarda yeniden uyanış etkisi yaratmazdı. 12 Mart 1971 darbesinin ardından 1970’lerde Kürt silahsız siyasal oluşumları pıtrak gibi çoğalmaz ve bugüne dek mücadele edilen PKK, Öcalan tarafından 1978’de kurulup, 12 Eylül 1980 darbesinin ardından 1984’de Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla terör eylemlerini (veya belki 4. büyük Kürt isyanını) başlatmazdı.  

Bunlar herhalde ortada bir mesele olmasa olmazdı da esasen “Türklük Sözleşmesi” teriminde bence bir sıkıntı yok. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşına ister Türk, ister Türkiyeli diyelim, elde pasaport sınıra dayanınca, pandemide PCR testi yapar gibi “Buyurun şöyle geçin, yanak içinden alınacak DNA örneği Oxford’a gönderilip, çıkan sonuca göre Orta Asya’dan mı geldiğiniz yoksa Çerkes, Abhaz, Tatar, Boşnak, Arnavut, Kürt, Arap hatta Hitit, Frig vs. olup olmadığınız saptanacak” denilirdi. Yahudi, Ermeni, Rum, Süryani’yi hiç saymıyorum. Yani yurttaşlık (Türklük) zaten üzerinde uzlaşılan ve sürekli güncellenip, mükemmelleştirilen bir sözleşmeyle olur, mutasavver bir kan bağıyla, etnik kökenle, soyla ve akrabalıkla değil.

Ona bakarsanız Yunanistan’la nüfus mübadelesinde Konya’dan yollanan Karamanlılar Türk değildi, Selanik’ten getirilen Sabetaycılar Türk’tü. Çavuşoğlu’nun söylediklerine ve o baskın anlatıya iman edenlere bakılırsa da Ankara’ya neredeyse beş bin kilometre uzaklıktaki Bişkek, bin beş yüz kilometreden yakın Erbil’den daha öncelikli ve ayrıcalıklı olmalı. Yahut Türkiye’nin Bağdat Büyükelçisi karşılaştığı bir Türkmen milletvekilini “vay benim canım soydaşım” diye sarmalarken, Kürt milletvekiliyle rastlaşırsa donuk bir ifadeyle elini sıkmakla mı yetinmeli?

Özcesi, “soydaş ve akraba” sanmam ki İngiltere, Fransa, Hollanda gibi sömürgelerini yitirmiş veya Avusturya, Rusya gibi Osmanlı’nın yanı sıra I. Dünya Savaşı’nda imparatorluk batırmış ülkelerin dış politikalarında belirleyici veya “kullanılan tabirler” olsun. Bugün Ukrayna’nın Rusya tarafından işgaline bakıp, “1945’ten bu yana savaş ilk kez Avrupa’ya geldi” diyerek Bosna ve Kosova’nın üzerinden adeta kuş uçuşu geçen AB üyesi devletlerin ikiyüzlülüğü bir yana. Ama içeride olduğu gibi dışarıda da hem “Kürt anasını göremesin” yaklaşımının bir dışavurumu, hem adı konmamış ve yerine göre bir revizyonizm, irredentizm, nasyonalizm olarak “soydaş ve akraba” söyleminin, Türkiye’nin ne ulusal çıkarlarının etkin korunmasına, ne uluslararası profiline saygınlık kazandırılmasına katkı sunduğu artık anlaşılmalı.            

*İki değerli hocamız, Ceren Ergenç’in “Çin’in Yeni Dönemi” ve İlhan Uzgel’in “Almanya ve Çin’in Küreselleşme Kardeşliği” yazılarını öneririm.

**Hrant Dink’in cenazesinde “Hepimiz Ermeniyiz” pankartı taşınması üzerine erken dönem ofansif mizaha pek düşkün o liyakatlılardan bazıları “Mazallah, ya Bülent Ersoy öldürülseydi” gibi zarif ve empati yüklü nükteler de yapmıştı hariciye koridorlarında.   

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.