Serhat Güvenç yazdı: Ben bu adamı nereden tanıyorum?

Aslında bu hafta için Pazar yazısı hazırlamayı düşünmüyordum. Ancak DW’de Türkiye’nin İsveç Savunma Bakanı’nın gezisini iptal ettiği haberini izlerken oturup yazmaya karar verdim. İki gündür haber kanalları, Almanya’da yapılan NATO Savunma Bakanları zirvesi ile yatıp kalkıyor. Konu, Ukrayna’ya yapılacak askeri yardımlara Alman Leopard tanklarının dahil edilip edilemeyeceği. Almanya, Rusya’ya karşı Alman yapımı tankların cepheye sürülmesine hiç sıcak bakmıyor. Başbakan Olaf Scholz’a göre “Rusya’da Alman tankları”nın tarihsel çağrışımı hiç de hoş değil. Bu konu Almanya için neredeyse bir tabu.

NATO’yu ilgilendiren bir başka olay dün Stockholm’de yaşandı. İsveç’teki Türk Büyükelçiliği önünde Danimarkalı ırkçılar provokatif bir eylemle Kuran yaktılar. İsveç ve Finlandiya’nın hızlandırılmış NATO üyeliği hevesleri zaten kursaklarında kalmıştı. Bu menfur hadise özellikle İsveç’in işini daha da zorlaştıracaktır. Bu olayın yarattığı infial yatışmadan Türk kamuoyu önünde İsveç’in NATO üyeliğini savunmak anlamsız, yersiz, hatta umarsız bir çaba olacaktır. Bu nedenle İsveç Savunma Bakanı’nın bir süre Türkiye’den uzak durması, ülkesi için çok daha hayırlı olacaktır.

DW’nin haberi NATO’nun Haziran 2022 Madrid zirvesinde kararlaştırılan Üçlü Mekanizma toplantısı eşliğinde veriliyordu. Görüntülerde İsveç, Türk ve Fin savunma bakanları yanyana oturuyordu. Ortada Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, sağında Fin, solunda ise İsveçli mevkidaşı bulunuyordu. İsveç Savunma Bakanı sima olarak tanıdık geldi. Doğrusu o zamana dek adına hiç dikkat etmemişim: Pal Jonson. Pal yazılıyor ama İngilizcedeki Paul gibi telaffuz ediliyor. “Ben bu adamı tanıyorum” dedim. Bir yandan da İsveç Savunma Bakanı’nı neden ve nasıl tanıdığımı çözmeye çalışıyorum. Bu benim için pek sıradışı olmayan bir durum her şeyden önce.

Pal Jonson

Belleğimi biraz yoklayınca anımsadım. Yaklaşık 20 yıl önce Hamburg’da bir seminerde tanışmıştım. Seminerin başlığı “Uluslararası İlişkilerin Yeni Yüzleri”ydi. 30 yaşını aşmamış, umut vaat eden genç akademisyenleri ve akademisyen adaylarını bir araya getiren bir etkinlikti. Toplantının konusu Avrupa savunması ve güvenliğiydi. ABD ve Avrupa’dan katılımcılar davetliydi. Sanırım başlangıçta Türkiye’den kimseyi davet etmek akıllarına gelmemiş. Son anda Türkiye ve Rusya’dan katılımcı olmadan eksik kalacağı düşünülmüş ve alelacele birileri bulunmaya çalışmış. Türkiye’den sevgili hocam Şule Kut’a ulaşmışlar. O da beni önermiş. Sağolsun. Ama ben toplantı için belirlenen profile pek uymuyorum. 30 yaş üst sınır ise ben bir hayli geçkince kalıyorum. Bu durumu organizatörlere ilettiğimde “idare ederiz” mealinden bir yanıt geldi. Önce sunulacak raporlardan birine yorum yapmam istendi. Ancak rapor hazırlayacak kişi çekilince, Avrupa Birliği, Ortadoğu’da askeri bir rol üstlenebilir mi? başlıklı bildiriyi hazırlamak da bana kaldı. Seminer günü geldi çattı. Diğer katılımcılarla tanıştık. Herkes benden genç, bir kişi hariç. O da benim gibi son dakikada davet edilen Rus katılımcı.

İsveç Savunma Bakanı Pal Jonson o sırada King’s College’da doktora öğrencisiydi. Akıcı bir İngilizcesi var. Özgüvenli. NATO ve güvenlik konularına hakim. Etkileyici, parlak bir genç.

Seminerin en dikenli konusu AB-NATO işbirliği. O zaman Türkiye, AB’nin NATO’nun imkanlarını kullanarak askeri harekatlar yürütmesine karşı çıkıyor. Bugünü çağrıştıran bir hava var aslında. Aralık 1999’da AB Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’yi aday ilan ederken, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) oluşturmaya karar vermişti. Dikenli konulardan birisi de AB’nin kendi başına bir harekâta girişmeye karar vermesi durumunda, NATO imkanlarına koşulsuz ve kısıtlamasız erişim talebiydi. Buna karşılık NATO imkanlarını kullanacak olsa dahi, karar süreçlerine AB üyesi olmayan NATO üyelerinin katılmasına izin vermeye ise yanaşmıyorlardı. Türkiye’nin itirazları yüzünden NATO-AB işbirliğinde ilerleme kaydedilemiyordu. Ankara’nın tavizsiz tutumu, AB ülkelerini hem mutsuz ediyordu hem de öfkelendiriyordu. Türkiye’ye yönelik eleştirilerin dozu giderek artıyordu. Türkiye’yi en çok eleştirenler arasında NATO üyesi olmayan AB üyeleri vardı. İsveç bunlardan bir tanesiydi. NATO üyeliğinden uzak duran İsveç için AGSP, bir hayli çekici bir alternatif oluşturuyordu.

Seminerde söz döndü dolaştı Türkiye’nin itirazlarına geldi. Ben de söz alıp bu konuda Türkiye’nin kaygı ve beklentilerini dile getirdim. Avrupa güvenliğini ve savunmasını Türkiyesiz ve Rusyasız tahayyül etmenin güvenlik değil, güvensizlik yaratacağını ifade ettim. Avrupalılar daha kapsayıcı düşünmeliydiler bana göre. Oturumu yöneten Alman profesör hışımla bana dönerek lafı Viyana Kuşatması’na getirdi. “Polonya Kralı son dakika yetişmeseydi, bütün Avrupa şu an Türk hakimiyetinde olacaktı” deyiverdi. Ben bu yorumun konuyla ilgisini çözmeye çalışırken, “biz o zamandan beridir Avrupa’nın birlikte hareket etmesi gerektiğini biliyoruz” diye ekledi. Buna diyecek söz bulamadım. Avrupa adeta dikensiz gül bahçesiydi, Viyana’dan sonra. İki dünya savaşı falan yaşanmamıştı. Bu sözlerden çıkardığım sonuç, Türkiye’ye Avrupa’da ve hatta Avrupa savunmasında bazıları için öldür Allah yer yoktu. Bu tür kimlik ve kültür temelli itirazları zamanla daha çok duyar olduk, hatta kanıksadık. 11 Eylül saldırıları sonrasında bunu duymak benim için çarpıcıydı.

Daha sonra NATO-AB savunma ve güvenlik işbirliği için “Berlin-Plus” adı verilen bir mekanizma oluşturuldu, ancak NATO-AB Statejik Ortaklığı 2014’e dek büyük ölçüde lafta kaldı. Başlangıçta günah keçisi Türkiye iken, AB’den önce Fransa, sonra Kıbrıs Rum Kesimi iki örgütün birlikte çalışmasına engel çıkartanlar arasına katıldı. Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ile düğüm çözüldü.

Pal Jonson ise, daha sonra İsveç Savunma Bakanlığı’nın düşünce kuruluşunda çalışmaya başladı. Galiba 2003 ya da 2004 yılında Türkiye’ye geldi. O zaman görüştük. NATO-AGSP işbirliğine Türkiye’yi ikna etmenin yollarını araştırıyordu. Sonuç ne oldu bilmiyorum. Pal Jonson’ı da bir daha görmedim.

Bugün artık AB’nin NATO’dan ayrı bir güvenlik ve savunma boyutuna kavuşturulmasını beklemek gerçekçi değil. NATO, yeniden Avrupa güvenliğinin çelik çekirdeğini oluşturuyor. Bu kez ortada ciddi ve somut bir tehdit var. NATO da bu tehdide göre yeniden dönüşüyor, kurgulanıyor. Türkiye’nin bunlara görünürde bir itirazı yok. Aslına bakılırsa Türkiye geçmişe göre çok daha uyumlu hareket ediyor müttefikleriyle. Geçmişte genel sekreterin seçilmesinden, balistik füze savunma sistemine, İsrail’in NATO zirvelerine davet edilmesine kadar birçok başlıkta Türkiye, itirazlarıyla öne çıkmıştı. Bugün itirazları özellikle İsveç’e yönelik. Diğer müttefiklerin güvenlik kaygılarını dikkate almadan ittifaka üye olunamayacağını ileri sürüyor. Nedenleri haklı, ancak konu iyice iç siyasetin bir parçasına dönüştükçe karmaşıklaşıyor. Son olay, süreç uzadıkça konunun fırsatçı unsurlar/aktörler tarafından istismarının kolaylaşacağını kanıtlıyor. Özellikle İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyesi olmasını istemeyenler tarafından.

İsveç polisinin, Danimarkalı politikacı Rasmus Paludan’ın Kuran yakma provokasyonuna müsamaha göstermesi, Ankara-Stockholm ilişkilerini iyice gerdi.

Bütün bunlar normal şartlarda Türkiye’nin Avrupa’da 2002’den beter eleştiri oklarının hedefi olmasına yeter de artardı bile. Ama kimsenin sözü Viyana’ya getirecek hali yok. Avrupa’nın iki başağrısı var. İkisi de AB üyesi aynı zamanda. Birisi Macaristan ki AB’nin Ukrayna’ya yapacağı 500 milyon dolarlık askeri yardımı bloke etti iki gün önce. Diğeri yazının başında aktardığım Almanya. Bu iki AB üyesi hizaya gelmeden, sıradışı

Türkiye’ye gelmeyecek. ABD söz konusu olduğunda durum farklı. F-16’ları alabilmenin yolu İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini onaylamaktan geçiyor. Yani Avrupa güvenliğinin belirleyici aktörü ya da öznesi Avrupa’nın kendisi değil ABD. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi gerçeği bize kez daha anımsatmış oldu.

Pal Jonson’a gelince. Bakan olarak işi zor. Çok çetin bir cevize çattılar. Üstelik bu kez konu AB’nin yetkisiz ve etkisiz olduğu bir zeminde cereyan ediyor. Bakalım bakan olarak ömrü ülkesinin NATO üyeliğini görmeye yetecek mi?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.