Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ayşe Çavdar yazdı: Cumhuriyet’in yüzüncü yılında iki siyasi vaat – Çaresizlik ve kuşku

Muhalefetin tüm renklerinden kuşku duyuyoruz. Haklı sebeplerimiz var. Bizim, kim bilir hangi sebeplerden doğan bu coşkulu, asla teskin olmayan kuşkularımızın memleketin yaklaşık yüzde 60’ının artık bitmesini istediği iktidarın ömrünü uzattığından da şüpheniz olmasın. Fakat bu çelişkili durumdan, muhalefet hakkındaki kuşkularımızı, güvenmeyişlerimizi, hatta iktidar olduktan sonra yapabilecekleri ve yapamayacakları konusundaki endişelerimizi karnımızda saklayarak da kurtulamayız. Çünkü hiçbirimiz ağzını açıp tek kelime etmese bile o şüpheler, güvensizlikler, endişeler kursaklarımızda çeşitli türden rahatsızlıklar yaratacak ve kendilerini ifade etmenin konuşmaktan, yazmaktan daha etkili ve yaralayıcı yollarını bulacaklar. Mesela birer birer ilgimizi kaybedeceğiz siyasi kapışmanın seyrine. Gözlerimizi her şeye kapatıp kendimizi şu kısacık ömrümüzü kimseden çok büyük bir zarar görmeden yaşamaya adayacağız. Hem de bunun mümkün olmadığını bile bile. Ne geçmişle ne gelecekle bir alakamız kalacak… Konuşmayabilmek için düşünmekten ve hatta hissetmekten vazgeçeceğiz. Bizi insan, bizi yurttaş, bizi buralı kılan her şeyi bir bir terk edip akışa bırakacağız kendimizi. Böyle yapanlar çok, hem de dünyanın her yerinde ve hayli kalabalıklar. Kendilerini acı şakalarla teselli edenler, etraflarında olup bitenleri sinik bir ilgisizlikle izleyenler, bir hayalin ucundan tutmaya çalışan herkesi aptallıkla, ahmaklıla, romantik olmakla suçlayanlar… Hayattan umudunu kesme hallerine bahaneler üretmek için baktıkları her yerde ille ve en önce kötü şeyleri gören, hatta o şeyleri görünce “yaşasın ben haklıyım” diye derin bir nefes alarak rahatlayanlar…

Öte yandan, Türkiye koşullarında hal-i hazırda muhalefet saflarında bulunanların iktidara baktıklarında hissettikleri şeyin adı kuşku değil. İktidarda olanların yollarına devam etmesi halinde, geriye kalanlar için devam edilecek tek bir yol bile kalmayacağını adımız gibi biliyoruz ne zamandır. 2023 seçimlerinin bu açıdan bir nihayet kapısı olduğunun farkındayız. Adil bir seçim ortamı kurulmasın diye ellerindeki her türlü imkânı kullandıklarını ve devlet gücünü seçim mekanizmalarını kendilerine yontmak için araçsallaştırdıklarını biliyoruz. Bilmediğimiz, bilemeyeceğimiz, pek bilmek de istemediğimiz pek çok başka yollara başvuracaklarından da eminiz. Bu seçimi de kazanırlarsa kurdukları ve işlemediğinden kendileri dahil herkesin emin olduğu saçmasapan düzeni yerleşmiş sayacaklarından hiç şüphe etmiyoruz. Dahası normal koşullarda kaybedeceklerini bildikleri için koşulları anormalleştirerek kazandıkları bu seçimden sonra elde edecekleri “yerleşiklik” hissiyatının verdiği şımarıklıkla neler yapabilecekleri konusunda da çeşitli fikirlerimiz var. En nihayetinde bugüne kadar yaptıkları, gelecekte yapacaklarının garantisi değil mi? Ayaklarımızın altındaki müşterek zemini çaldılar, suyu, havayı, toprağı satıp savurdular. Ya hu dersleri iyi gitmeyen yoksul çocukları süpermarketlere ucuz işçi olarak kiralamayı akledecek nitelikte bir pragmatizme sahip bu insanlar… Onlara herhangi bir şey kazandıran herhangi bir adımı kimi ne denli ezdiğini bir an bile düşünmeksizin attıklarına daha kaç kez şahit olmamız lazım? Başımızı başka yana çevirip bakışlarımızı kaçırdığımız zaman çığlıklarla, o an kulaklarımızı kapatsak bile sonra o çığlıkların kubbemizde bıraktığı yankılarla öyle çok kez yerimizden fırladık ki… Tüm bu nedenlerle, yani bir hissiyat değil, şunca yıldır edindiğimiz tecrübe sebebiyle, süregitmekte olan iktidarın içeriği, hevesleri ve hepimiz için nasıl bir gelecek “düşlediği” konusunda hissettiğimiz şeyin adı kuşku değil.

Çaresizlik havuzuna karşı kuşkular havuzu

İstiklal Caddesi’ndeki patlamanın hemen ardından pek çok arkadaşımdan “başladılar, Allah kahretsin” mesajı aldım. Aynı durum sosyal medyada da geçerliydi. Ne zamandır hemen herkes seçimi kazanamayacaklarını anladıkları anda bu yola başvurabileceklerini, ne pahasına olursa olsun ibreyi kendilerinden yana döndürmek için toplumun ve ülkenin bütün mekanizmalarını zorlayacaklarını söyleyip duruyor. O paha onlardan olmayanların hayatları nasılsa. Fikren kendilerine yakın olabilir zarar görenler. O bile mesele değil. Yeter ki kaybedenlerle aralarında yakınlık, dostluk, akrabalık olmasın. İktidardakilerin tastamam böyle hissettiğini, düşündüğünü, işlerini böyle kurguladığını düşünenler muhaliflerden ibaret değil. Bilakis, iktidarın tam da böyle yaptığı, davrandığı için iktidarda kaldığını ve bundan sonra da iktidarda kalacağını düşünenler asıl olarak iktidarı destekleyenler. İşin ürkütücü tarafı da bu.

Pek çok ankette Erdoğan’ın ne yapıp edip gene başkan kalacağını düşünenlerin oranı, AKP’nin oy oranıyla aşağı yukarı paralel bir seyir arz ediyor. Yani Erdoğan ve ekibinin ne olursa olsun bir yolunu bulup iktidarda kalacağı düşüncesinin telifi muhalifler değil aslında kendi seçmeni. O yolun teamüllere, yasalara, hatta bizzat kendi elleriyle yazdırdığı anayasaya uyup uymaması ise mini minnacık, ilk kalemde ihmal edilebilir bir ayrıntıdan ibaret. Hatta bu zümre ve civarında kümelenenlerin önemlice bir bölümünü orada sabitleyen şey bir inanç, ideoloji, ne bileyim tutarlı bir siyasi çizgi vs değil, aksine an itibariyle iktidarda olanların ne pahasına olursa olsun iktidarı terk etmeyecekleri hissi. Dolayısıyla iktidar hakkında öncelikle kendi seçmeninin, hemen ardından muhaliflerinin hissettikleri şeyin adı kuşku değil. Buna tam olarak korku da denilemez. İktidarın, mesele kaideler, yasalar, ilkeler vs olduğundan güvenilmez olduğundan emin olmanın getirdiği bir tür çaresizlikten söz ediyoruz. İktidardaki zümrenin yıllar boyunca göstere göstere serdettiği sonsuz sayıda tutarsızlık aracılığıyla yarattığı bir duygu: Herkesi kendinden emin bir şekilde güvenmiyor onlara.

İktidardan yana olanlar bu güvenilmezliğin, öngörülemezliğin yarattığı korkudan doğan gücün yanında olarak, hatta ona sığınarak, kim bilir belki ondan faydalanarak hayatta kalmaya ya da kazanımlarını korumaya çalışıyorlar. İktidara muhalif olanlarsa bu ürkütücü şeyi (daha fazla) hayatlarında istemedikleri, kendilerini onunla güvende hissetmedikleri, onun elindeki gücü bu şekilde kullanmasından şu ya da bu şekilde zarar gördükleri için onu istemiyorlar.

Dolayısıyla bunca yıl sonra, Cumhuriyet’in yüzüncü yılında yapılacak bir seçim arefesinde iki duygu kümesi arasında seçim yapmamız bekleniyor bizden. İktidarın bugüne kadar müşterek kaynaklarımızı kullanarak finanse edip her krizi fırsata dönüştürerek kurguladığı hayata geçirdiği bütün o görkemli kutuplaştırma siyasetiyle kendi tabanını ve geriye kalanları konsolide ettiği iki havuz. Biri son 20 yıl boyunca edindiğimiz tecrübeler ölçüsünde berraklaşmış, ürkütücü çaresizliklerimizden mürekkep bir nihai son havuzu, ikincisi aktörler arasındaki ilişkilerin belirsizliği ölçüsünde opaklaşan türlü kuşkularla doldurulmuş bir başlangıç havuzu. Kuşku götürmez bir biçimde bildiğimiz bir felaketle, kuşkularımız nedeniyle kendimizi teslim edemediğimiz bir kurtuluş ihtimali arasında seçim yapmak zorundayız.

Geleceğin sorumluluğu

Yanlış anlaşılmasın emin olduğumuz şey iktidarın vaatleri ve kapasitesi dolayısıyla yapabilecekleri değil. Ne yaparsa yapsın hepimizi birden neye benzediğini kimsenin bilmediği bir felakete sürüklediğinden eminiz asıl. Buna karşılık iki ayrı ittifak etrafında şekillenmiş hayli kalabalık muhalefet mahfiline ilişkin kuşkumuzun iki kaynağı var. İlki seçim kazanmakla ilgili. Bu konuda enteresan olan, meselenin bu siyasi aktörlerin seçim kazanıp kazanmayacakları olmaması. Çoktan çoğunluğu teşekkül ettirmiş bulunan muhalif toplumsal enerjiyi bir arada tutacak bir siyasi formül bulup bulamayacaklarını anlamaya çalışıyoruz. Çünkü seçmen ve taban bakımından muhalefet ağırlık kazanmış durumda. Emin olmadığımız şey, bu ağırlığın terazide iktidarı kefesini boşa düşürecek şekilde düzenlenip düzenlenemeyeceği. Kuşkumuzun, şimdilik kafamızı daha az meşgul eden ikinci sebebi ise seçimi muhalefetin kazandığı senaryolardan hangisinde kimin, nasıl bir pozisyon alacağı, işlerin yürüyüp yürümeyeceği vs. Mevcut iktidarın arkasında ne türden bir hasar bıraktığını bilmediğimiz için bu konuda şimdiden söylenen hiçbir sözün kıymeti yok aslında. Şu kadarından eminiz, hem iktidarı devralacak siyasileri hem toplumu zor günler bekliyor. Bilmediğimiz şey o zor günlerin kaç kuşak süreceği.

Bir kefede bir felakete evrileceğinden zerre kuşku duymadığımız bir nihayet; öte kefede içeriğinden haberdar olmadığımız, oluşum sürecine de zinhar dahil edilmediğimiz için tam olarak neye benzediğini bilmediğimiz, yaptırım gücü de olmayan mutabakatlar çerçevesinde şekillenmekte olan bir başlangıç var. Bu ikisi arasında seçim yapacağız.

Soru şu: Muhalif ittifaklar şu hallerini sürdürerek bizden kendilerine kerhen oy vermemizi mi isteyecekler yoksa onlara değilse bile birbirimize güvenerek sandığa gitmemiz için üzerlerine düşeni yapacaklar mı? İşleri bu kadar ağırdan almalarının sebebi kendilerini, siyasi birikimlerini, ideallerini, düşüncelerini, programlarını kerhen oylara talim edecek kadar değersiz görmeleri mi? İktidarın her hâl-ü-kârda kaybedeceği, muhalif seçmenin Erdoğan ve zümresinden kurtulma arzusunun baskın geleceği varsayımına dayanan her türlü adım, önceki cümlede geçen (öz)değersizlik siyasetinin ifasından başka bir anlam taşımıyor.

Nitekim anaakım muhalefetin kaç aydır oynadığı “kazanacak aday” vodvilinin kimi güldürdüğü aşikâr. İşin fenası, ana akım muhalefetin, yani Altılı Masa’nın çelişkili ve kararsız seyrinin, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın insicamını ve etkinlik alanını da sınırladığını görüyoruz. Toplumsal muhalefette yarattığı umutsuzluk ise, her iki ittifaka da yönelen, “sizden bi cacık olmaz, ne haliniz varsa görün” tavrına kapı aralıyor.

Oysa şu bulanıklığı, muhalif seçmeni bunca umutsuzluğa sürükleyen ağır havayı dağıtmanın yolu da çok açık ve alabildiğine berrak. Tam saha bir siyasi dayanışma… Herkesin kendisi olduğu ve iktidarla kendi sahasında yarıştığı, bunun için de birbiriyle paslaştığı bir takım oyunu… İkincisi de, iktidarın oluşturduğu saçma sapan düzenin yerini alacak bir siyasi düzeneğin işaret fişeğini oluşturacak nitelikte yapılmış karşılıklı bağıtlaşmalar. Böylesi bir bağıtlaşma olmaksızın masalarda ya da partilerde hazırlanan anayasa (maddesi) taslaklarının zaman kaybından başka bir anlamı olmadığını bilmiyor olamazlar değil mi? Bu türlü bağıtlaşma, anlaşma, sözleşme işlerini öyle uzun süren herkese kapalı toplantılarda değil, bizleri (ahaliyi yani) hiç değilse seyirci olarak kabul ettikleri mecralarda yaparlarsa biz de yine hiç değilse şahit olarak taraf oluruz bağıtlara. Grup konuşmalarında herkesin birbirineymiş gibi yapıp son tahlilde bize bağırdığı hitap performanslarından hepimiz sıkıldık gayrı. Birbirleriyle kurdukları ilişkileri sergiledikleri muhabbetlere tanık olursak, geleceği hep birlikte kurmakta olduğumuz fikrine de kapılırız belki. Emin olun, kimseye zararı olmaz böylesi bir fikre kapılmamızın. Ayrıca merak etmeyin, bunca yıl iktidarın tutarsızlıkları yüzünden geleceği öngörülmezleşen bir toplum, vakti geldiğinde gözleri önünde yapılmış o bağıtlara, sözleşmelere, anlaşmalara uymayacak olanların cezasını da olanca hassasiyetiyle verecektir. Siyasetçilerin, eğer toplumun güvenini kazanmak istiyorlarsa, en sık yapmaları gereken şey iktidarına talip oldukları toplumun aklına ve ahlakına duydukları güveni ifade edecek fırsatlar yaratmaktır. Kurulduğu anda herkese kapatılan o ağır mı ağır masada ne fırsatlar heba edildi bugüne kadar. Cidden o tarafa baktıkça içimizin kararmasından yorulduk hepimiz ve her birimiz.

Seçime çok az zaman kaldı. Şu önümüzdeki dönemi doğru dürüst kullanmazlarsa en büyüğünden en küçüğüne tüm muhalefet partileri, yaklaşmakta olduğundan kimsenin kuşku duymadığı felaketin sorumluluğunu iktidarla birlikte üstlenmiş olacaklar. Belki de asıl olarak bu sorumluluk kendilerine yeterince hatırlatılmadığı için bu denli rahat davranıyorlardır. Şu halde işin bir kısmı da o masalarda oturan siyasetçilere şu ya da bu şekilde erişebilen herkesin omuzlarında. Memleketin önündeki seçenekler ve zaman, profesyonel siyasetçilerin bütün meseleyi heyecanla girdikleri tükürük yarışında öne geçmekten ibaret gören dar bakış açılarına bırakılamayacak kadar azaldı zira.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.