Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Deprem-Bugünkü karanlık yarın aydınlanacaksa

Önce durumu saptayalım: On ilimizde yaşanan, cumhuriyet tarihimizin en büyük felâketi. Bunun 1999 Marmara Depremi’ne veya 1939 Erzincan Depremi’ne benzetilebilir yanı yok. Saati, mevsimi, sığlığı, yıkıcılığı, ivme değeri, yerleşim merkezlerine yakınlığı bu ikiz depremi en olumsuz anlamda ve küresel bakımdan da biricik kılıyor. Yarattığı durum belki ancak Balkan Bozgunu sonrasıyla yahut İstiklâl Harbi dönemiyle karşılaştırılabilir. Dolayısıyla yeniden ayağa kalkabilmemiz ancak doğru siyasal tercihler yapmamızla mümkün. Ve seçimden sonra tıpkı Atatürk gibi vizyoner kurucu ve sağaltıcı önderliğe ihtiyacımız olacak.

On ilimizi sarsan deprem sonrasında yaklaşık olarak 4 milyon yapının 7.000’i yıkıldı, sayısı 200.000’i aşkın yurttaşımız enkaz altında kaldı. Arama kurtarma bir sanat, bir bilim. Enkaz kaldırma gibi değil. Halen mucizeler yaşanıyor fakat yaşam penceresi olan 72 saat kapandı. Öyleyse can kaybının çok korkarım 120.000 düzeyine ulaşması güçlü olasılık. Yurdumuzda kalıntılarını gezdiğimiz Antik Yunan’ın uzak geçmişinde yaşandığı gibi gözbebeğimiz bir kent, mücevher Antakya gözlerimizin önünde yok oldu. Can kaybının değerini ve anlamını ne kişisel ne ulusal olarak ölçemeyiz. Depremin zaten bitik ekonomimize bindireceği yükünse en az 100 milyar doları geçeceğini tahmin edebiliriz. Başka deyişle, bir günde Ukrayna’nın bir yıldır Rus bombardımanı altında yerle bir olan yörelerini andırır bir duruma düştük.

Karamsar bakışla bir neslin, gençlerimizin gelecekleri yitip gitti belki. İyimser bir bakışlaysa yalnızca maalesef böyle kara günlerde kulak kabarttığımız, bizlere ışık tutan yerbilimcilerimizin nicelik ve nitelikleri bile ülkemizin ne denli zengin bir insan kaynağı olduğunu gösteriyor. Yetişmiş insan kaynağımızı değerlendirmek için akılcı ve gerçekçi yönetimle planlama ve uygulama için de dış maddi kaynak bulmak zorunlu. Dünya Bankası’ndan, başta ABD olmak üzere NATO müttefiklerine, aday olduğumuz AB’ye, oradan Erdoğan’ın tutunageldiği Katar ve Azerbaycan’a dek. “Azımı çoğa say” diyecekleri de, düşman belletilenleri de ötelemeyerek.

Önce 14 Mayıs’ta seçim yapılacak yahut en geç 18 Haziran’da mutlaka yapılmalı. Sonra ulusal öncelikler, hükümet programı sil-baştan yeniden belirlenecek. Dış politika, savunma harcamaları ve yatırımları, terörle mücadele adı altında yürütülen sınır dışı harekâtlar, uluslararası görev güçlerine yaptığımız katkılar, Libya gibi kuvvet projeksiyonları da bu sepetin içine girecek. Bundan sonra kalkınma, eğitim, sağlık ve gelecek benzer büyük depremlere ulusal hazırlık mutlak öncelik olacak. Bunların tepesine de depremde yıkılan on ilimizi -başta Hatay- dört başı mamur ve tarihsel asıllarına uygun biçimde yeniden yapmak konacak. II. Dünya Savaşı’nın ardından Almanya ve Japonya’yı bırakın, örnekse Rus işgalindeki Polonya bile Varşova’da bunu başarabilmişti.

Özcesi artık tümüyle kendimize döneceğiz, kendimizle ilgileneceğiz. Her türlü atara gidere, hamasete, safsataya kesinlikle son vereceğiz. Hafızamızı silmeyeceğiz, yas tutacağız ve yaralarımızı sarmaya, iyileşmeye başlayacağız. İlk anlık dayanışma, gönüllülük, kenetlenme ruhunu yaşatmak önemli ve inanın insanımızın asaleti beni de her gün ağlatıyor ama bu yeterli değil. Yeniden ayağa kalkmak, toparlanmak her adım doğru atılırsa çeyrek yüzyılı bulacak denli uzun zaman alacak, ciddi planlama gerektirecek. Odaklanmış, tek elden yönetilen bir orkestra gibi, 24/7 harcanacak tükenmez bir enerjiyle, çelikten bir disiplinle hepimizin birlikte ve durmaksızın çalışması gerekecek.  

Yakın erimi bile düşünün: Daha cenazeler defnedilecek. Güvenlik sağlanacak. Evsiz kalanlar, otomobillerinde, sokaklarda uyuyanlar çadırlara geçecek. O çadırların, konteynerlerin içme suyundan, kanalizasyonuna, elektriğine altyapısı kurulacak. Eğitim ve sağlık hizmetleri sağlanacak. Hastanedekiler, yapılan ameliyatlar, ampüte hastaların rehabilitasyonu ayrı. Anımsayın Düzce depreminden sonra insanlarımız 2.5 yıl boyunca barakalarda yaşamıştı. Hasar tespiti (barajlar, santraller, limanlar vb. dahil) yapılacak. Buna göre yıkılanların yanı sıra oturulamaz duruma gelenler için tazminatlar belirlenip, hak sahiplerine ödenecek. Toplamda sayısı 7.000’i bulan belki aşan yıkık yapıdan söz ediyoruz. Belki depremzedelerin aralarından ve aramızdan pek çokları da yurt içine ve dışına göçü yeğleyecek.

Depremzedeler oralarda çile doldururken, neyin nereye nasıl yeniden kurulacağı kararlaştırılacak. Yerde olan bu gereklilik merkezde de devletin, cumhuriyetimizin yeniden kurulması sorusunu önümüze zorla getirecek. Merkezdeki politik soruyu bir yana bakıp, onunla iç içe geçmiş yerdeki teknik meseleyi konuşmaya çabalayalım: Her inşaata döktüğümüz ama teknolojisini bilmediğimiz betonu öğreneceğiz. Çeliği ve ahşabı keşfedeceğiz. Sanayimizi ve Ar-Ge’yi yeni gerekliliklere göre uyarlayacağız. Çok daha az katlı yapıların arası birbirlerinden çok daha açık olacak ve o yeni yerleşim birimleri içinde çok geniş boş alanlar bırakacağız. Antakya başta yıkılan kentlerimiz yeniden aynı yere kurulmayacak, aynı yörede nereye taşınacaklarıysa bilimle belirlenecek. Zemin etüdlerinde özellikle alüvyonik parametre gözetilecek. İl ve ilçelerin altından geçen diri fay hatları* da yol gösterici olacak. Radar haritaları çıkarılacak.

Bunları yapmaya Erdoğan’ın kendi sanki ilelebet başta kalacakmış gibi daha şimdiden ortaya attığı TOKİ’den medet uman ve bir yıllık inşaat faaliyetinden ibaret vizyonsuzluğu yetmez. Bu defa bize gereken imar barışı yerine bir tür imar-iskân OHAL’i. Denklemin diğer ucunda yurdun başka yöreleri için bir tür “inşaat moratoryumu” da olmalı. Seçimden sonra yeniden imar, vizyon ufkunu geniş tutarak ve radikal biçimde, yerele yetki devrini de içererek baştan teşkilatlanmayı, mevzuatı da buna uygun değiştirmeyi gerektirecek. Kendi de Antakyalı olan Selin Sayek Böke, Ümit Özlale, Bilge Yılmaz, Ali Babacan, İbrahim Çanakcı, Serkan Özcan vb. gibi beyinlerden oluşan bir iç “harekât kabinesi” de oluşturulabilir. Hantal bir Afet Bakanlığı yerine on ilin yeniden imarından sorumlu zinde bir süper-kurum da derhal ihdas edilebilir.

Bu mutasavver süper-kurumun on ile temsilcileri atanabilir. Sözkonusu temsilciler protokoler zincirlere vurulmayacak ve vali, garnizon komutanı, emniyet müdürüyle kaprisli yetki mücadelesine girmeyecek, ayrıca ulusal-uluslararası kaynak-bağış da sağlayabilecek olağanüstü yetkilerle donatılabilir. Bu temsilciler verilen iş tamamlanıncaya dek kendileri de barakada, geçici deprem konutunda yaşayabilir. Hatta çalışacakları ofis-barakanın kapısı sürekli açık kalsın, tam saydamlık sağlansın diye takılmayabilir. Çakarlı makam araçlarıyla değil alanda yaya gezerek çalışabilir. Yanlarında başta şehir planlamacılar, dar ama teknik donanımlı ekipler sözleşmeyle görev yapabilir. On ilin her biri 1920’lerin 30’ların Ankara’sı gibi geleceğe güven ve umutla bakan birer şantiye görünümü kazanabilir. Uygulanacak planların sonradan gevşeyip, bozulup, sulandırılmaması dünyaya örnek olacak katılıkta yönetmeliklerle sabitlenebilir.

Belki henüz böyle bir ulusal “Marshall Planı” düşünmek yerine canpazarında koşuşturma zamanı. Ama “aman siyaset karışmasın” demek zamanı değil. Kılıçdaroğlu’nun bu defaki halka seslenişi de, peşinden “gelsinler tutuklasınlar” meydan okumasıyla yaptığı paylaşımlar da sonuna kadar haklı ve yerinde. Aptala yatmanın anlamı yok. OHAL derken seçim ertelettirip, yine bayat bir bonapartist kendine darbe tongasına düşmeyelim. Yine bir “Yenikapı ruhu” gazeli dinlemeyelim. Yahut bir “istikşafi görüşmeler maratonu” filmi izlemeyelim.

Yaşam koçluğuna, kendimizi iyi hissetmeye, vicdan rahatlatmaya değil radikal ve vizyoner siyasete, demokratik liderliğe ihtiyacımız var. 37 milyar dolar birikmiş deprem fonu çarçur edildi. 2000’deki Ecevit-Clinton anlaşmasından doğan AFAD mefluç. Kentsel dönüşüm vurgunculuğa kurban edildi. Temel güçlendirmeden tümüyle uzak duruldu. İmar aflarıyla, barışlarıyla toplum ahlaksızlaştırıldı. TSK, afetlerde görev yapamaz duruma getirildi. Kızılay’a güven yok edildi. 13.5 milyon yurttaşı ilgilendiren seçmen ve tapu kayıtlarının ise güvencede olduğunu umalım. 

Doğru, şunu teslim edelim: 13.5 milyon nüfusu doğrudan etkileyen, olağanüstü yıkıcı şiddette (12 üzerinden 11) ve kapsamda (500 km. uzunluğunda fayın iki ayrı yerden birkaç saat arayla 7.7 ve 7.6 ölçekte peş peşe kırılması), beşini korkunç diğer beşini çok ağır düzeyde olmak üzere on ili toptan etkileyen böylesine bir afeti ilk andan etkin biçimde yönetmeye olanak yoktu ve olamazdı. Ancak yukarıdan aşağıya gösterilen tepkinin zerre aciliyet, kucaklama, birleştirme, profesyonellik içermemesinin de gerekçesi yok, olamaz. Afetin zaten güdük hak ve özgürlüklerin hepten budanmasına gerekçe yapılmasınaysa hiçbir özür uydurulamaz.

Sonuç olarak, 6 Şubat depreminin ülkemiz için bir silkinişin mi, bir çöküşün mü miladı olduğunu ileride tarih yazacak. Afet yönetiminde enkaz kaldırmayı can arama kurtarmaya yeğlediği izlenimi veren; arama kurtarma için ne lojistik ve koordinasyon becerisi, birikimi, hazırlığı olmayıp, enkaz kaldırma aşamasına bir an önce geçmek ve hem ceberrutluk, hem bu yolla sorumluluktan kaçmak için adeta fırsat kolladığını düşündüren bir yönetime halkın yanıtı da teknik değil politik olacaktır. Öyle olmalıdır elbet. Olmayacaksa zaten bu, yaklaşan seçimde özlenen silkinişin değil kaçınılamayan çöküşün miladı olacaktır. Onun için bugün başka bir şeyin değil, tam da siyasetin zamanıdır. 

Nice trajedi arasında enkaz altında doğum sancıları başlayan bir anneye ilişkin paylaşım da vardı. Ölü doğmadı, ölüme doğdu o bebek. O adsız bebeğe hepimizin bir can ve bir ad koymak borcu var. Ödenecek bu borç, bizim cumhuriyet yurttaşlığı borcumuzdur. 

*MTA İl/İlçe Diri Fay Haritaları   

**Cumhuriyetimizin ve devlet aygıtının yeniden kurulmasına esin aranacaksa, ikiz depremde sapasağlam ayakta kalan yapıların barındırdığı anlatı iyi okunmalı ve belki o yapıların mühendis, mimar ve müteahhitleri Ankara’ya davetle kamuya açık bir çalıştay düzenlenmeli. Onların Liyakat Nişanı’yla ödüllendirilmeleri de seçimden sonra gündeme alınmalı.

***Ayrıca dinlemek isteyen okurlara: 400.000 yapının kullanılamaz duruma geldiği, 45.000 kişinin evsiz kaldığı ve yeniden imarı 100 milyar doları aşan Kobe 95 ve Marmara 99 depremleriyle basit bir özet kıyaslama

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.