Serhat Güvenç yazdı: Süper devlet, büyük devlet, küçük devlet

Uluslararası siyasette olan biteni anlamlandırmaya çalışırken, devletleri sikletlerine göre ayırırız. Gerçi uluslararası ilişkileri sadece devletler ve devletler arası ilişkilerle sınırlı görme anlayışı başka bir çağa ait. Uluslararası ilişkilere etki eden özneler (failler) hem çeşitlendi hem de sayıları arttı. Birkaç yıl öncesine dek uluslararası güvenliğe yönelik en ciddi tehdidin El Kaide ve IŞİD gibi devlet dışı unsurlardan kaynaklandığı düşünülüyordu. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi ile birlikte devletlerarası savaş eski kavramlara yeni bir hayat verdi. Zira Rusya’nın Ukrayna’da giriştiği gayet eski üsul bir savaş. Gerekçeleri ve siyasi hedefleri bakımından 19 yüzyıl dünyasını çağrıştırıyor. Bu nedenledir ki eski kavramlara rağbet arttı. Devletleri güç kapasitelerine göre (Aydın Selcen’in pek sevdiği tabirle) “kalın doğrama” sınıflamak da yeniden hayat bulan pratiklerden birisi  

24 Şubat 2022’den beri savaşın bilgi ve iletişim cephesinde alımlayıcı kitlelerin özelliklerin dikkate alarak göre farklı anlatıları kurgulayan Ruslar, Batı’da umdukları kadar etkili olamadılar. Ancak Rusya-Ukrayna savaşına dair Rus anlatısının, Batı dışı toplumlara ya da diğer bir ifadeyle küresel güneye oldukça ikna edici gelen yanları vardı. Bu anlatının ana hatları Anton Shekhovtsov’a göre şöyle sıralanabilir:

  • Rusya, emperyalizm ve sömürgecilik karşıtı küresel cephenin lideridir
  • Batı, Ukrayna savaşını küresel hakimiyetini yeniden tesis etmek için kullanmaktadır
  • Ukrayna, Rusya’nın meşru nüfuz alanının bir parçasıdır.
  • Batı’nın Ukrayna’ya desteğinin ardında Rus karşıtı ırkçılık yatmaktadır
  • Ukrayna, küresel gıda güvenliğini tehlikeye atmaktadır
  • Ukrayna, ABD’nin fonladığı, gizli laboratuarlarda biyolojik silahlar geliştirmektedir. 

Bu anlatının etkisiyle Rusya’nın “haklı” ve “zaruri” bir savaş yürüttüğünün düşünülmesi şaşırtıcı değil. Üstelik “haklı” olanın savaştan galip çıkmasını beklemek ve ummak da aynı derecede doğal. Dünyanın iyi ve kötü arasında bitmeyen bir mücadelenin sahnesi olduğu evrensel bir tema. Ama ”iyi” ve “kötü”nün kim ya da hangi aktörler tarafından temsil edildiği yere, zamana ve duruma bağlı. Yukarıdaki anlatının tuttuğunu düşünürsek, küresel güneyin büyük bölümünün gözünde Rusya’nın “haklı” savaşı Batı’ya karşı bir zaferle sonuçlanmalıydı.

Ancak başlagıçtaki iyimserliğin yerini savaşın gidişatına bağlı olarak daha ihtiyatlı yaklaşımlar alıyor gibi. Örneğin Rusya ile kader birliği yapmaya hazır görünen Çin’den Rusya’nın savaşı kaybeme olasılığını ele alan ilk yorumlar gelmeye başladı. Savaş nedeniyle iki ülke arasındaki ticaret hacmi artarken, Çin’in ekonomik olarak kazançlı çıktığı görülüyor. Savaşı kaybeden ve Çin’e ekonomik olarak iyice bağımlı hale gelen bir Rusya’nın savaşın başındaki uluslararası statüsünün bir hayli gerisine düşmesi olası.

Rus Çarlığı, 19 yüzyılın başında Avrupa’nın sayılı “Büyük Devlet”leri arasındaydı. Fransız Devrimi’nin yarattığı siyasi sonuçlarla baş edebilmek için Viyana Kongresi’nde tasarlanan Avrupa Uyumu’nun başat aktörleri Britanya, Rusya, Avusturya ve Prusya, Büyük Devlet sıfatına layık görülmüştü. Büyük Devlet, ayırdedici bir tanımlamadır. Bu devletler “düzen kurucu” devletlerdir ki bunlara daha sonra Fransa da eklenmiştir. Kavramın tarihsel kökeni Viyana Kongresi’ne dek gitmekteyse de zamanla başka ülkeler de güç kapasiteleri sayesinde Büyük Devlet sıfatına layık görülmüştür. 

Tarihçi A.J.P. Taylor, savaş ve Büyük Devletler konusunda ise şöyle bir bağlantı kurmuştur: “Büyük Devlet olmanın amacı büyük savaşlar yapabilmektir [kazanmaktır] ama Büyük Devlet kalabilmenin yolu büyük savaşlar yapmamaktan geçer.”

Rus Çarlığı, 1854-1856’da Kırım’da diğer Büyük Devletler ile savaşmış ve yenilmiştir. Daha sonra 1904-1905’de Japonya ile savaşta ağır bir yenilgiye uğramıştır. Bu savaş sonunda bir Asya devleti olan Japonya Büyük Devletler arasına katılmıştır. Rusya içeride de zor zamanlar yaşamış, 1905’de devrim girişimi güçlükle ve çok kanlı biçimde bastırılabilmiştir. Bu badireler Rusya’nın uluslararası statüsüne ağır darbe vurmuştur. Birinci Dünya Savaşı Rus Çarlığı’nın tabutuna çakılan son çivi olmuştur. Bu savaş öncesi Rus ordusunun durumuna ilişkin bir anektod çok çarpıcıdır. Anektoda ilk kez Alan Clark’ın “The Eastern Front (1914-1918): Suicide of Empires” adlı kitabının Türkçe çevirisinde rastlamıştım. Clark kitabında Rus ordusunun çadır ihalesini almak için rüşvet veren bir Fransız yüklenicinin yaşadıklarına yer verir. Rivayete göre Fransız iş insanı Rus Genelkurmayı’nda neredeyse her kademedeki yetkililere rüşvet vermiştir. İhaleyi almasının önündeki tek engel Genelkurmay Başkanı’nın onayıdır. Ancak Genelkurmay Başkanı’nın özel kalemi öyle dudak uçuklatıcı bir rakam söyler ki Fransız yüklenici isyan eder: “Bu tutarı da verirsem bu ihaleden hiç para kazanamam.” Muhatabı gülümser ve “Çadırları niçin teslim edesiniz ki?” der.

Rus Çarı II. Nikolay (1868-1918)

Ukrayna’yı işgalinin ilk haftalarında cephede ele geçirilen Rus tanklarının durumu bana yukarıdaki anektodu anımsatmıştı. Çünkü Rus tanklarının bir bölümünün, modern tanksavarlara karşı savunmalarını güçlendirecek aktif savunma sistemlerinden yoksun olduğu ortaya çıkmıştı. Tankların dışındaki haznelerin bu sistemlere ait patlayıcılar yerine yumurta kartonuyla doldurulduğu görülmüştü. Tankın aktif savunma sisteminin yaşamsal parçaları temin edilememiş ve Rus tankları cepheye öylece sürülmüştü. Bu Rus ordusunun aslında bir “teftiş ordusu” olabileceğini düşündürdü ister istemez.

Savaşın başından beri Avrupa ve Amerika kaynaklı Rusya ve Ruslar’a ilişkin özcü yorumlara ve analizlere itibar etmemeye çalışıyorum. Özcü yaklaşımın kolaycılığına direnmek çok zor. Çaba istiyor. Elhak bu konuda değerli meslektaşım Prof. Dr. Evren Balta’nın uyarılarının da üzerimde etkili olduğunu teslim etmem gerekiyor. Öte yandan artık Rusya’nın savaşta yenilebileceği giderek daha fazla dillendiriliyor. Rusya’nın yenilgisinin ve zayıflığının nasıl yönetileceği tartışılmaya çoktan başladı bile. 19. yüzyılın Büyük Devleti Rusya, 20. yüzyılın ikinci yarısına Süper Devlet olarak girmişti. Dünya tarihinin Soğuk Savaş evresine özgü bu sınıflamaya layık görülen iki ülke var: ABD ve Sovyetler Birliği. Sovyetler Birliği’nin mirasçısı Rusya’nın 30 yıl sonra yeniden savaş, yenilgi ve belki de ayaklanma (devrim) sarmalına girme olasılığını ciddiye almalı mı? Özcü, kültürcü, uygarlıkçı ve hatta tarih tekerrürden ibarettir tuzaklarına düşmeden bu yapılabilir mi? Bunlar hala yanıt aradığım sorular. Putin’in güncel siyaseti ve stratejisi tarihten ölçüsüzce ve gereksizce beslenirken, tarihsel örnekleri ve örüntüleri, yüzeysel benzerlikler deyip geçiştirmek eskisi kadar kolay değil.  

Geçen hafta Batı ülkelerinin ardı ardına Ukrayna’ya tank sevkiyatına başlayacaklarını açıklamaları, Rusya’nın yenilmesini artık daha güçlü bir ihtimal olarak görmelerinin sonucu sanki. Çinli yorumcular, savaş sonunda Rusya’nın önemsiz bir devlete (minor power) dönüşmesini dahi ihtimaller arasında sayıyorlar. Bu durumda Rusya’nın daha önce “yakın çevre” olan ilan ettiği bölgelerdeki nüfuzu iyiden iyiye zayıflayacaktır. Yenik Rusya’nın iç istikrarsızlıklarının yaratacağı tehditle baş etmek için Belarus, Kazakistan gibi ülkelerin desteklenmesi ve Batı safına kazanılması gerektiği ifade edilenler arasında. Öte yandan eski Sovyet coğrafyasında Rusya’nın etkisinin azaldığının hemen her gün yeni işaretleri görülüyor. Örneğin, Ermenistan elindeki Rus yapımı SU-30 savaş uçaklarının modernizasyonu ve pilot eğitimi için Hindistan’dan yardım istemiş. Azerbaycan, Ukrayna’ya çok sayıda jeneratör yollamış. Çin’in yörüngesine girmiş, zayıf bir Rusya ile dünya siyasetinin bugünkünden çok daha farklı olacağına şüphe yok. Aralarında Türkiye ve Almanya’nın da olduğu bazı ülkeler ekonomik ilişkilerinin selameti bakımından Rusya’nın güçlü bir aktör olarak ayakta kalmasını istiyor. Sorun şu ki iç siyasi ve ekonomik dönüşümünü gerçekleştirmemiş bir Rusya’nın sınırötesi heveslerinin dizginlenmesi zor. Ankara ve Berlin’in bir an önce barışın tesisi kadar buna da kafa yorması ve gayret sarfetmesi gerekiyor. Aksi takdirde bu savaş bitse dahi tesis edilen “barış” değil sadece bir “ateşkes” olacaktır.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.