Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gülçin Karabağ yazdı: Gençler hangi Atatürk’ü, nasıl yeniden keşfediyor?

Öğrencilik yıllarımızda 29 Ekim’den 10 Kasım’a okullarda büyük bir hazırlık olurdu. Cumhuriyetin kuruluşu kutlanır, sonra da kurucu lider Atatürk anılırdı. Milli bayramların 1990’lı yıllardaki şekliyle kutlandıkları günleri geride bıraktık. 2000’lerde çocukların ve gençlerin okullarda milli bayram kutlamaları ve Atatürk’le ilişkileri bir dönüşüm yaşadı.

Bu sene ben de bir gazeteci olarak bu tarihlerde cumhuriyet, Atatürk ve Anıtkabir’in yapılışı ve sembolik önemi üzerine kıymetli hocalarımızı ağırladığım yayınlar yaptım. Bu süreç beni düşünmeye sevk etti diyebilirim. Şöyle sorular şekillendi zihnimde: 2000’den sonra doğmuş, tüm hayatını AKP iktidarında yaşamış ve dolayısıyla öğrendiği siyasal atmosfer Türkiye’nin AKP iktidarında yaşadığı dönüşüme göre şekillenmiş bugünün gençleri ya da popüler tabirle Z kuşağı, bir kurucu lider figürü olarak Atatürk’le nasıl ilişkileniyor? Gençler Atatürk’ün hangi yönlerini, hangi kimliklerini kendilerine örnek alıyor? Atatürk’ün imzasını dövme yaptırıp, Atatürk ya da Türk bayrağı baskılı tişörtler giyen, Facebook ismini TC ile başlatan gençleri artık daha az görüyoruz, bunun yerini nasıl bir ilişki biçimi aldı, bu dönüşüm hangi dinamiklerin etkisiyle gelişti? AKP’nin “dindar ve kindar” bir nesil yetiştirme ideali günün sonunda kendisini, ailesinin dinle ilişkisini sorgulayıp daha seküler normlarla tanımlayan ve Atatürk’le evrenselci bir damardan ilişki kuran bir nesille mi sonuçlandı?

Bu sorular beni “sivil Atatürkçülük” ve “Post-post Kemalizm” tartışmasına ve Z kuşağının hayattan beklentilerinin Atatürk’ün küresel değerlerle harmanlanan, yüzü Batı’ya dönük ve bilimi önceleyen kimliklerinin yeniden keşfini gördüğüm bir Türkiye tablosuna çıkardı.

Kemalizm’i tek parti dönemindeki haliyle sabitleyip, Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki engeli de Kemalizm olarak tanımlayan ve dolayısıyla Kemalizm’i bu açıdan eleştirip aşmayı amaçlayan 1990’larda güçlenen post-Kemalist paradigma[1] 2010 sonrası AKP iktidarının gittikçe otoriterleşen siyaset yapma biçiminin de etkisiyle yeniden ele alınmaya muhtaç olduğunu gösterdi. Bu da Post-post Kemalizm tartışmalarını gündeme getirdi. Buna paralel bir biçimde Atatürk’ün sivil toplum tarafından yoğun bir biçimde sahiplenildiği ve iktidarın otoriterleşme eğilimine bir karşı duruş olarak sembolleştiği bir süreç de yaşanıyor. Birbirini besleyen bu iki düşünme biçimi ve tartışma süreci de özellikle gençler açısından Atatürk’ün yeniden değerlendirilebilmesinin ve bir kurucu lider olarak farklı nitelikleriyle örnek alınabilmesinin önünü açtı.

“Resmi törenlere sıkışan, halktan kopuk Atatürk algısı”nda özellikle gençler nezdinde bir dönüşüm yaşanıyor. Z kuşağı üzerine yapılan kamuoyu araştırmaları ve son dönemde konuyla ilgili daha da dikkatli bir biçimde yaptığım gözlemlerimden hareketle gençlerin Atatürk’le ilişkilenme biçiminin yeni şekillerine değinmenin Türkiye demokrasisinin geleceğini inşa sürecinde anlamlı bir yeri olacağını düşünüyorum. Meseleye umutvar bir açıdan yaklaştığımı açıkça belirterek sonda gerekçelendirerek tekrarlayacağım çıkarımımı ve dileğimi yazımın başında da söylemek istiyorum: Gençlerin Atatürk’ü kendi yol ve yordamlarıyla yeniden keşfetme biçimlerinden ders çıkarabiliriz. Bu ders Türkiye’nin kuruluş süreciyle helalleşip, gerekli eleştirileri ve dolayısıyla bu eleştirilere uygun düzenlemeleri de yaparak demokratikleşme patikasına hızlı bir adım atmamıza vesile olabilir. Burada amacım çok daha farklı parametrelerin ışığında ele alınması gereken Kemalizm’in veya 12 Eylül 1980 sonrası tabiriyle Atatürkçülüğün dönüşümüne bakmak değil. Merak ettiğim şu anda lise eğitimlerinin son yıllarında ya da üniversite eğitimlerinin başında olan gençlerin kurucu lider olarak Atatürk’le nasıl bir ilişki kurdukları. Bu ilişkilenme biçimi hiç kuşkusuz hem Z kuşağının özellikleriyle hem de Türkiye’nin AKP iktidarında geçirdiği dönüşümle yakından ilişkili.

2020 itibariyle toplam nüfusun yüzde 15,4’ünü oluşturan genç nüfus (15-24 yaş grubu) 12 milyon 893 bin 750 kişi olarak tespit edildi. Konrad Adenauer Stiftung Türkiye Gençlik Araştırması 2021’de gençlerin özellikleri şu şekilde tarif ediliyor:

“Genel bir profil çizmek gerekirse, 18-25 yaş gençliği; sosyal medya kullanımı çok yüksek, yabancı dil bilgisi olan, insani ve toplumsal değerlerin farkında olan, geleneksel muhafazakar değerler yerine bilimsel düşünceyi daha çok önde tutan, siyasal anlamda çoğunlukla Atatürkçü olan, ülkedeki siyasal olayları çok fazla eleştiren, ülke ve dünya gündemini önemli ölçülerde takip eden, cinsiyet eşitliğine ve insan – hayvan haklarına inanan, çevreye duyarlı, ülkenin temel kurumsal yapılarına karşı güveni çok gerilemiş ancak değişimini isteyen, kendi içinde umutsuz görünse de umut veren bir profile sahiptir. Bu profil, illerin sosyolojik ve etnik yapılarına göre farklar taşısa da ülkenin her tarafında güçlü bir şekilde kendini göstermektedir.”

Aynı araştırmadan hareketle Z kuşağının en temel özelliklerine küreselleşme söyleminin içine doğmuş olmaları ve teknolojik olanakları, özellikle iletişim araçlarını etkin kullanabilmeleri de eklenebilir. Araştırmada “internet gençliği” olarak da isimlendirilen genç neslin kendi kültürel kodlarını oluşturduğunun da altı çiziliyor. (Bu arada yeri gelmişken Z kuşağı tabirinden, Z kuşağına atfedilen tüm özelliklere ve zaten her neslin kendi kültürel kodlarını oluşturup oluşturmadığına dair tartışmalara hiç girmediğimi not düşmek isterim.)

Araştırmaya katılanların en çok güvendikleri kişiler yüzde 70,3 oranla bilim insanları olurken katılımcıların tamamına yakını (yüzde 98,2) sosyal medya kullandıklarını belirtmiş. Katılımcıların yüzde 42’si Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyesi olmasının Türkiye için çok iyi olacağını söylemiş. Ele aldığım soru açısından araştırmadan çıkarılan en önemli sonuç da araştırmaya katılan gençlerin yüzde 83,3’ünün “Atatürk benim için önemli” ya da “çok önemli” demesi.

Türkiye Raporu Kasım 2022 araştırmasında sorulan “Sizce Mustafa Kemal Atatürk’ü hangisi en iyi tanımlar?” sorusuna 18-24 yaş aralığındaki katılımcıların yüzde 64,1’i “kurtarıcı” cevabını vermiş.

Acaba bu “dijital kuşak” elindeki teknolojik imkanlarla resmi tarih anlatısının alternatifine daha rahat mı ulaşıyor? Yoksa gençlerin Atatürk’ü sahiplenmesi geçmişi nasıl öğrendikleri ya da tarif ettiklerinden ziyade gelecek vizyonlarıyla mı ilişkili? Z kuşağı nasıl yaşamak istiyor ki bu tabloda Atatürk kendine anlamlı bir yer bulabiliyor?

Z kuşağının niteliklerinden de göreceğimiz üzere, önceki nesillere göre sol, İslamcı, milliyetçi vs. kalıplarla düşünme ve yaşama eğilimleri daha az olan bir nesilden bahsediyoruz. Kendisini ve isyanını daha çok sosyal medya mecralarında gösteren, uzun süre apolitik olarak nitelendirilmiş ama şimdi gördüğümüz üzere “güvencesizlik” içinde ve buna karşı politik hattını farklı siyasal mücadele yöntemleriyle ifade eden gayet politik bir nesilden bahsediyoruz. Kendi politika ile ilişkilenme biçimim ya da benden daha büyük nesiller üzerinden baktığımda Z kuşağının Atatürk’le ilişkisinde şöyle bir avantajı ve konfor alanı var gibi geliyor. Türkiye sol tarihini 10 yıllık periyotlara ayırdığımızda kabaca 1960’lar solunun Kemalizm ile yakın ilişki içinde geliştiğini, 70’ler solunun ise küresel sol hareketlerin de etkisiyle Kemalizm’e daha sorgulayıcı bir mesafede durduğunu söyleyebiliriz. SSCB’nin dağılmasıyla iki kutuplu dünyanın sona erdiği, tarihin sonu tezlerinin ortaya atıldığı 1990’larda ise daha çok kimlik siyasetinin ön planda, siyasal ve ekonomik liberalizmin egemen olduğu bir tabloyla karşılaşıyoruz. Siyasal angajmanını böylesi bir 10 yılı arkasına alarak oluşturmuş 2000’li yılların gençlerinin, Atatürk’le onun evrenselci, Batı’ya dönük, entelektüel kimlikleri üzerinden ilişki kurmasının daha kolay olduğunu düşünüyorum. Şu anda gençler Atatürk’ün kurtuluştan kuruluşa “anti-sömürgeci”, “bağımsızlıkçı”, “devrimci”, “asker” niteliklerinin yanı sıra ama ondan ziyade muasır medeniyetlere ulaşma, medeni bir toplum olarak yaşama arzusunda, bilimsel bilginin ışığında oluşturduğu iç ve barışçı dış politika vizyonuna sahip çıkıyor.

Kendimi sosyalist olarak tanımlamaya başladığım ve siyasal angajmanımı oluşturduğum zamanlarla karşılaştırdığımda açıkçası “Atatürkçü” olarak nitelendirilmemek adına bir lider olarak Atatürk’le belirli bir mesafeyle yaşamam gerektiğini düşündüğüm zamanları hatırlıyorum. Geldiğimiz noktada gençler Atatürk’ün hangi niteliklerini örnek alabileceklerine daha özgür bir biçimde karar verebiliyor.

Prof. Dr. Fuat Keyman “Atatürk’le Helalleşme” başlıklı yazısında şöyle diyor: “İktidar ve taraftarlarının Türkiye tablosunda, Atatürk’ü, cumhuriyeti, Kurtuluş Savaşı’nı değersiz gösterme çabaları yer alıyor. …  O sadece, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ve sömürgeciliğe karşı savaşın lideri olduğu için değil, siyasal, ekonomik, kültürel ve eğitim alanındaki modernleşmeyi güvenliğin anahtarı olarak gördüğü için küresel ölçekte saygın, değerli, mirası hala geçerliliğini koruyan bir lider olmuştu”.

Gençler kaderin garip cilvelerinden birini yaşatıyor herkese ve özellikle siyasi iktidara. AKP iktidarının ilk 10 yılında vesayetle mücadele adı altında cumhuriyetin kuruluş süreci ve Türkiye modernleşmesiyle bir hesaplaşma yaşandı. Bu hesaplaşmanın en önemli figürü kuşkusuz Atatürk’tü çünkü cumhuriyetin kuruluşu ve Türkiye modernleşmesine dair tüm nitelikler Atatürk’te sembolize ediliyordu. Tüm bu hesaplaşma sürecinin muhtemelen ilk başta tahmin edilemeyen birçok sonucu oldu. Onlardan en önemlisi de yıllarca mili eğitim içerisinde bir anlamıyla dikte edilerek genç dimağlara nakşedilen ve askeri niteliği ön planda olan Atatürk imajının yavaş yavaş yok olmasıydı. Bu boşluk dolmayabilirdi de ama sonuçta görünen o ki gençler bu boşluğu bir şekilde dolduruyor.

Artık okullarda milli bayramlarda Atatürk büstü önünde asker selamıyla öğrencilerin saygı duruşunda durması beklenmezken Atatürk’ün huzuruna çıkma anlamında Anıtkabir’in bahçesi siyasi iktidara yönelik şikayetlerin dillendirildiği sivil bir protesto alanına dönüştü. Milli bayram kutlamaları okullardan ve resmi kurumlardan sokaklara taşındı. Okulların resmi tarih anlatısının içine sıkışmış bir Atatürk’ten farklı nitelikleriyle kendisine halk nazarında ve sokakta yer bulmuş bir Atatürk figürüne dönüş görüyoruz. Gençler seküler bir hukuk sistemi, toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı bir toplum formülasyonu, çağdaş bir eğitim sistemi ve barışçıl bir dış politika istiyor ve benim yorumum o ki bunu kendi okumalarıyla eriştikleri Atatürk imajında buluyor.

Gençler Atatürk’e dair iki zıt kutupta duran anlatılardan yavaş yavaş kurtuluyor gibi görünüyor. Bu zıt kutupların bir ucunda tek başına Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurmuş ve tüm yaptıklarıyla eleştirilemez, adeta “tanrısal” bir figür olarak Atatürk varken, diğer kutupta da Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engel ve bütün otoriterleşmenin cisimleştiği adeta “şeytanileştirilmiş” bir figür olarak Atatürk durmakta. Tarihsel gerçeklik ise bu iki uçta da değil. Gençler kendi yol ve yöntemleriyle ve içerisinde yaşadıkları siyasal atmosfer sebebiyle ihtiyaç duyduklarını karşılamak amacıyla Atatürk’ü modern, sivil, dünya değerlerine açık, bilimsel düşünceye sahip bir siyasal aktör olarak sahipleniyor. Bu adımlar bence hem tarihi anakronizme düşmeden eleştirel bir mesafeyle ele alabilmenin hem de tarihte önemli yer tutmuş siyasal aktörleri ayakları yere basan bir biçimde, eleştiriden azade olmayan insanlar alemine çağıran bir yolun kapısını aralıyor. Umutlu bir biçimde siyasal mücadele yolları arayan biri olarak başta söylediğimi tekrar etmek istiyorum. Bu anlayış Türkiye’nin rekabetçi otoriter rejimden çıkıp ibresini tekrar demokrasiye doğru yönlendirip yönlendirmeyeceğinin belli olacağı böylesi tarihsel bir anda oldukça yol gösterici olabilir.


[1] Post-Kemalizm eleştirisi olarak post-post Kemalizm üzerine Berk Esen ve İlker Aytürk tarafından derlenen “Post-Post-Kemalizm – Türkiye Çalışmalarında Yeni Arayışlar” başlıklı kitap burada kısaca değindiğim tartışmayı derinleştirmek için oldukça faydalı olabilir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.