Kemal Can yazdı: Kaybedenin eksiği, kazananın fazlası 

Seçime veya daha da daraltılarak sandığa sıkıştırılmış siyaset, elbette sadece sonuçlara bakılarak tartışılabilir. Aksine bir tartışma açmaya kalkmak; kendi hatasıyla yüzleşmeme, hakikati görememekte ısrar veya milli iradeye tahammülsüzlükle suçlanmaya neden olabilir. Üstelik hayli büyük bir kalabalık bunu son derece makul bulacaktır. Böyle bir zeminde, sonuçları, favori olanın veya kazanması zorunlu sayılanların kaybı üzerinden yorumlamaya karşı durmak zor. Sadece seçimden önceki beklentilerin yüksekliği nedeniyle değil, alınan sonucun “kazanılabilirdi” düşüncesini canlı tutması yüzünden de kaybeden üzerine daha çok konuşuluyor. Sonuç değerlendirmelerinin ana sorusu: Muhalefet neden kaybetti? Aktör sorunu, ittifakların mimarisi, karşı mahalleye ulaşamamak, konsolidasyon meseleleri, yapısal taban ve teşkilatlanma sıkıntıları ile uzayıp giden kabarık bir liste çıkıyor. Herkes meşrebine, hesabına, belki hedefine göre öncelik sıraları yapıyor. Bunların herbiri veya hepsinin birlikte masaya yatırılması hatta -tam olarak mesajdan anlaşılanın ne olduğu söylenmeden- “mesajı aldık” sözleriyle geçiştirilmesi de büyük haksızlık. Fakat olup bitenin sahiden anlaşılması için kazandığı söylenenin de neyi, nasıl kazandığı üzerine konuşmayı eksik bırakmamak lazım. 

Erdoğan iktidarı ve onun arkasındaki güç ittifakı, seçimleri her daim kazanılacak ve ne pahasına olursa olsun suyun üzerinde kalınması gereken bir mücadele olarak görüyor. Yapısal veya konjonktürel zayıflama, erime veya güç kaybına rağmen, “adam kazandı” sürekliliği, her iki tarafa böyle kabul ettiriliyor. Seçim sonrasında yapılan değerlendirmelerde, AKP’nin efsanevi seçim makinesinin yine çalıştığı, Erdoğan’ın seçmenle kurduğu duygusal bağın önemi ve asla değiştirilemez “sosyoloji” yine gündeme geldi. Fakat bu seçim sonuçlarında AKP seçim makinesi sahiden çok belirleyici olsaydı, parti yüzde 7 seviyesinde oy kaybetmezdi. Erdoğan’ın ittifak partilerinden daha fazla desteği olsaydı, Cumhur İttifakı’nın aldığı oyun üzerine çıkması gerekirdi. Bunların ikisi de olmadı. AKP’nin erimesi ve Erdoğan’ın otantik temsil kabiliyetinin zayıflaması hala devam ediyor. Ancak her zaman olduğu gibi Erdoğan, kendisini suyun üstünde tutacak yeni parçalar bulmayı başardı. Bizler ise ayağından aşağı çekenleri olduğundan daha etkili gördük, bulabileceği parçalar ve onların kaldırma kuvvetini yeterince fark edemedik. Dayanıklı olacağı düşünülen muhalefetin salı ise üzerindekiler fazla sallayınca devrildi, sonra da -alıcısı hazır- “yılana sarılmayın” diyen iktidar propagandası kolay işledi. 

Erdoğan iktidarı ve onun arkasındaki güç ittifakı, senelerdir kutuplaştırma ve korku siyaseti enstrümanlarını kullanıyor. Bunun için giderek artan ölçüde yalana ve fütursuzca kullanabildiği devlet ve iletişim imkanlarına yükleniyor. Ancak güvenlik kaygılarını kullanma biçimi ve bunların nasıl hala etkili olabildiği konusundaki -kendimi de dahil ettiğim- yanılgı, üzerine biraz daha dikkatli düşünmeyi hak ediyor. Yalan konusunda daha önce de yazmıştım. Yalan doğrunun yerine geçen ve ikna için kullanılan bir araç olmaktan çıkmış durumda. Yalan, kopyalanarak tekrarlanması için dolaşıma sürülen ve zaten yalan olduğu bilindiği için düzeltilmesi imkansız özel bir silah olarak kullanılıyor. Üstelik doğrunun yerine geçmek gibi bir ikna iddiası olmadığı için karşısında olanların (muhalefetin) da etki-kullanım değeri atfetmesiyle direnç kazanıyor. Benzer bir durum korku ve güvenlik kaygısı meselelerinde de karşımıza geliyor. Kimsenin gerçekten korktuğu, tedirgin olduğu bir şey yok aslında. Zaten bunu yaratacak makul herhangi bir gerekçe de yok. Tıpkı yalanın kullanımında olduğu gibi, makul ve tanımlanabilir bir gerekçeye hatta kanıta ihtiyaç duymayan sonsuz sayıda endişe üretilebiliyor. En irrasyonel tutumlar uygun tedirginlikle çok anlaşılır sayılabiliyor. Korkunun nedene ihtiyaç duymayan gerçek iktidarı da bu. 

Erdoğan iktidarı ve onun arkasındaki güç ittifakı, seçimleri ve seçim öncesini, siyaseti tanzim için elverişli imkan olarak değerlendiriyor. Bunun çok sürpriz bir keşif olmadığı, saklanan gizli bir ajanda sayılamayacağı herkesin malumu. Bunu defalarca Erdoğan da dile getirdi. Seçimde kimi sandığa gömeceğini açıklarken, yerli-milli muhalefet yaratma görevini işaret ederken, sadece rakiplerinin moralini bozmak istemiyordu, gayet açık bir hedefi tarif ediyor ve onun muhalefet tarafındaki alıcılarına da ulaşmasını umuyordu. 2023 seçiminden sonra hiç hız kesmeden bu misyona uygun çalışmaların devam etmesi hatta daha da hız kazanması şaşırtıcı değil. Seçimden epey önce -hatta yıllar önce- kurgulanmış “beka siyaseti”, iktidarın kimin elinde olduğu ve neye yol açtığı tartışmasını ikinci plana itmeyi kolay becerdi. Gelişigüzel kullanıma açılan, “gündem (algı) yönetme” meselesinden ibaret değil bu mevzu. Beka tehlikesini, siyasete giriş veya siyasette etkili olma izniyle ilişkilendiren özel bir yorum. Kutuplaştırmayla (çoğunluk kibriyle) tahkim edilmiş ve süreklileştirilmiş seçimler, olmakta olanın ve olması istenenin referandumu haline getirilemediği, kimin engellenmesi, kimin nasıl bir rol alması gerektiği sınırında kaldığı sürece, avantaj hep -en geniş anlamdaki- iktidarın sahasında. 

Erdoğan iktidarı ve onun arkasındaki güç ittifakı, hiç arkası gelmeyen seçimler ve süreklilik kazanmış seçim atmosferini, siyasi sığlaşmanın, yüzeyselliğin devamı açısından verimli buluyor. Siyasi alanın çeşitli yöntemlerle daraltılmasının yanında, akut seçim gündemi “derinleşme”  ve “değişim” için aşılması çok zor engeller haline geliyor. Geçtiğimiz seçim süreci, seçimden sonra yaşanan tartışmalar ve hemen girilecek yeni (yerel) seçim iklimi, bu anaforun ivmesinin artarak herkesi içine çekmeye yetecek kadar genişleyebileceğini gösteriyor. Kritik eşikler, acil kararlar, baskıcı öncelikler, iktidarın işine yaradığı kadar muhalefete iyi gelmiyor. 28 Mayıs gecesinin ilk konuşmasında yerel seçimin işaret edilmesi ve zorlama “kutlama” ritüellerinin devamından umulan baskının, moral bozmak kadar bu eşitsizlikle de bir ilişkisi olduğunu düşünebiliriz. Muhalefet tarafında, dövecek bağcı bulup rahatlama arzusu bu kadar yüksekken epey yakın gelecekte sallanan seçim ipi, kimi yukarı çeker? Neredeyse 10 yıldır defalarca kritik eşik veya son çıkış baskısına maruz kalan muhalefet,  yılların biriktirdiği yapısal eksiklerini mi çözecek, önündeki seçime mi bakacak? Geçtiği seçime bakarak aceleyle verdiği kararlarla veya bu acil durum yüzünden beklettiği hamlelerle önündeki seçimi mi kurtarmayı deneyecek? Bu iktidara kazandıran unsurlardan birinin zamanı yönetme olduğu unutulmamalı. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.