Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır yazdı: Kürtlerin sistemin merkezine yolculuğu

Çok uzun bir süredir “Türkiye’de tüm sorunların anası Kürt sorunudur” diye düşünüyorum ve bunu dile getirdiğimde belli kesimlerden “Nedir şu Kürt sorunu, anlat da öğrenelim!” gibi tepkiler alıyorum. Her şeyden önce bu tür “ret ve inkar” tepkileri, Kürt sorununun varlığının ve birilerinin bunun çözülme ihtimalinden ne kadar rahatsız olduğunun kanıtıdır.

Peki nedir Kürt sorunu? Bunun tarifini esas olarak Kürtlere bırakmak gerekmekle birlikte Kürt olmayan birisi olarak Fransız Devrimi’nin şu üç ilkesinin Türkiye’de Kürtler söz konusu olduğunda geçerli olmadığını vurgulamak isterim: Eşitlik, özgürlük, kardeşlik.

Hepimiz kardeş miyiz?

Sondan başlayalım, Türk milliyetçilerinin Kürt sorunu gündeme geldiğinde “Kürt-Türk kardeştir, ayrım yapan kalleştir” sloganındaki abartılı sertlik, ortada bir kardeşliğin olmadığı apaçık gerçeğini örtmeye çalışmaktan başka nedir ki! Ya “Kürtlerle et ve tırnak gibiyiz” önermesine ne demeli?

Aklıma Haziran 2015 seçimleri öncesi, seçime tam bir ay kala Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyarbakır İstasyon Meydanı’ndaki mitingi geliyor. 

Aynı yerde Erdoğan’ı çok kez canlı olarak izlemiştim ve o kadar az katılım ve coşkusuzlukla hiç karşılaşmamıştım. Basına ayrılan yere gitmeyip AKP’li vatandaşların arasında izlemeyi tercih etmiştim mitingi. O günlerde gündem Kobani’ydi. IŞİD’in kuşattığı Kürtlerin kontrolündeki bu Suriye kentine birkaç gün önce Türkiye üzerinden Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nden Peşmerge takviyesi gelmişti ama gerilim sürüyordu. Miting alanında beni tanıyan yaşlı bir vatandaş yanıma gelip şöyle içini döktü: “Ben cumhurbaşkanımızı hep sevdim, hâlâ seviyorum. Ama zamanında Bulgaristan’daki Türklere kapısını açan devletimiz neden Kobani için başka türlü davranıyor? Onlar da kardeşimiz değil mi?”

Hepimiz eşit miyiz?

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener Kürtler ve Kürt sorunu söz konusu olduğunda hep aynı cümleyi kuruyor: “Bu ülkenin eşit ve şerefli vatandaşları olan Kürtler…” Şeref konusunda kimsenin bir itirazı olmaz ama eşitlik konusu Kürtler söz konusu olduğunda bir temenni olmaktan öteye geçmez. Zira bu ülkede sayıca çok olanlar geleneksel olarak bu ülkenin gerçek, esas, hatta yer yer tek sahibi olduklarını ileri sürebiliyorlar: Müslüman, Sünni, heteroseksüel… Hatta sayıca az olmalarına rağmen geleneksel üstünlüklerinden güç alan (ve zinhar onu kaybetmeyi, hatta paylaşmayı kabul etmeyen) erkekler de böyle davranıyorlar.

Eşitlik iddiasının asılsız olduğunu saptamak için devlette bürokrasinin önemli yerlerinde Kürtlerin (ve tabii ki Alevilerin, kadınların…) oranına bakmak yeterli. “Görevlendirmelerde kimseye etnik kimliğini, mezhebini vs. sormuyoruz” türü savunmaların hiçbir inandırıcılığı olmadığı da ortada.

Hepimiz özgür müyüz?

Ya özgürlük? Evet ülkede belli bir yaşa gelmiş herkes oy kullanabiliyor, fakat Kürtlerin seçtiği belediye başkanları sudan bahanelerle görevden alınıp, hatta içeri atılıp yerlerine kayyum atanıyor. Kürtleri temsil etme iddiasındaki partiler peşpeşe kapatılıyor, siyasetçiler tutuklanıyor, mahkum ediliyor…

Bütün bunları “terörle mücadele” üzerinden meşrulaştırma çabaları en azından Kürtler nezdinde karşılık bulmuyor. 40 yıla yaklaşan gazetecilik hayatımda her kesimden Kürtler ile yakın ilişkilerim oldu, iktidara karşı, nötr, hatta onu destekleyen hiçbir Kürdün kendisini özgür hissettiğine tanık olmadım. Aralarındaki fark, kimilerinin bu durumu bir tür kader gibi içselleştirmesi, kimilerinin de buna isyan etmesi.

Bütün kapılar Kürtlere çıkıyor

Kürt sorununun Türkiye’yi nasıl felç ettiğini ve her şeyin merkezinde olduğunu görmek için son günlerde yaşanan bazı şeylere hızlıca göz atalım: Aysel Tuğluk yasalara uygun bir şekilde sağlık nedeniyle cezaevinden çıkarılıp ev hapsine alınıyor ama bu olay gündem oluyor, zira Tuğluk Kürt siyasi hareketinin önemli bir ismi. Tuğluk’tan daha önemli bir isim olan Selahattin Demirtaş’ın da, yine mevzuat gereği hasta olan babasını görmek için Edirne’den Diyarbakır’a götürülmesi “Yeni bir çözüm süreci mi başlıyor?” sorularına neden oluyor. İktidar partisi yetkililerinin TBMM’de grubu bulunan tüm partilere yaptıkları anayasa değişikliği önerisi ziyareti HDP’yi de kapsayınca kıyamet kopuyor ya da kopması bekleniyor.

İktidar Altılı Masa’yı “masanın altında HDP var” diye kriminalize etmeye çalışırken masanın önde gelen partilerinden İYİ Parti de her vesileyle Erdoğan’ı HDP ile işbirliği yapmaya çalışmakla suçluyor. Ve herkes (tümü alenen itiraf etmese de) önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kaderinde HDP seçmeninin, yani Kürtlerin belirleyici olduğunda hemfikir.

İstiklal Caddesi’ndeki terör saldırısının hemen ardından Emniyet kaynakları ilk olarak Kürt bir kadın avukatın adını “bombacı” olarak sızdırıyor ve “muhalif” iddialı Zafer Partisi’nin üst düzey bir yöneticisi bu aleni iftirayı fütursuzca yayıyor. Ardından hızlı bir şekilde çok sayıda kişi gözaltına alınıyor. İçlerinde öne çıkan isimlerin hiçbiri Kürt değil ama çok emin bir şekilde saldırıdan PKK ve YPG sorumlu tutuluyor ve cezalandırma amacıyla her iki örgütün Irak ve Suriye’deki mevzileri havadan bombalanıyor. Ve Suriye’de Kürt örgütlerin denetimindeki yerlere yeni bir kara harekatı hazırlığı yapılıyor.

Yolculuk mutlu sona erer mi?

Yazının başlığını kendimden ödünç aldım. 1 Haziran 2015 seçimlerinin ardından Habertürk’te yazdığım yazıya “On hızlı not: Kürtlerin sistemin merkezine yolculuğu” başlığını atmıştım.

Sekizinci notta şöyle yazmışım: “Bu seçimlerin ‘yepyeni bir Türkiye’ye kapı açtığı muhakkak. Siyasette etkili olmak isteyenler, bu seçimin esas dinamiğinin ‘Kürtlerin sistemin merkezine yolculuğu’ olduğunu kavraması ve politikalarını buna göre belirlemesi şart.” O gün bugündür Kürtlerin bu yolculuğu mutlu bir şekilde sona erdirmesine izin vermemek için birileri ellerinden geleni yapıyor. 

Sistemin merkezine yolculuktan kastım Kürtlerin de artık bu ülkede eşitlik, özgürlük ve kardeşlikten sahici bir şekilde nasiplerini almaları. Bunu Kürtler tek başlarına gerçekleştiremezler. Kürtlerin yol arkadaşlarına ihtiyaçları var. AKP iktidarı bir ara bunu denedi ama şu ya da bu nedenle bu yolculuğu yarı yolda sonlandırdı. 

CHP’nin Kürtler ile yakınlaşması

Sözünü ettiğim yazının dokuzuncu notunda şöyle yazmıştım: “Önümüzdeki dönemde CHP ile HDP arasında bir yakınlaşma kaçınılmaz gözüküyor.” CHP Haziran ve daha çok da Kasım 2015 seçimlerinden sonra bu yakınlaşmayı bir yükümlülük olarak görmedi, hatta dokunulmazlıkların kaldırılmasına onay vererek tam tersini yaptı.

Adalet Yürüyüşü ve özellikle 2019 yerel seçimleri öncesinden itibaren Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürtlere iyice yaklaşmaya çalıştığını kabul etmek lazım. Yapılan bazı kamuoyu yoklamalarında Kürtlerin çoğunun esas partilerinden sonra oy verebilecekleri ikinci parti olarak CHP’yi işaret etmeleri de onun adımlarının karşılık bulduğunu gösteriyor. Fakat daha yolculuğun çok başlarındayız. Örneğin Suriye’ye yeni bir kara harekatı ve CHP’nin de dahil olduğu muhalefetin bir şekilde buna destek vermesi birçok şeyin sil baştan yapılmasına neden olabilir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.